29 Haziran 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Hazmî Efendi, 1881 yılında Arapgir'de doğmuş, tahsil için İstanbul'a gelmiş, Arapgirli büyük âlim Hüseyin Avni Karamehmetoğlu'ndan icâzet alarak senesinde Bâyezıd Dersiâmları arasına katılmıştır. Senelerce hem camilerde hem de medreselerde ders vermiş, talebe yetiiştirmişdir. Pâdişâh huzurunda yapılan "Huzur Dersleri"nde muhâtablıkta bulunmuş, 25 sene Murad Molla Kütüphanesi'nde (1913-1937) görev yapmış, 10 sene Süleymaniye Kütüphanesi (1937-1947) müdürlüğünü yürütmüştür. Çeşitli şehirlerde ve İstanbul'da önce Süleymâniye daha sonra Fâtih Câmîi'nde yıllarca Mesnevî okutmuştur. Hazmî Efendi, câmide Mesnevî takrîri için izin almak üzere dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasûhî Bilmen'e resmî başvuruda bulunduğunda, Ömer Nasûhî Bilmen ta'zîm ile ayağa kalkmış ve “izin ne demek, buyrunuz, keşke ben de gelebilsem, dinleyebilsem” diyerek hürmet ve muhabbetini izhâr etmiştir. Derslerini dinleyenler arasında meşhûr âlimler de vardır. Meslelâ “ayaklı kütüphane” lakabıyla bilinen meşhûr Gümülcineli Mustafa Efendi'nin, Hazmî Efendi'nin Mesnevî derslerini takip edenler arasında olduğunu ve çevresindekilere de muhakkak takip etmelerini tavsiye ettiğini biliyoruz. Dersleri takip eden zevâttan bilinenler Hâfız Ali Üsküdarlı, Kanî Karaca, Hafız Halil Necati Coşan, Mahir İz gibi tanınmış isimlerdir.

Hazmî Efendi Hazretleri cami derslerinden başka kendi devlethânesinde de sohbet eder, zaman zaman bendegânının evlerine gider sohbet meclislerinde bulunurdu. Böyle bir sohbette anlatmaya başladığı, Süleyman Çelebi'nin “Ehl-i derdin sohbetine mahrem et” mısraını dört ay boyunca tefsir etmiş, ehl-i derd kimdir, sohbeti nasıldır, mahremiyet ne demektir meselelerini bütün incelikleriyle anlatmıştır.
Gençlik yıllarında meşâyıh-ı kirâm-ı Kâdiriyye’den Ali Rızâ Efendi'ye intisâb eden Hazmi Efendi, 1918 yılında Kasımpaşa Uşşâkî Âsitânesi şeyhlerinden Mustafa Hilmî Sâfî Efendi'ye intisâb etmiş, aynı zamanda da dâmâdı olmuştur. Mustafa Sâfî Efendi'den hilâfet alarak İstanbul Fâtih Keçeciler'de bir Uşşâkî Tekkesi olan Şeyh Mahmud Bedreddin Dergâhı'nın son postnişîni olmuştur. Hüseyin Vassaf Efendi'nin bu hususda îrâd ettiği nutuk şöyledir :
Dergeh-i Hazret-i Bedreddîn'e
Post-nişîn oldu Muhammed Hazmî
Bütün erbâb-ı hased cebhesine
Sedd-i Çîn oldu Muhammed Hazmî
Gülşen-i aşka düşünce râhı
Kâm-bîn oldu Muhammed Hazmî
Pûte-i aşkda olunca sâfî
El-emîn oldu Muhammed Hazmî
İlm ü irfânını teslîm ederim
Pek metîn oldu Muhammed Hazmî
Neş'e-yâb etsin onu Hazret-i Hak
Aşk-mekîn oldu Muhammed Hazmî
İrişüp Hazret-i Pîr'den ona feyz
Dâne-çîn oldu Muhammed Hazmî
Oldu dâisi onun Vassâf'ı
Zü'l-yakîn oldu Muhammed Hazmî
Hazmî Efendi Hazretleri, 1959 senesinde Hac farîzasını îfâ etmiş, orada rahatsızlanmış ve İstanbul'a geldikten sonra 29 Haziran 1960 târihinde Hakk'a yürümüşdür. Kasımpaşa'da Feriköy Helvacı Bacı Mezarlığında mürşidi ve kayınpederi Mustafa Hilmî Sâfî Efendi'nin kabrinin başucuna defnedilmişdir. Talebesi Ahmet Mâhir Gedikoğlu, Hazmî Efendi'nin, şeyhi ve kayınpederi Mustafa Sâfî Efendi'nin kabrinin ayakucunda yer olmadığı için onun başucuna gömüldüğünü, defin merasiminde bulunan herkesin “Allah için başucuna lâyıktı” dediklerini aktarmaktadır. Cenâze merâsimine şâhid olanlar, Muzaffer Efendi Hazretlerinin büyük bir cemaat ile, meşâyih-i kirâm hazerâtına mahsûs usûlde, tekbîr, tehlîl ve zikrullah ile icrâ-yı merâsimde bulunduklarını anlatıyorlar. Ahmet Mâhir Bey'in Efendi Hazretlerinin irtihalinden sonra yazdığı ve kendisi hakkında kıymetli bilgiler verdiği hâtıra yazısını şuradan okuyabilirsiniz.
Onu çok yakından tanıyan Hüseyin Vassaf Efendi O'nun hakkında şöyle yazıyor :
"Gâyet zekî, muktedir, nazm u nesrde behre-ver, âşık, ârif, fâzıl bir zâttır. Hakâyık-ı tevhîdde sâhib-i irfândır"
Cemaleddin Server Revnakoğlu ise Hazmî Efendi'den şöyle bahsediyor :
“Son zamanlara kadar hocalıkla şeyhliği, muhterem şahsında pek kâmilâne bir tarz-ı sûrette imtizâc ve izdivâc ettirmiş olmak gibi dikkat ve hayrete şâyân bir muvaffakiyet gösteren Uşşâkiyye'den kütüphâneci Arapkirli Mehmed Hazmî Efendi hocamız…”
ESERLERİ
Hazmî Efendi Hazretlerinin birçok te'lifâtı ve tercümeleri yanısıra birçok ârifâne ve âşıkâne nutukları vardır. İsimlerini tesbit edebildiğimiz eserleri şunlardır :
Telif Eserler :
1. Hüsameddin Uşşâki ve Meşayih-i Uşşâkiye hakkında bir eser (Bu eser maalesef bugün elimizde bulunmamaktadır)
2. Dîvân (Maalesef nutuklarından pek azı tesbit edilebilmişdir)
Tercümeler :
1. Salâhaddin Uşşâkî Hazretlerinin Miftâhu'l-Vücûd adlı eserinin tercümesi
2. İbni Kemâl'in Ulûm-ı Hakâyık'ının tercümesi
3. İbrahim Halebî'nin Risâle-i İrfâniyye'sinin tercümesi
4. Necmeddin Kübrâ'nın Tarîkatnâme'sinin tercümesi
5. İmâm Şa'rânî'nin Keşfü'l-Hicâb'ının tercümesi
6. Fazlullah Hindî'nin Tuhfetü'l-Mürsele'sinin tercümesi
İbn Sînâ’nın Risâlelerinden tercüme ettikleri
7. Hüzün Risâlesi
8. Risaletü'l-fasd - Kan Alınacak Damarlar Risalesi
9. Risâle fî def'i gami'l-mevt - Ölüm korkusundan kurtuluş risâlesi
10. Risâletü's-salât - Namaz Risâlesi
11. Tedbîrü'l-müsâfirîn Risâlesi
Cerîde-i Sûfiyye'de Yayınlanan Makaleleri :
1. Hüsâmeddin Uşşâkî
2. Cemâleddin Uşşâkî
3. Salahaddin Uşşâkî
4. Cihad ve Fezâil-i Cihad
Diğer Makâleleri :
1. Arapkirli Hüseyin Avni Karamehmetoğlu (Bu zât Hazmî Efendi'nin hocasıdır)
2. Karabaş-ı Velî
NUTK-İ ŞERÎFLERİ
Hazret'in nutk-i şerîflerinden bazılarını teberrüken buraya kaydediyoruz. Aşağıdaki ilk nutk-i şerîf, Urfalı Nâbî merhûmun meşhûr na'tına tahmisen yazılmışdır.
NA'T-I ŞERÎF
Fuâdı kâinâtın belde-i mu'cîz-nüvâdır bu
Semâ-paye harem-gâh-ı "Resûl-i Müctebâ"dır bu
Harîm-i 'arz-ı cennet ravza-i "Hayrü'l-Verâ"dır bu
Sakın terk-i edebden kûy-i "Mahbûb-i Hudâ"dır bu
Nazar-gâh-ı ilâhîdir "Makâm-ı Mustafâ"dır bu
Bu dergâh-ı mu'allâya tevessül eyleyen sâil
Bulur her derdine dermân olur maksûduna nâil
Esâtin-i hikem cümle bu hükme oldular kâil
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i 'adem zâil
'Amâdan açdı mevcûdât dü çesmin tûtiyâdır bu
'Uyûn-ârâ-yı 'âlem tûtiyâ na'leyn-i hâkidir
Bu hadrâ kubbede mahfûz o nûrun cism-i pâkidir
Bütün envâr-i 'âlem 'aks-i nûr-i tâb-nâkidir
Felekde mâh-ı nev "Bâbu's Selâm"ın sîne-çâkidir
Onun kandîlidir hûr matla'-i nûr u ziyâdır bu
Müraccahdır bu hâkin her gubârı kadr u kıymetde
Cilâ-bahş-ı 'uyûn olmakda iksîre meziyyetde
Bu cây-ı dil-küşânın bir nazîri yok fazîletde
"Habîb-i Kibriyâ"nın hâb-gâhıdır hakîkatde
Tefevvuk-gerde-i 'arş-ı "Cenâb-ı Kibriyâ"dır bu
Ziyâsı pertev-efşândır bu hâkin mihr ile mâhe
Eder âşıklann da'vet serây-i "lî me'allah"e
Yüzün sür sen de ey Hazmî bu dergâh-ı felek-câhe
Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâhe
Metâf-ı kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu
NA'T-I ŞERÎF
Serâser kâinâtın cânı sensin Yâ Resûlallah
Yine bu cânların cânânı sensin Yâ Resûlallah
Nigâh-ı iltifâtından olur dil-mürdeler zinde
Bu haste-dillerin lokmânı sensin Yâ Resûlallah
Güzellikte nazîrin yok bütün âlem sana âşık
Melâhat mülkünün sultânı sensin Yâ Resûlallah
Mürüvvet kıl kerem kânı beni şâyân-ı ihsân et
Dü âlemde mürüvvet kânı sensin Yâ Resûlallah
Günâhkârım huzûrunda beni afveyle sultânım
Kulun Hazmî diler senden şefâat Yâ Resûlallah
NUTK-İ ŞERÎF
Hakîkat câmesin sanma cihânda her beden giydi
Libâs-ı müsteârı râh-ı Hakk'dan geçen giydi
Libâs-ı aşkı her ki sağa sola meyleden giymez
Anı ancak tarîk-i müstakîm üzre giden giydi
Abâ-yı Mustafâ'yı hiç kimse giymedi amma
Reh-i aşkında terk-i cân eden Veys-el Karan giydi
Açan cân gözlerin amma gül-i pîrâhen-i Yûsuf
Anı ol pîr-i Ken'ân sâhibü'l beytü'l hazen giydi
Cihân-kıymet olan âl-i abâ tâcın nice yıllar
Boyun büküp erenler meclisinde diz çöken giydi
Soyun kesret libâsından eriş "el fakru fahrî"ye
Bu fahr-i pür-safâyı câm-ı vahdetden içen giydi
Riyâ-pûşân ne mümkündür aşk u sevdâ kisvesin giymek
Harâbât kûşesine dost deyû postun seren giydi
Tarîk-i aşk içinde hırka-yı tecrîdi ey HAZMÎ
Cenâb-i Pîr Hüsâmeddîn Uşşâkî Hasan giydi
NUTK-İ ŞERÎF
Gönül şem'-i rûh-i yâre yanar pervânedir şimdi
Firâk ile akan gözyaşlarım dürdânedir şimdi
Nigâh-ı iltifât-ı yâr ile âbâd iken gönlüm
Bu kâşâne sitem tâşı ile vîrânedir şimdi
Dil-i dânâmız evvelce Felâtunu beğenmezken
Bir âhû gözlünün aşkıyla dîvânedir şimdi
İçince câm-ı aşkı gözlerinden zühdü terkettik
Melâmî meşreb olduk tavrımız rindânedir şimdi
Füsûn-ı çeşm-i mestinden halâsım çâresin sordum
Dedi çâren yine bu dîde-yi mestânedir şimdi
Kebûterler değildir lâne tutmuş vech-i cânânda
Şerâb-ı aşk ile memlû birer peymânedir şimdi
Gönül bir leylânın aşkıyla mecnûna dönmüştü
O kıssa vâr ise ancak birer efsânedir şimdi
Safâ-yı hâtıra ettik vedâ'ı hecr-i yâr ile
O zevk-âver ferâgat kûşemiz gamhânedir şimdi
Şerâb-ı aşk-ı lâ'l-i nâb-ı canândan içip Hazmî
Düşe kalka yine azmi der-i canânedir şimdi
NA'T-I ŞERÎF
Âsitân-ı devletindir ka'be-i ulyâ bana
Ravza-i huld-i berînin cennetü'l-me'vâ bana
Ey cemâl-i âfitâbın kıble-gâh-ı ins ü cân
Ebruvânın "kâbe kavseyn" kurb-i "ev ednâ" bana
Gül-femin reşk-âver gül-gonca-i firdevsdir
Dürr-i dendân-ı dehânın dürre-i beyzâ bana
Ey leb-i mu'cîz beyânın menba'-ı âb-ı hayat
Ey zülâl-i lâ'l-i nâbın kevser-i mâ'nâ bana
Ey kelâm-ı mu'cizindir mürdeler ihyâ eden
Nutk-ı cân-bahşındır ancak mu'ciz-i Îsâ bana
Sen kelâmullahı nâtık olduğun burhânıdır
Sûre-i "Yâ-Sîn" ü "Tâ-Hâ" hüccet-i garrâ bana
Koyma zulmetde bu Hazmî kemterin eyle halâs
Ey vücûdu nûrdan bir âyet-i kübrâ bana
NA'T-I ŞERÎF
Bu âlem buldu nûrunla bidâyet yâ Resûlallah
Yine sende bulur âlem nihâyet yâ Resûlallah
Sana ta'zîm için gönderdi "Cibrîl-i Emîn"i Hâkk
Seni dergâhına Hakk etdi dâ'vet yâ Resûlallah
Şeb-i mi'râc husûsî bir tecellîdir sana yoksa
Bütün ânın senin mi'râc-ı izzet yâ Resûlallah
Seni gören görür Hakk'ı ki sen mir'ât-ı Rahmân'sın
Cemâl-i zâtını görmek ne devlet yâ Resûlallah
Senin hâk-i ıtır-nâkin tefâhür eyler eflâke
Harem-i hazretindir arz-ı cennet yâ Resûlallah
Günahkârım huzûrunda beni afveyle sultânım
Ki sensin âleme hüccet-i Rahmân yâ Resûlallah
Der-i devlet-meâbında boyun bükmüş niyâz eyler
Kulun Hazmî diler senden şefâ'at yâ Resûlallah
MERSİYE-İ KERBELÂ
Gelin ey ehl-i velâ cûş edelim çağlayalım
Kerbelâ fâci'asın yâd ederek ağlayalım
Giyelim kisve-i mâtem karalar bağlayalım
Mâtem-i Âl-i Abâ ile ciğer dağlayalım
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri
Bilmek ister misin ey ehl-i velâ n'oldu bugün
Gül-i bâğı nebevî vâh ne yazık soldu bugün
O Hüseyn-i Alevî işte şehîd oldu bugün
Mâtem-i Âl-i Abâ ile cihân doldu bugün
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri
Kerbelâ yazısının şiddeti oldu berter
O havlin ateşi olmuşdu cehennemden eser
Savaşan sadece son kalmışdı Ali Ekber
Atılan bir ok ile oldu şehîd ol gevher
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri
Hastalanmış yatıyordu ol Ali Asgar
İnliyordu bir içim su diyerek o server
Sararıp solmuş idi hayf ki o mâh-ı enver
Bir içim suyu dirîğ etti o zâlim ebter
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri
Sarılıp boynuna Zeyneb dedi ey Zeyn-el-abâ
Edeyim göz yaşım ile seni yavrum işbâ
Ağlıyor şimdi bize rûh-i Cenâb-ı Zehrâ
Göğsüme koy başını ağlama ey mehlikâ
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri
Safter-i kerb-i belâ işte bugün oldu şehîd
Kutve-i ehl-i safâ işte bugün oldu şehîd
Ziynet-i arz u semâ işte bugün oldu şehîd
Nuhbe-i Âl-i Abâ işte bugün oldu şehîd
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri.
İçdi çün câm-ı şehâdet o Hüseyn-i yektâ
Yere düştükde başı titredi arş-ı a'lâ
Göklere çıktı o dem velvele-i vâveylâ
Sen de eflâke çıkar nâleni ey Hazmî-i şeydâ
Soldu eyvâh bugün Fâtıma gül goncaları
Öldürüldü Ali‘nin gönlünün eğlenceleri