19 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Her işde, her meslekde, her hâlde üç mertebe vardır. Birincisi tahkîk, ikincisi teşebbüh, üçüncüsü taklîd. Biri işi hakkıyla yapan kişi tahkîk mertebesindedir, ona muhakkık denir. O işi öğrenmeye çalışan kişi teşebbüh mertebesindedir, ona müteşebbih denir. Bir de o işin erbâbı olmadığı hâlde, yapıyormuş gibi gözüken kişiler vardır. Bunlar taklîd ehlidir, bunlara mukallid denir.
Bütün meslek erbâbı için geçerlidir bu hakîkat. Şimdi misâllerini verelim.
Meselâ tecrübeli, işinin ehli hâzik bir tabîb, ne yapdığını bilir, bildiğini en güzel şekilde tatbîk eder ve bu yüzden de tahkîk mertebesini ihrâz eder. Bir de genç, tecrübesiz, yeni yetişen doktor vardır. Onun hedefi hocaları gibi olmakdır ama henüz o mevkîye gelmemişdir. Böyle bir doktor, hocalarına benzemek istediği için, ikinci mertebe olan, teşebbüh mertebesini ihrâz eder. Çünkü onlar gibi olma yoluna girmişdir. Bir de diplomasız doktor vardır, sahtekâr hekimdir bu. O da mücerred kıyâfeti ve âletleriyle doktoru taklîd eder. Gerçekde tıb bilgisi yokdur.
Aynı hakîkat, manevî hâller, manevî meslekler için de geçerlidir. Bunun da misâllerini verelim.
Meselâ mü'mini ele alalım. Pek çok mü'minin îmânı tahkîk seviyesinde değildir. Anasından babasından gördüğü gibi îmân etmişdir o. Bazı mü'min de vardır ki îmânını tahkîke erdirmişdir. Öyle ki hiç bir şey onu îmânından döndüremez. O, Allah'ı görmüş gibi bilir, Allah'ı görüyor gibi hareket eder. Önceki mü'minde de îmân alâmetleri vardır ama muhakkık mü'min derecesinde değildir o, çünkü pek çok eksikleri vardır. Bir de îmânı olmadığı hâlde mü'min olduğunu iddiâ edenler vardır ki bunlara münâfık diyoruz.
Yine sôfîlik de böyledir. Bir sôfî vardır, tahkîk mertebesindedir. Gerçek sôfîdir bu. Hâliyle, tavrıyla, ahlâkıyla kâmil bir insandır. Ahlâkullah ile ahlâklanmışdır, sıbgatullah ile boyanmışdır. Bir henüz kemâle ermemiş olan sôfîler vardır. Bunlar, tıpkı acemi doktor misâlinde olduğu gibi, gerçek sôfîler gibi olmaya özenen, ona uğraşan kimselerdir. Bu itibarla kendilerinde sôfîlere mahsûs hâllerden bazıları mevcûddur. Bir de sahte sôfîler vardır ki bunlar kendilerini sôfî gibi gösteren, bir menfaat îcâbı sôfî kisvesine bürünen ama hakîkatde sôfîlikle hiç bir alâkası olmayan kimselerdir. Sahte doktorlardan bir farkı yokdur bunların.
Yine benzer şekilde, meczûblar da böyledir. Bir meczûb vardır, cezbe-i ilâhî ile kendini kaybetmişdir. Gözü hiç bir şey görmez böyle bir meczûbun. Bir de kendisinde meczûbluk alâmetlerinden bazıları bulunan, gâh meczûb-i hakîkî gibi hâller gösteren, gâh aklı başında insanlar gibi davranan kimseler vardır. Üçüncü zümre ise, kendilerinde cezbeden en ufak bir eser olmadığı hâlde, halka kendisini meczûb gibi gösteren mürâîlerdir.
Kezâ, âşıklar da böyledir. Bir âşık-ı hakîkî vardır. Bir de ona benzemeye çalışan, onun gibi olmaya çalışanlar vardır. İlkinde aşk, safdır, kâmildir, noksansızdır. İkincisinde, nâkısdır. Bir de âşık olmadığı hâlde, kendisini âşık gibi gösteren taklidçiler vardır.
Bir de ârifi ele alalım. Bir ârif var, o irfânı ehlinden tahsîl etmiş ve kendi hayâtına tatbîk etmişdir. Söyledikleri kulakdan dolma yâhud kitâblardan öğrenilmiş bilgiler değildir onun, bizzât idrâk etdiği, hakka'l-yakîn vâkıf olduğu hakîkatlerdir. Bir de gerçek âriflere özenen, onlar gibi olmak isteyen, onların yolunu izleyen kimseler vardır. Bunların istikbâlde onlar gibi olması ümîd edilir. Bir de yalancı ârifler vardır. Bunlar gerçek âriflerin sözlerini ve tavırlarını taklîd ederler, kendilerini ârif gibi göstermeye çalışırlar. Halbuki irfândan eser yokdur bunlarda.
Üçüncüler hapı yutmuşdur, âkıbetleri husrândır onların. İkinciler birincilere mülhakdır. Zîrâ müteşebbihler teşebbüh etdikleri zümreden sayılırlar. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular ki, "Men teşebbehe bi kavmin fe hüve minhüm". Yani kim bir topluluğa özenir ve onlara benzemeye çalışırsa onlardandır.