Muhammed Aleyhisselâm Mir'ât-ı Hakk'dır

10 Aralık 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah
İnsanın yaradılışı ve kıymeti hakkındaki "لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvîm" ve "وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ ve lekad kerremnâ benî âdem" âyet-i kerîmeleriyle beyân olunduğu üzere, Allah, insanı mükemmel sûretde yaratmış ve ona çok büyük bir şeref vermişdir. İnsanın şerefi, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarına mazhariyyetden gelir. Zîrâ Cenâb-ı Hakk, insanı kendi sıfatlarına mazhar kılmışdır. Cenâb-ı Hakk'ın bütün sıfatları insânda, bâhusûs insân-ı kâmilde zâhir olmuşdur. Meselâ Allah'ın ilim sıfatı vardır, insanda da ilim vardır. Allah'ın kudret sıfatı vardır, insanda da kudret vardır. Ne var ki Allah'ın ilmi de kudreti de bâkî ve nihâyetsiz, insanın ilmi ve kudreti ise fânî ve mahdûddur.

Bu mazhariyyetin derecesi, insânın kemâline bağlıdır. Hakk'ın sıfatlarına bütün insanlar kısmen mazhar olsalar da kemâl derecede mazhar olanlar ancak insân-ı kâmil olanlardır. Hakk'ın sıfatlarına mazhar-ı tâmm olan zât da, insânların en mükemmeli olan Fahr-i Kâinât, aleyhi ekmeli't-tahiyyât Efendimizdir. Zîrâ Hakk'ın bütün sıfatları O'nda kemâliyle tecellî etmiş ve bütün âlemlere O'ndan aksetmişdir. Yani te'ayyün-i zât-ı ehadiyyet, Hakîkat-i Muhammediyye ile olmuşdur. "Levlâke levlâke lemâ halaktü'l-eflâk" hadîs-i kudsîsinin sırrı da budur.

Resûl-i Ekrem Efendimizin, "مَنْ رَآنِي فَقَدْ رَأَى الْحَقَّ men ra'ânî fe kad ra'el-Hakk" yani "Beni gören, şübhesiz Hakk'ı görmüşdür" hadîs-i şerîfi de bu hakîkate işâret eder. Zîrâ Cenâb-ı Hakk'ın bütün sıfatları Habîb-i Kibriyâ'da zâhir olmuşdur. İşte Resûl-i Ekrem Efendimize "Mir'ât-ı Hakk" yani "Hakk'ın aynası" denilmesinin hikmeti budur. Şübhesiz O bir mir'ât-ı mücellâdır ve O'na bakan muhakkak ki Hakk'ı görür ancak bunun için göz lâzımdır. Lâzım olan bu göz baş gözü değil, kalb gözüdür. Nitekim O'na baş gözleriyle bakan niceleri, kalb gözleri kör olduğu için Hakk'ı göremediler. Kalb gözüyle görebilmek, hem sûreti hem sîreti insân olanların yapabileceği bir işdir. Sâdece baş gözü ile görenlerin, dört ayaklılardan hiç farkı yokdur. Sûre-i A'raf'daki "وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ " âyet-i kerîmesi gözleri olduğu halde görmeyen, kulakları olduğu halde duymayan, kalbleri mühürlü olduğu için hakîkati idrâk etmeyenlerin, tıpkı hayvanlar gibi hattâ hayvanlardan daha beter olduklarını beyân etmekdedir. Öyleyse hüner, baş gözü ile bakıp, kalb gözü ile görmekdir. Kalb gözleri açık olanlar, erbâb-ı basîretdir. Cemâlullahı görmeye müsta'id ve lâyık olanlar da basîret sâhibleridir.
Âyînedir bu 'âlem her şey Hakk ile kâim
Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim
Listeye geri dön