20 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Mihr-i hüsnün tâlib-i irfâna bir nâtık kitab
Ol kitâbın bâbıdır kenz-i rızâya intisâb
Hakk'a tâlib olanlar için cümle kâinât konuşan bir kitâb gibidir çünkü bu kâinâtda her ne varsa cümlesi Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinin tecelliyâtıdır.
Sırr-ı Âdem'dir hakîkat Hakk ile vahdetnümâ
Nûr-i tevhîd ise kasdın eyle "lâ"dan ictinâb
Cenâb-ı Hakk'ın hem esmâsına hem sıfâtına hem de zâtına mazhar olma şerefi ise yaradılmışlar arasında bir tek insana nasîb olmuşdur. Tevhîd'in nûrunu görmek isteyen insândaki bu sırrı keşfetmelidir.
Şems-i vahdet eylemiş zerrât-ı ekvâna zuhûr
Çeşm-i câna gösterir envârını zîr-i nikâb
Cenâb-ı Hakk'ın zâtını idrâk edebilmek aslâ mümkün değildir fakat O'nun sıfatları bütün kâinâta sirâyet etmişdir. Yaradılmış ne varsa O'nun isim ve sıfatlarını aksettirmekdedir.
Âşıkın aşkı sırâtu’l-müstakîm oldu bugün
Lâ mekâna erdirir uşşâkını husnü’l-meâb
Hakk'a giden yolda en güzel rehber aşkdır. Hakk'ın esmâ ve sıfâtını eşyâ üzerinde müşâhede ederek O'na âşık olanlar bu aşk ile eninde sonunda Hakk'a vuslat bulurlar.
Kıl sefer tenden câna cândan da cânân mülküne
Zıll-i mevhûmu geçen hicrân ile çekmez azâb
Hakk'a vuslat bulmak isteyen önce cismâniyyetden ve nefsâniyyetden kurtulmalıdı yani cisminden rûhuna bir yol bulmalıdır. Cisimden rûha intikâl eden Hakk'a yaklaşır zîrâ "وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي" âyetiyle beyân olunduğu üzere insan rûhunun Allah ile irtibâtı vardır. Cismâniyyet Hakk'a perde olmuşdur bu yüzden cismâniyyetden kurtulamayanlar Hakk'dan uzak düşer. Bu ayrılık cehennem azâbından beterdir.
Bahr-ı vahdet mevcesinden türlü sûret gösterir
Kesretinden vahdeti seyreylemek ekber sevâb
Bu âlem zıdlıklar ve sûretler âlemidir ancak bütün bu zıdlıkların ve sûretlerin kaynağı "BİR"dir. Deniz ve dalgalar bunun misâlidir. Bir denizde ne kadar çok dalga olsa da onlar tek bir denizin eseridir. Bu âleme de böyle nazar edilirse Hakk'ın vahdetini kesretde müşâhede etmek mümkün olur.
Haşr-ı cismin neşr-i rûha akseder sûretleri
Esfel ü a’lâ makâmın bunda gör edip hisâb
Ma'nâ âleminde ne varsa bu âlemde onun bir misâli vardır. İsim müsemmâya, sûret sîrete, zâhir bâtına delâlet eder. İnsan bu hakîkatleri bu dünyâda iken görebilmelidir zîrâ esfel-i sâfilîn mertebesi olan dünyâya gelmekden maksad a'lâ-yı illiyîn mertebesine ermekdir.
Nokta-i garkân-ı Hakk'dır mihver-i her dü cihân
Nârı nûr etti bulan ol noktayı bî-irtiyâb
Her iki cihân vahdet noktası üzerindedir. O noktayı idrâk eden ayrılık ateşinden kurtulur, vuslat nûruna erer.
Tâlîb ol cândan rumûz-i sırr-ı Kur’ân'a eriş
Akmasa ummâna kavuşmaz ebed âb-ı sehâb
Kur`ân'ın remzlerindeki sırlara vâkıf olabilmek için Hakk'a cân u gönülden tâlib olmak lâzımdır. Bu taleb, tıpkı bulutdan düşen bir su damlasının uzun mesâfeler kat ederek denize kavuşması gibidir. İnsan da, tıpkı denize kavuşmak isteyen bir yağmur damlasının yolculuğu gibi, Hakk'a müştâk olarak O'na giden yolda sâbit-kadem olmalı ki Hakk'a vâsıl olabilsin.
Sâmîyâ müstağrak ol seyreyledikçe vahdeti
Gösterir şems-i ezel her zerreden bir âfitâb
Hakk'ın birliğini müşâhede edenler bu müşâhedenin zevkiyle kendilerinden geçer. Zîrâ Cenâb-ı Hakk'ın tecelliyâtı her zerreden nice güzellikler izhâr eder.
Eş-Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî