Mirâc Hâdisesi Nasıl Vukû Buldu?

28 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Mirâc nasıl olmuş, bir mikdar, deryâlardan bir katre ve şemsden bir zerre. Bunun sebebi de şöyle olmuş. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, anasının karnındayken, yani altı-yedi aylıkdı ki, Hazret-i Abdullah, Cenâb-ı Peygamberîn peder-i âlîleri, Hazret-i Abdullah, Resûlullah'ın pederi, babası Hazret-i Abdullah, çocuk dünyâya geldiği vakitde velîme cemiyyeti yapayım diye yani ziyâfet vereyim diye, hîtân cemiyeti, mevlûd cemiyeti yapayım diye, hurma almaya gitmişdi, Medîne-i Münevvere'ye, orada vefât etdi. Yani Resûlullah salllallahu aleyhi vesellem ana karnında yetîm kaldı. Sonra Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi, annesi tevellüd etdirdi ve altı yaşındayken de Hazret-i Âmine Hazret-i Peygamber'i terk etdi, ahrete gitdi, âlem-i cemâle. Yani Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, anadan babadan kül yetîm olarak kaldı. Ne ana var ne baba. Acaba anlatabildim mi? Melekler dediler ki Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbe'l-âlemîn", iyi dinle!, "Yâ Rabbi bu kadar sevdiğin ve hürmetine semâvâtı, ardı, arşı, kürsüyü, nârı, cenneti halk eylediğin habîbini kül yetîm bırakdın, ne ana var ne baba, bunun sırr-ı hikmeti nedir?" diye sordular.

Allah'a soru sorulmaz, hikmeti sorulabilir. Allah bize soruyu sorar, biz Allah'a soru soramayız. Ama hikmet sorulur. "Yâ Rabbi ne hikmete mebnî böyle halk etdin de böyle oldu?" diye sorulabilir. Öğrenmek için. 

Meleklere dedi ki Cenâb-ı Hakk, "Muhammedim bir kimseden ezâ cefâ gördüğü vakitde, annesi ve babası sağ olsaydı, onlara seslenecekdi, onları yardıma çağıracakdı". Çünkü senin ayağın taşa vurduğu vakitde, ayağın taşa, "anne!" diyorsun. Canın yandığı vakitde, "anne!" diyorsun, gayr-ı irâdî olarak. Ya anneni çağırıyorsun, ya babanı çağırıyorsun. "Ezâ cefâ gördüğü vakitde annesine yâhud babasına seslenecekdi, onları aldım ki, anneye babaya seslenmesin, bana seslensin, rabbine. Bu sırra binâen" dedi. 

Onun için Fahr-i risâlet küçükden kül yetîm kaldı ve Hazret-i Ali kerremallahu vecheh radıyallahu anh Hazretlerinin peder-i âlîleri Hazret-i Ebû Tâlib'in maiyyetinde, Ebû Tâlib aldı, evlâdı gibi bağrına basdı, kendi evladlarından üstün tutarak Cenâb-ı Peygamber'i büyütdü.

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, otuz yaşından sonra, Peygamberimize yalnızlık sevdirildi, çekiliyor, yalnız yalnız, mağaraya, Cebel-i Hıra'daki mağaraya çekiliyor. Orada yalnızlık sevdirilmişdi kendisine. Ve günlerden bir gün, Hazret-i Cebrâil aleyhisselâm kendisine nâzil oldu.

Vaktâ ki Resûlullah Efendimiz ilân-ı nübüvvet eyledi, kâfirler evvelâ bir teaccüble karşıladılar. Zîrâ Peygamber'in ilân-ı nübüvvetinde kâfirlerin menfaatleri baltalanıyordu. Taşlardan ağaçlardan putlar yapmışlar halkı taptıryorlar, ordan menfaatlanıyorlardı. Resûlullah gelince bunların hepsinin yalan olduğunu söyledi. Bunların ne faydası var, ne mazarratı var, kendi yapıyor, kendi bekliyor putunu Eğer put kâdir olsa, kendini müdafaa eder. Putları yalanlayınca, onların menfaatlarına dokundu. Yoksa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin getirdiği dînin, kafalarında akılları vardı, hak ve gerçek olduğunu biliyorlardı.

Dediler ki, "Bizi çağırıyorsun sen ama, nasıl olur bu iş, bizim kölelerimizle yanyana oturtuyorsun. Köleyle ben yanyana oturur muyum, ben Arabın ileri geleniyim. İki tâne mescid yap, birine zenginler gelsin, birine fakirler, birine köylüler, birine şehirliler, biz sana îmân edelim. Bütün Cezîretü'l-Arab'ı da toplayalım, senin huzûruna getirelim diz çöktürtelim ve îmân etdirelim. ama ben kölemle yanyana oturmam yâ Muhammed".

Allah kimsenin köleliğine efendiliğine bakmıyor. Bugün dünyâ yüzünde pâdişah olarak hüküm sürenler yarın yevm-i kıyâmetde, bazıları tabii, hepsi demiyoruz, hani yüksek makâma çıkmış adam, yarın kıyâmet günü göreceksin bunu, yılan gibi yerde sürünüyor, ayak altında kalmış. Dünyâda onun kapısında hizmet eden bir adam, sultân olmuşdur ahret âleminde. Kimin ne olduğu malûm değil. Acaba anlatabildim mi? Köle olur, fukarâ olur, senin kapında hizmetçin olur, fakat sultândan daha ileridir Allah indinde makâmı. 

Efendimiz, "Olmaz öyle şey" dedi. Onun üzerine dediler ki, "Biz cehenneme gireceğiz, cehenneme gireceğiz fakat sana îmân etmeyeceğiz". Ve günden güne de Peygamber'e karşı isyanlarını çoğaltdılar. Her yerde Peygamberimize eziyet, cefâ ve istihzâ etmek, alay etmek. Hattâ bir kâfir vardı, Efendimiz dînî teblîgât yaparken, Efendimizin arkasına gelir, yüzünü gözünü oynatarak, "bükâen ve tasdiye" dedikleri, gözünle filan böyle arka tarafdan alay ederdi Peygamber'le. Bir gün Cenâb-ı Hakk onun gözünü aynen o şekilde bırakıverdi ve üzerinde bir koku peydâ oldu, pis bir koku. Nereye gitdiyse, onu o işe teşvîk edenler bile yanlarına sokmadılar, öyle geberdi gitdi.

Bundan ne anlaşılıyor?  Bir kaht-ı ricâl vardır bir de kahr-ı ricâl vardır. Evliyâullahla uğraşmaya gelmez. Câmi duvarına işeyen köpek, geberir. Sen bakma, peygamberlere Allah'a dil uzatanlar, bir müddet için kendilerine müsâade edilmişdir, ama nihâyeti öyle olmaz. Âkıbet müttakîlerindir. Allah'a inanan mü'minlerindir âkıbet. Sen bakma Allah bir müddet bırakır öyle onu. O zanneder ki, o iş öyle gidecek. Öyle değildir. Allah imhâl eder, ihmâl etmez. Geçiyoruz, anlayana söyledik bunu da.

Günden güne çoğaltdılar eziyetlerini, cefâlarını. Bir Pazartesi günü, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'de içeride ibâdet yapıyordu. Kâfirler sanki ağız birliği yapmış gibi Peygamber'in huzûrna geldiler, "Yâ Muhammed! Sen nasıl peygambersin? Hani senin kölelerin, hizmetçilerin? Hani zenginliğin? Sen yetîmsin. Mektebe gitmedin, okumadın" dediler. Halbuki mektebe gitmeyip okuması bir mucizât. Ümmî olarak, anadan doğduğu gibi. Hocası Allah. Bunu düşünemiyor, "Sen mektebe gitmedin, okumadın" diyor. Bak şimdi! "Hani senin kölelerin, hani paran, hani kasan nerede?". 

İşte böyle söyleyip çekip gitdiler ve Cenâb-ı Peygamber bundan çok müteessir oldu ve ağladı. Dedi "Yâ Rabbi, bunlar kimin peygamber olduğunu bilmiyor, bunlar saltanatı peygamberlik zannediyorlar. Ne olacak benim hâlim" dedi ve ağladı sızladı. Oradan geldi Ümmühânî evine. Ümmühânî kim? İmâm-ı Ali'nin kızkardeşi, onun evine. Ümmühânî sordu, dedi, "Yâ Resûlallah, nedir sizin bu mahzûniyyetiniz?" Mübârek gözlerinden yaş akıyor. Dedi, "Bana böyle eziyet cefâ ediyorlar". "Vallahi senin hak peygamber olduğunu onlar biliyorlar ama hasedlerinden böyle yapıyorlar, sana îmân etmiyorlar. Sen sabr eyle Yâ Resûlallah. Nihâyet bizimdir" dedi. Ve Efendimiz orada mahzûn olarak yatdı. Meğerse o akşam mi'râc gecesi idi. Allah'ın ind-i ilâhîsinde, ezelde kararlaşdırdığı geceydi, Cebrâil'e emir verdi, "Git yâ Cebrâil, cennetimi tezyîn eyle, hûrileri süsle, gılmanları ve vildanları hazırla, cennetden bir burak al, habîbim Muhammed'e götür. Yâ Cebrâil, yanına terbiye ile git, edeble git".

Burakı aldı Cebrâil aleyhisselam, geldi Hazret-i Ümmühânî'nin evine. Diyor ki Cenâb-ı Cebrâil, "Âdem'i Allah toprakdan halk etdi, beni kâfûrdan halk etmişdi, niçin kâfûrdan halk olunduğumu o güne kadar bilmiyordum, o gün anladım" diyor. Çünkü emr ü fermân-ı ilâhî böyle olmuşdu, "Yâ Cebrâil git, habîbim Muhammedin ayaklarının altına yüzünü koy, senin vücûdunun soğukluğundan uyansın, sakın uyandırayım deme". Geldi Cebrâil aleyhisselâm, hürmetle huzûr-i saâdete girdi ve Peygamberimizin mübârek ayaklarına mübârek yüzünü koydu.

Efendimiz uyandı, gördü ki Cebrâil aleyhisselâm ayağında, mübârek cemâlini koymuş, "Allah'ın selâmı var, seni götüreceğiz bu akşam. Kur`ân'da işittiğin cennetler, ırmaklar, köşkler, hûriler, gılmanlar, vildanlar, nimetler, yâ Resulallah, onları gözünle göreceksin. Allah seni bu akşam davet ediyor". İşte bu davet-i ilâhînin olduğu gece, mi'râc gecesidir.

Ve o akşam, bir anda Cenâb-ı Peygamber yatağı soğumadan Mekke-i Mükerreme'den Kudüs'e, Kudüs'den mâşâallah semâya 'urûc etmişdir. "Efendim nasıl olur?", nasıl olur diye sormak, nasıl kelimesi acâib ve çirkin Allah'a. Allah için mümkün, gayr-ı mümkün diye bir şey yokdur. Allah dilerse bir nefer bir alayı bozar, mağlûb eder. Allah dilerse, bir karınca bir arslanı mahveder. Allah dilerse, bir karınca bir fili mahveder. Allah dilerse, "Ben Allahım" diye ibâdullaha eziyet eden Firavunları bir ufacık mikropla mahv u perîşân eder. Allah dilerse, zaman içinde zaman halk eder. Allah dilerse, mekân içinde mekân halk eder. Allah dilerse, zehirden bal, zehirden şifâ, dikenden gül halk eder. Allah dilerse, denizden çıkardığın balık, suyundan bir yudum içilmezken, tuzsuz balığı yedirmez. Allah dilerse, muhallebiyle adamın dişini kırar. Allah dilerse, çeliği dişle çiğnetir. Kâdir u Kayyûm'dur. Subhân Allah'dır. Noksan sıfatdan münezzeh, kemâl sıfatlarıyla muttasıfdır.

Cemî' enbiyâlardan Muhammed cümlenin şâhı
Yüzü nûrundan almışlar felekler şems ile mâhı
Yedi kat gökleri geçdi kadem 'arş üstüne basdı
Erişdi "kâbe kavseyn"e tavâf eyledi dergâhı
Anın seyr ü sülûkundan melekler 'âciz olmuşlar
Ki bin yılda varamazlar O bir demde varıp râhı

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön