10 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Müezzinlik kudsî bir meslekdir zîrâ müezzinler insanları Allah'a da'vet ederler. Hakîkatde da'veti yapan Allah'dır, müezzin bir vâsıtadır ama bu bile bir müezzin için büyük bir şerefdir. Ancak tabîatı gereği bu mesleğin bazı tehlikeleri de vardır. Şöyle ki :
- Da'vet Allah'ın da'veti olduğu için en güzel sûretde yapılmalıdır. Bed sesli bir kimse müezzinlik yapmaya kalkarsa, kaş yapayım derken göz çıkartmış olur. Kulakları tırmalayan bir ezan, bırakınız müslümân olmayanları İslâm'a ısındırmayı, müslümanları bile rahatsız eder. Bed sesle ezan okuyan kimse ne şeref ne de ecir kazanır hattâ halkı İslâm'dan, câmiden, namazdan soğuttuğu için günâha bile girmiş olur. Bu mes'eleye dâir güzel bir hikâyeyi daha önce şurada yayınlamışdık.
- Ezan için vakit de çok mühimdir. Ezan vakitlerini bilmeyen bir kimse müezzinlik yapmaya kalkarsa halkın vebâlini üstlenir, namazını yanlış vakitde kılan, orucunu yanlış vakitde açan bir çok kişinin mes'uliyetini üstüne almış olur. Bu da kaş yapayım derken göz çıkartmakdan farksızdır.
- Ezân, güzel sesli, mûsıkîye âşinâ, ezanın hem elfâzına hem ma'nâsına vâkıf bir zât tarafından okunursa da'vet yerini bulur. Dinleyenlerin kulaklarından kalblerine nüfûz eder ve te'sîrli olur. Ancak eğer bu saydığımız husûsiyyetlere sâhib olan bir müezzin, sesinin ve okuyuşunun güzelliği ile gururlanıp, "ne güzel okuyor" desinler diye yani gösteriş için ezan okursa, kendisi için bir felâket olur. Zîrâ riyâda şirk-i hafî vardır ve Allah gösterişle yapılan amelleri kabûl etmez, reddeder.
İnsanları Hakk'a da'vet eden herkesi müezzin gibi düşünebiliriz. İster hoca, ister vâiz, ister şeyh, ister âlim, isterse sıradan bir kişi olsun farketmez. Öyleyse bu işe soyunan herkesin kendisini bir müezzin yerine koyarak şu soruları sorması gerekir :
1. Benim bu iş için ehliyet ve liyâkatim var mı? Neyin nerede kime nasıl söyleneceğini biliyor muyum?
2. Bu işi maaş için, geçinmek için, şan-şöhret için veya desinler diye mi yapıyorum yoksa sırf Allah rızâsı için mi?
Günümüzde halkı irşâd etmek arzusu ve gâyesiyle ortayan çıkanların çoğunun bu tehlikelere düşdüğünü görüyoruz. Yani bir kısmının liyâkati ve ehliyeti yok, diğer bir kısmının da ihlâsı ve samîmiyyeti yok. Liyâkatsiz olanlar, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, neyi nerede kime nasıl söyleyeceklerini bilmedikleri için insanları dînden diyânetden soğutuyor ve taşıyamayacakları kadar büyük bir vebâl altına girerek hem kendilerini hem de başkalarını ateşe atıyorlar. İhlâsı olmayanlar ise her ne kadar başklarının vebâlini taşımasalar da, kendilerini ateşe atmış oluyorlar. Liyâkati de ihlâsı da olmayan üçüncü bir zümre daha var ki en büyük felâketlere de bunlar sebeb oluyorlar.
Riyâ etme sakın ehl-i hulûs ol cümle kârında
Riyâ şirk-i hafî husrân-ı a’zamla vîrânlıkdır