Mübârek Gecelerde Kandil Yakma Âdeti

4 Mayıs 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Memleketimize mahsûs olarak, Regâib, Mi'râc ve Berat Gecesi gibi bazı mübârek gecelere kandil denilmesinin sebebi, eskiden beri bu gecelere hürmeten ve bu gecelerdeki füyûzât-ı rabbâniyyeye ve nûrânîyyete remz olarak kandiller yakılmasından dolayıdır. Câmileri aydınlatmakda kullanılan kandillerin çok eskiden beri Ramazan-ı Şerîf'lerde daha da çok kullanıldığını, minârelerin de Ramazân-ı Şerîf'e mahsûs olarak kandillerle aydınlatıldığını biliyoruz. Ramazan-ı Şerîf hâricindeki mübârek gecelerde, câmi minârelerinde kandillerin yakılması ve mahyalar kurulması âdeti ise daha sonradır. Bu âdetin tam olarak ne zaman başladığı bilinmese de yaygın olarak kabûl edilen görüşe göre, bu âdet, Sultan 2. Selim zamânında başlamış ve Sultan 3. Murad devrinde yaygınlaşmışdır.

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Kandil, bizim Türkçemizde mübârek bir geceye isnâden verilen bir isimdir. Sonradan minârelerde bu kandilleri yakmışlar. Koca Mustafa Paşa şeyhi bunu îcâd etmiş, mübârek gecelerde kandil yakmayı. Kandilden murâdımız odur yani mübârek gece manâsına söylüyoruz. Kandil kandilini yakmışdır yani nûrunu. Fakat gene câmilerimizi süslemek  için böyle yapmışlar, gayetle güzel bir iş yapmışlardır.
Bu güzel âdetin yayılmasına vesîle olan zât, Efendi Hazretlerinin işâret buyurduğu gibi, İstanbul'un en kadîm ve en mühim dergâhlarından biri olan Sünbül Efendi Âsitânesinde postnişîn olan ve son derece zâhidâne bir hayat yaşayan Necmeddin Hasan Efendi Hazretleridir. Bu zât-ı akdes, mübârek gecelere ve özellikle de Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi olan Mevlid Gecesi'ne çok ehemmiyet verirmiş. Her sene on iki Rebîulevvel'de postnişîni olduğu dergâhın içinde bulunduğu Koca Mustafa Paşa Külliyesindeki câmi-i şerîfin minâresinde kandiller yaktırırmış. Yine böyle bir Mevlid Gecesi pâdişâh 3. Murad Hân, Yenikapı civârında etrâfa oldukça hâkim bir kasırda oturmuş etrâfı seyretmekde iken, Koca Mustafa Paşa semti tarafında bir minârede ışıklar görünce sebebini merâk etmiş ve adamlarını göndermiş. Şeyh Efendi pâdişâhın mesajını getirenlere cevâben buyurmuşlar ki, "Bu gece, Resûl-i Ekrem Efendimizin dünyâyı teşrîf ettiği on iki Rebîulevvel gecesidir. Biz de bu mübârek geceyi ihyâ etmek ve şenlendirmek için bu kandilleri yakıyoruz". Bu cevâb pâdişahın pek hoşuna gitmiş ve bir fermân yazdırarak başda İstanbul'un büyük camileri olmak üzere diğer Osmanlı şehirlerindeki büyük câmilerde de böyle gecelerde kandiller yakılmasını irâde etmişdir.
Necmeddin Hasan Efendi'nin postnişîn
olduğu dergâhın eski bir resmi
Kandil kelimesinin aslı Latince mum, lamba anlamındaki "candela"dır. Latinceden Arapçaya kındîl olarak, oradan da Türkçe’ye kandil olarak geçmişdir. Kelimenin Farsçadaki karşılığı çerâğ, Arapçadaki kardeşleri ise sirâc ve misbâh kelimeleridir. Kur`ân-ı Kerîm'de sirâc ve misbâh kelimeleri birkaç yerde ve teşbîhlerle zikredilmişdir.

Meselâ Sûre-i Furkân'daki "تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُّنِيرًا" âyet-i kerîmesi ile Sûre-i Nuh'daki "وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا" âyet-i kerîmesinde güneş bir kandile benzetilmişdir.

Sûre-i Fussilet'deki "وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ"  âyeti ile Sûre-i Mülk'deki "وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ" âyetinde ise yıldızlar, gök kubbeye asılmış kandillere benzetilmişdir. Ecdâdımızın inşâ ettiği büyük câmilerin kubbelerinden sarkan avizelere asılan ve geceleri ışık saçan kandillere ibretle bakıp biraz tefekkür edecek olursak, âdetâ bu âyetlerin resmedildiğini görürüz.


Sirâc lafzının zikredildiği âyet-i kerîmelerden Sûre-i Ahzâb'daki "وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا" âyet-i kerimesinde ise, bu defa Resûl-i Ekrem Efendimiz nûrlar saçan bir kandile teşbîh edilmişdir ki pek mânidârdır. Zîrâ Allah giden yolu aydınlatan O'dur. Nitekim NÛR, SİRÂC ve MİSBÂH O'nun isimlerindendir.


NECMEDDİN HASAN EFENDİ

Sünbül Efendi Âsitânesi’nin postnişînlerinden Necmeddin Hasan Efendi, Rumeli Alacahisarlıdır. Tahsîl için genç yaşda İstanbul'a gelmiş ve tahsîl-i ulûm ederken kendisine bir hâl gelmiş ve devrin meşhûr mürşidlerinden Hasan Zarifî Hazretlerine intisâb etmişdir. Uzun müddet riyâzât ve halvet ile meşgûl olmuş, şeyhi Hakk'a yürüyünce Yakub Germiyânî Hazretlerine intisâb etmişdir. Mürşidinden hilâfet almış ve irşâd vazîfesi ile Mısır'a gitmiş, orada birkaç sene tâlibleri irşâd ile meşgûl oldukdan sonra, Sünbül Efendi Dergâhı'na postnişîn olarak geri dönmüşdür. Bu makâmda yıllarca bendelerini ihyâ ve irşâd etmiş, ikinci defa haccetmek niyetiyle çıktığı uzun yolculukda, hac farîzasını edâ ettikden sonra dönüş yolunda Yemen'de Hakk'a yürümüşdür. Şu tecellîye bakınız ki Necmeddin Hasan Efendi'nin irtihal ettiği gün O'nun en çok kıymet verip ihyâ ettiği ve minâreleri kandillerle süsleyerek şenlendirdiği gün olan Rebîulevvel ayının on ikinci günüdür. Bendelerinden Cemâleddin Hulvî Efendi aşağıdaki beyt ile irtihâline târih düşürmüşdür.

Hulviyâ de mevtine târih sen
Azm-i 'ukbâ etdi Necmeddin Hasan
1019

Bu zât-ı akdesin bazı menkıbeleri, Cemâleddin Hulvî Efendi'nin Lemezât-ı Hulviyye adlı eserinde kayıtlıdır. Meraklıların bu esere müracaat etmelerini tavsiye ederiz.


Listeye geri dön