1 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri, "جَاهِدُوا فَإِنَّ الْعَقَبَةَ صَعْبَةٌ، وَسِيرُوا فَإِنَّ وَرَاءَ جُمْدَان كَعْبَة" yani "Gayret edin, çünkü sarp yokuş zordur. Yürüyün, çünkü Cümdân'ın arkası Ka`be'dir" meâlindeki vâridi îzâh ederlerken buyuruyorlar ki :
Cümdân, zamm ile, bir dağdır ki taraf-ı Kudüs'den Ka`be'ye memerrdir ki Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm havâss-ı ashâbıyla Ka`be'ye giderken oraya mürûr etmişdir ki onun mâverâsı Ka`be'dir. Ma'nâ budur ki, mücâhede ediniz. Zîrâ tarîk-ı âhiret ve 'akabe-i râh-ı Mevlâ sa'bdır ve oradan hafîfü'l-haml olanlar mürûr ederler. Bâr-ı günâh altında ve ta'allukât-i mâsivâ tasallutunda olanlar ol 'akabeden sühûletle mürûr edemezler. Ve seyr ediniz ki bu Cümdân dağının mâverâsında Ka`be-i Mükerreme vardır ki bu dağı mürûr edip zahmetin çekmedikçe Ka`be'ye nüzûl ve Harem'e duhûl müyesser olmaz. Ya'nî vücûd-ı beşerî dağını verâ-i zahra tarh etmedikçe ve şehvet-i tabîiyye ve hevâ-yı nefsânîden geçmedikçe cennet-i kalbe nüzûl ve harem-i rûhânîye duhûl ve Ka`be-i vasla vusûl hâsıl olmaz.
Pes, Ka`be'ye mutlakan şıkk-ı enfüs ile vâsıl ve müşâhedesine zahmet ile nâil olur. Ve şol ki onu âsân taleb eder bulmaz. Eğer sühûletle hâsıl olsa Kur`ân'da mevâzı'-ı 'adîdede mücâhede ile emr olunmazdı. Ve bu ma'nâdan meşâyih-i tarîkat mürîdleri riyâzât-i şâkka ve mücâhedât-i sakîle ile terbiye ederler ve bu sıklete kâil olmayanlar âhir, "اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَق۪يلًاۜ" sırrına vâsıl olmazlar ve emâniyy-i mücerredeleri ile bir fâideli nesne bulmazlar.
Tefekkür eyle sâhibü't-Tefsîri'l-Kebîr Fahruddîn er-Râzî'nin hâlini ki 'âlim-i ehl-i zamânihî iken Necmüddîn Dâye yüzünden mülzem olıcak insâf edip Şeyh'in emriyle halvetine nüzûl etdi. Fe-emmâ 'ulûm-i resmiyye efkârı onu alıp ve halvetde karâr-dâde olamayıp âhir oradan çıkdı ve kendi murâdı üzerine gitdi. Ve ilâ-hâze'l-ân dillerde dâstân olup ba'zı ahvâli söylenir. Ve sıfât-i nefsâniyyesinin galebesinden Mevlânâ Hudâvendigâr'ın pederi Sultânu'l-Ulemâ'yı sultân-ı Belh'e gamz edip oradan Konya'ya hicretine sebeb oldu. Ve âhir kendi başına dahi nice hâller gelip "كما تدين تدان" (eden bulur) mûcebince dünyâda cezâ-i vifâk buldu. Ve âhiretde, "اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ" vefkınce dahi neler olacakdır, Allâhu Teâlâ a'lem.
İmdi, 'ulûm-i resmiyye ve kavânîn-i 'akliyyeye mağrûr olmayıp 'ilmin sûretinden hakîkatine vusûl ve tevhîdin resminden 'ıyânı dâiresine duhûl lâzımdır. Ve şol ki ta'yîn-i matlab kılmaz ve netîce nedir bilmez, lâ-cerem esbâb-ı mu'ayyene ve mu'înesine dahi teşebbüs eylemez.
֎