3 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
HİKÂYE
Türkçenin Arap harfleriyle yazıldığı devirde, okuma yazma bilmeyen bir kadıncağız, elindeki bir zarfın üstünde ne yazılı olduğunu anlamak için bir softaya gitmiş. Softa, zarfı eline almış, sarığını düzeltmiş ve kelimeleri bir bir teşdîd ederek okumaya başlamış. "Minne", şol şey ki, "süttire" örtülür, "muttasıran", ısrarla, "felegannehû", bunun irabda mahalli yok. Kadıncağız, hayretler içinde kalmış, "Ayol hiç öyle şey olur mu, zarfın üstündeki yazı Türkçe" deyivermiş. Meğer zarfın üstünde, "منستر متصرفلغنه Manastır Mutasarrıflığına" yazıyormuş.
Uzun yıllardır Arap harfli Türkçe metinler üzerinde çalışıyorum. Bazı eski metinleri yeni harflere çevirmek çok zahmetli ve zaman alıcı olduğu için, o metin üzerinde daha önce bir çalışma yapılmış mı diye bakıyorum. Yapılmışsa, "Mâdem birileri bu işe mesâî harcamış, uğraşmış, ben de uzun uzun uğraşıp vakit kaybetmeyeyim, oradan alayım" diyorum ama çoğu zaman bin pişmân oluyorum. Çünkü tıpkı bu hikâyede olduğu gibi akıl almaz hatâlarla karşılaşıyorum. Zîrâ eski metinleri latin harflerine çevirenlerin çoğu, metnin ma'nâsı ile ilgilenmiyor, metni anlamaya çalışmıyor, okuduklarından bir mana çıkarmıyor. Bu yüzden de çalakalem, yalan-yanlış bir şeyler karalıyorlar, hiç okuyamadıkları yerleri de uyduruyorlar. Cehâlet çok fenâ ama en fenâsı, bilmediğini bilmemek yani cehâletinin farkında olmamak. Ne acıdır ki bunların çoğu da akademisyen yani hem tahsilliler hem de talebe yetiştirmekle görevliler. Vâh ki ne vâh!
Kendi muhtâc-ı himmet bir dede
Kande kaldı gayrıya himmet ede