26 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Sûre-i İsrâ'nın ilk âyet-i kerîmesi, Mi'râc-ı Nebî hakkında olup, "سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ sübhânellezî esrâ bi abdihî" diye başlar. Buradaki "abd" yani "kul" tabîri hiç şübhesiz Habîb-i Kibriyâ aleyhi ekmeli't-tehâyâ Efendimize işâret etmekdedir. Burada akla şöyle bir soru gelebilir? Acabâ Cenâb-ı Hakk Resûl-i Ekrem Efendimizi niçin ismiyle değil de abdiyyet sıfatıyla yani kulluk vasfıyla zikretmişdir?
"Resûlullah'ın Mi'râcı Rûhânîdir Bedenî Değildir" Diyenler Hatâ Etmişdir başlıklı yazımızda bunun bir hikmetini îzâh etmişdik. Sadece rûha ya da sâdece cesede kulluk sıfatı izâfe edilemez. Kulluk, ancak cesedle rûhun bir arada olması hâlinde sözkonusudur. Bu da, mi'râcın rüyâ ile olmadığını ya da yalnızca rûhânî bir hâdise olmadığını isbâta kâfî gelir.
"Abd" kelimesindeki hikmetlerden bir diğeri de şudur. Mi'râc, Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biri olması hasebiyle, bizim gibi âciz kullar için muhal gözükebilir. Eğer bu âyetde Resûl-i Ekrem Efendimiz ismen zikredilmiş olsaydı, mi'râcın yalnız O'na mahsûs olduğu zannedilebilirdi. Halbuki bütün mü'minler için mirâc etme imkânı vardır. Yeter ki, kişi kulluğunu bilsin, Allah'a mutî ve Resûlullah'a tâbi olsun. Nitekim "Namaz mü'minin mi'râcıdır" hadîs-i şerîfi de bu hikmete işâret eder. O namaz ki, bütün ibâdetler onda toplanmışdır, o namaz ki dînin direğidir, o namaz ki kulun huzûrullaha çıkmasıdır, o namaz ki kulun Hakk ile sohbetdir.
Bu âyet-i kerîmede en dikkat çekici hususlardan biri de şudur ki, büyük bir acziyyet ifâde eden "abd" ile sonsuz kuvvet ve kudret ifâde eden "Sübhân" kelimeleri bir arada zikredilmişdir. Buradan şunu anlıyoruz ki, kul âcizdir, Hakk katına yükselmeye muktedir değildir ama Allah, her şeye kâdirdir. Yani mirâc, kulun irâdesi ve kuvvetiyle değil, Hakk'ın irâdesi ve kudretiyle olur. Bu hikmete binâen, manevî mirâc yolunda bulunan kişi, dâimâ kendi aczini itiraf ederek, hep Hakk'ın yardımını istemeli ve O'na yalvarmalıdır.
Bu âyetde Resûl-i Ekrem Efendimizin, ismiyle ya da risâlet veya nübüvvet sıfatıya zikredilmeyip, abdiyyet sıfatıyla zikredilmesinde de çok büyük bir hikmeti vardır. Risâlet ve nübüvvet sıfatları, Peygamber Efendimizin halka dönük sıfatlarıdır, abdiyyet sıfatı ise Hakk'a dönükdür. Hakk'a müteveccih olmak, halka müteveccih olmakdan, Hakk ile berâber olmak, halkla berâber olmakdan, Hakk ile sohbet halk ile sohbetden elbette çok daha fazîletlidir. Hiç şübhe yok ki abdiyyet, en yüce makâmdır. İnsan için en büyük şeref, Allah'a kullukdur.
Gel âlem-i ma'nâya mi’râc edegör mi’râc
‘Azm eyle "ev ednâ"ya mi’râc edegör mi’râc
Var ol ulu dergâha er kurb-ı şehenşâha
Her demde sen Allah’a mi’râc edegör mi’râc