22 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Fâtih Hân, okumazmış, hocayla alay edermiş. Küçük çocuk, ufak. Hiç bir hoca okutamıyor. Şehzâde, vuramıyorlar, dövemiyorlar filan. Sonra sultana demişler ki, Molla Gürani Hazretleri...Nerde kabr-i münevverleri biliyor musun? Bilmezsin. Bilenlerimiz vardır ama bilmeyiz çoğumuz, bilmeyiz biz. Fındıkzâde'de kabri. Demişler, "Efendim bunu Molla Gürani Hazretleri okutur" demişler, II. Murad'a.
II. Murad Han cennetmekân, yedi düveli Varna Ovasında mağlûb etmiş, öyle bir kahramandır, gâzîdir. Ve hayâtında iken tahtını oğluna bırakmış, tahtda da gözü yok. Kabrini gidip görürsen, Bursa'ya gidersen git uğra, kabrini göreceksin, sandukası üzerinde örtü de yokdur ve kubbesinin üstü açıkdır, ordan içeriye yağmur yağsın, kabrin üstüne diye. Mütevazi bir kabirdir. Yanına da kimse gömülmemişdir. Tekbaşına. Niye? Sormuşlar sultana. "Azâb olunursam kimseye rahatsız etmeyeyim" demiş "oraya koyun beni" demiş. Fâtih'in peder-i âlîleri.
Çağırtmış Molla Gürânî'yi, "Hocaefendi saraya kadar gelsin" demiş. Hoca, pâdişaha cevâb vermiş, "İlim ayağa gelmez, ilme gelinir" demiş. Kızmamış pâdişah. "İlim ayağa gelmez" demiş, "İlme gelinir" demiş. Pâdişah bizâtihî gitmiş. Pâdişahı hoş karşılamış hânesinde. "Nedir?". "Oğlum Mehmed biraz yaramaz, kendisi haylazca, bunun tahsîlinin sizden yapılmasını istiyorum, arz ediyorum. Eğer kabûl ederseniz, lutfen, kerem edin". Böyle. "Valla pâdişahım, ben şehzâde mehzâde dinlemem, döverim" demiş. "Ben asabiyim biraz, döverim, kırarım bir tarafını. Yani bir şey olursa, sonra sakın davâya filan kalkma". Pâdişâh, "Yook hocam" demiş, "eti senin kemiği benim" demiş. "Mehmed'i adam et, Allah'ın boyasıyla boya, dünyâsını ve âhiretini ona kazandır, devletini adl ile idâre etmesini öğret, ne yaparsan yap" demiş. "Halk ondan hoşnûd olalar".
Almış okuturken, daha ilk dersde, bizim küçük Mehmed hocayla alay etmiş. İlel bahsi okuyorlarmış, "kâle"nin aslı "kavale" deyince, Fâtih, "Kavala" demiş, Selânik'in kazâsı. Hoca, aldığı gibi yere bir vurmuş, bir dövmüş ama benzetmiş biraz, iyicene. "Ben sana gösteririm" demiş. "Pâdişâh babama gidip seni söyleyeceğim" demiş, ağlayarak gitmiş. "Baba! Bu hocayı azlet". "Niye?". "Beni dövdü". "Döver" demiş". "Nasıl döver?" demiş, "sen pâdişâh değil misin? Ben pâdişâh oğlu değil miyim?". "Döver evlâdım, âlimler bizden büyükdür" demiş. "Zâhiren biz mülkün sultânıyız ama hakîkâtde onlardır bizim büyüklerimiz" demiş. "Senden büyük adam var mı baba?", "Var tabii, âlimler bizden büyükdür" dedi. O vakit, süklüm püklüm geldi hocanın yanına ve okudu, tahsîl etdi. Sükût etdi artık.
Bir gün ansızın, icâzesine yakında yani diplomasını almaya yakın, Hoca, ona bir tokat vurdu, lüzumsuz yere, Sultan Fâtih'e. Burnundan kan damladı kitâbın üzerine. Fakat Fâtih kinlendi Hoca'ya. Fenâ hâlde kinlendi.
Bunu ibretle dinleyiniz. Aldığım yer de Cevdet Paşa Târihidir. Yani ordan almışım, kafamda kalmış, küçükken okumuşdum. Çok mühim!
Bir müddet sonra icâzet aldı ve pâdişah oldu. Hoca'yı çağırtdı. Hoca'yı çağırtdı ve dedi ki, "Hocam, vaktiyle ben haylazdım, okumazdım, alay ederdim, filan, sen bana güzel bir sopa atmışdın, hatırlıyorsun değil mi?" dedi. "Tabii hatırlarım" dedi. "Hocanın vurduğu yerde gül biter" dedi. "Dayak cennetden çıkmadır" dedi. İyi olsaydı zâten cennetden dışarı çıkarmazlardı" dedi. Âdem'le beraber dışarı çıkmış dayak. Fâtih, "Güzel ama bundan üç ay evvel, yâhud altı ay evvel, sen bana bir daha cezâ olmak üzere, ben bir kabahat yapmadığım hâlde, bilâ kabahat, bana kuvvetli bir tokat vurdun. Bunun hesâbını senden soracağım" dedi. Hocaefendi, "Hay hay, cevâbını vermeye hazırım oğlum Mehmed" dedi. "Bak! Sana o tokatla adâleti öğretdim" dedi. "Ne demek o?". "Sen pâdişâh oldun, milletin sopayı hak ederse, milletini döversen, millet der ki, 'Biz sopayı hak ettik, sultân bizi dövdü' der. Bak, sen kabahat yaptığın vakitde, ben seni dövdüğüm vakitde, bana nasıl hak veriyorsun. Ama bi-gayr-ı hak sana tokadı vurduğumda beni affetmedin, kinlendin bana, değil mi? Milletine bi-gayr-ı hak tokat atarsan böyle, senin gibi, millet sana kinlenir" dedi. "Onu öğrettim sana" dedi. Eyvaaah! Hocaefendi ayağa kalkdı, pâdişah ayağına kapandı. "Lüzum yok. Hakkımı iki şeyle sana helâl ederim. Beni buraya çağırtdın" dedi. "Birisi, milleti adl ile idâre et, zâlimin sırtından sopayı kaldırma, kılıcını da düşmana, milletine değil, düşmana kullan. İkincisi, öldüğüm vakitde benim ayağıma bir ip bağlarsınız, beni sürükleye sürükleye kabre götürürsünüz. Böyle yapmazsan hakkım sana helâl olmasın" dedi. Çıkdı dışarıya. Yaaa! Affetmedi o da pâdişahı. Sonra öldüğü vakitde, böyle yapmadılar da, bir hasıra koydular Hazret'i, böyle hasırla sürüklediler kabre kadar, vasiyeti yerine gelsin diye.
www.muzafferozak.com