Muhammed'siz Muhabbetullah Olmaz - Hutbe - 6 Mayıs 1983 ABD

10 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah

HUTBE

Kâlallahu Te'âlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Kul in küntüm tuhibbunallahe fettebi'ûnî yuhbibkümullahu ve yağfirleküm zünûbeküm vallahu gafûru'r-rahîm.
Sadakallahü'l-azîm.

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, kemâl sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan berî, cemâl sıfatlarıyla muallâ olan Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîn ahkâmı eskimeyecek olan Kitâb-ı Kerîminde, Sûre-i Âl-i Imrân'da, habîbi, mahbûbu, mergûbu Muhammed Mustafâ'ya, Hâtemü'l-enbiyâ'ya, "Habîbim Ahmed, Resûlüm yâ Muhammed kullarıma söyle, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar ki ben de onları seveyim". Demek ki Allah'ı sevenler, Allah'ın sevgisini kazanmak için Hazret-i Muhammed'e, sallallahu aleyhi vesellem, ittibâ etmeleri şartdır. Muhammed'isz muhabbetullah olmaz. "et-turuku ilallahi bi enfâsi'l-halâik". Yani mahlûkatın her nefesi sayısınca Allah'a giden yol vardır. Fakat bütün kapılar seddolunmuş veyâhud bütün kapılardan en kestirme yol, en karîb olan yol, Bâb-ı Muhammediyyet'den girerek Allah'a mülâkat ve vuslat etmekdir. 

Allah'ı seven, Habîb-i Hudâ'ya muhabbet eden kişi, Allah'la ve Peygamber'le beraberdir. "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adi sıdkin 'inde melîkin muktedir" âyetinin beyânına göre, "mak'ad-ı sıdk"dadırlar yani muktedir olan Allah'ın indindedirler. Yine diğer bir âyet-i kerîmede, Sûre-i Nisâ'da, "وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ve men yutı'illahe ve'r-resûle fe ülâike me'allezîne en'amallahu aleyhim mine'n-nebiyyîne ve's-sıddîkine ve'ş-şühedâ-i ve's-sâlihîn, ve hasüne ülâike refîka". Yani Allah ve Resûlünün sevdikleri, Allah'ı ve Resûlünü sevenler, onlar, nebîlerle, sıddîklarla, şehîdlerle beraberdir. 

Günlerden birgün Mescid-i Nebî'de, bir zât, bir a'râbî ayağa kalkarak, Resûl-i Ekrem ve Nebiy-yi Muhterem Hazretlerine şu soruyu sordu, "Mete's-sâ'a yâ Resûlallah". Yani "Kıyâmet ne vakit kopar yâ Resûlallah?" diye kıyâmetin vaktini saâtini sordu.

Burada bir mesele var, söylemeden geçmeyeceğiz. Resûl-i Ekrem, ulûmü'l-evvelîn ve âhirîne câmidir. İlimlerin evvel ve âhirinin cümlesini Allah Peygamber'e bildirmişdir. Dînin bazı sırlarını Resûl-i Ekrem bildiği hâlde söylemekle mükellef değildir. Ammâ söylemekle mükellef olduğu her şeyi ümmetine bildirmişdir. 

Resûl-i Ekrem o zâta cevâb vermeden ayağa kalkdılar ve mübârek, muhterem yüzlerini kıbleye çevirdiler, kıbleye yöneldiler ve Allah huzûruna durdular. İki rekat namaz kıldıkdan sonra tekrar mübârek cemâlini ashâb-ı bâ-safâya çevirdi, "eyne's-sâilu, soruyu soran nerede?" dedi. O zât ayağa kalkdı, "Yâ Resûlallah soruyu soran benim" dedi. Resûl-i Ekrem ona şöyle söyledi, "Kıyâmetin vaktini öğrenip ne yapacaksın? O bir emr-i mühimdir, olacakdır, muhakkak olacakdır. Ama sen vaktini niçin öğreneceksin? Sen onun vaktini öğreneceğine, o gün için ne hazırladın?" dedi. O zât dedi ki, "Vallahi Yâ Resûlallah, benim öyle uzun uzun namazlarım yok, uzun uzun oruçlarım yok, ibâdetlerim yok. Beş vakit namazı kılarım, senede bir ay oruç tutarım, rızkımın bir kısmını fukarâya tasadduk ederim. Elimde olursa. Olmazsa, vücûdumla, lisânımla halka yardım ederim. Başka uzun ibâdetlerim yok. Ama bir şeyim var, ben Allah'ı ve Resûlünü çok severim" dedi. Resûl-i Ekrem dedi ki, "Ey a'râbî, müjde olsun! Mâdem ki sen Allah ve Resûlünü seviyorsun, sen sevdiklerine berabersin. Zîrâ el mer'u me'a men ehabbe, kişi sevdiği ile beraberdir. Sen de benimle ve Allah'la berabersin" buyurdular. "Kişi sevdiğiyle beraberdir. Sen de sevdiklerinle berabersin. Benimle berabersin. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin indindesin, O'nunla berabersin" buyurdular. 

Olacak olur. Yani ne demek istedim? Olacak olur. Bir kıyâmet vardır, insanın ölümüdür. Bir kişi öldü mü onun kıyâmeti kopdu demekdir. Bir de mühim olan kıyâmet vardır ki, emzikli anne emzirdiği çocuğu yere atar, hâmile kadın da hamlini düşürür, vaz eder, o günün şiddet ve dehşetiyle. O günün şiddet ve dehşetiyle, semâ yarılır, denizlerin suları ateşe kalb olur, dağ, dere, tepe kalmaz, rîh-i akîmle dümdüz olur. Semâ yarılır. "اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْۙ*وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْۙ *وَاِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْۙ *وَاِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْۙ ize's-semâün fatarat. Ve ize'l-kevâkibü'n-teserat. Ve ize'l-bihâru füccirat. Ve ize'l-kubûru bu'sirat". Evet semâ yarılır, yıldılzlar dökülür, denizler kaynar, kabirler eşilir, güneş dürülür, "اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْۙۖ ize'ş-şemsü küvviret"

İlkbaharda ölü ardın dirildiği gibi, yerden nebâtâtın uyandığı gibi, kabirler eşilir ve halk, tekrar meydana gelir, ölenler dirilirler. Ve halk mahşer yerine doğru yürür, yollanır. Bu âlemde olduğu gibi, kimi otomobille, kimi burakla, kimi yaya yürüyerek, kimi yüzüstüne sürünerek mahşere toplanırlar. Bu âlemde de insanları böyle görüyoruz, kimisi arabalarla gidiyor, kimi yayan yürüyor, kimi topallıyor, kimi sekiyor, kimi yerde sürünüyor, aynı vaziyetde. Sahabeden biri sormuş, demiş, "Ya Resûlallah, insanlar yüzüstü nasıl yürürler?" demiş. İki ayak üstünde yürüten, yüzüstü de yürütüyor, görmüyor musun yılanları, solucanları? Onların ayakları yok, yüzüstüne sürükleniyorlar, sürünüyorlar, onun remzidir o. 

İşte o şiddetli ve dehşetli günde, Allah ve Resûlünü sevenler, Resûl-i Ekrem'in Livâ-yı Hamd adındaki sancağı altında, arşın gölgesindedir. Mâşâallah, "يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ yevme yekûmü'n-nâsü li rabbi'l-âlemîn", mâşâallah kıyâmda durur halk, mahşer yerinde, hesâbın kurulmasını, defterlerin okunmasını bekler. Kafatasları içerisinde beyinler pişer. Güneş insanların tepesine çok yaklaşdırılmışdır. Ayaklar o günün şiddetiyle şişer. Ağlayanlar, sızlayanlar, yüzleri kara olanlar, gözleri gök olanlar, ellerini ısıranlar, sakal ve saçlarını yolanlar. Fakat Allah ve Resûlünü sevenler, Hazret-i Muhammed'i sevenler, O'nun sancağı altında arşın gölgesindedirler. Allah ve Resûlünü sevenler Havz-ı Nebî'den içerler, Hazret-i Muhammed'in eliyle. 

O günün korkusuyla enbiyânın dizlerinin bağları sökülür ve diz çökerler yere. Bir gulgule işidilir, derler ki, "Âdem Peygamber'e gidelim, babamızdır, Cenâb-ı HakK'a duâ etsin, mîzânı kursun, terâzi yerine getirilsin, herkes ne olacaksa olsun" derler. Ve halk Hazret-i Âdem'e mürâcaat eder. Halk Âdem'e gider, Âdem Peygamber de titremekdedir, dizlerinin bağı çözülmüşdür. Âdem babamız, gözleri yerde, korku ile titremekdedir. Fakat Allah ve Resûlünü sevenler mesrûrdur, yüzleri akdır, nûrlanmışdır. Çünkü Allah vaadinden dönmez. "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah, lâ havfün 'aleyhim velâhüm yahzenûn". Velîler mahzûn olmazlar ve mükdder de değillerdir. Onlar için korku da yokdur. Âdem Nebî der ki, "Benden zelle sâdır oldu, ben size şefâat edemem, siz Nûh Peygamber'e gidin, o ikinci babanızdır sizin, ona mürâcaat edin, o Allah'a duâ etsin". Halk Nûh Peygamber'e gider, "Ey ikinci babamız, bize şefâat et, mîzân kurulsun, hesâb sorulsun, ne olacaksa olsun" dedikleri vakitde, Nûh Peygamber de titremekdedir, Allah korkusuyla kalbi tir tir titrerken der ki, "Evladlarım, benim de şefâata mezûniyetim yokdur. Zîrâ ben kâfir evlâdımı kurtarmak istedim. Siz gidiniz İbrâhim Peygamber'e, Allah'ın halîlidir". Halk Hazret-i İbrâhim'e mürâcaat eder, İbrâhim Peygamber de der ki, "Ben şefâate mezûn değilim, benden de zelle sâdır oldu, Hakk'a yüzüm yokdur, isteyemem bir şey" der. "Siz Mûsâ Peygamber'e gidin" der. Halk Mûsâ Peygamber'e mürâcaat der, Mûsâ Peygamber de mazeret beyân eder, "Şefâate benim kudretim yokdur zîrâ ben de bir kimseyi elimle kazâyla öldürdüm, zelle sâdır oldu. Siz Îsâ Peygamber' e gidin, zîrâ o mesîhdir, rûhullahdır" der. Halk Îsâ Peygamber'e gider, Îsâ Peygamber titremekdedir. Annesi Hazret-i Meryem de titremekde. "Aman" der Hazret-i Îsâ, "bana gelmeyin. Ben mazûrum, çünkü beni Allah'ın oğlu ittihaz etdiler, Allah ittihâz etdiler, annemi ilâhe ittihâz etdiler, bizim Allah'a hiç yüzümüz yok" der. "Dokunmayın bize, siz Muhammed Mustafâ'ya gidiniz". Halk Resûl-i Ekrem'e mürâcaat eder, Resûl-i Ekrem secde eder ve "Yâ Rab, Hasenim, Hüseynim, Rukiyyem, Kâsımım, İbrâhimim, Fâtımem hepsi fedâdır, ille ümmetim" der. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ buyurur ki, "Başını secdeden kaldır, şefâatin makbûldür, ne istiyorsun? Ümmetini sana bağışladım" der, "verdim, sana bağışladım, şefâat et istediğine". Yedi sefer şefâate izin çıkar.  En sonuncusunda der ki, "kalblerinde zerre mikdârı îmân olanlara da ben şefî olayım". Cenâb-ı Hakk, "Onlara da şefî ol habîbim" der, "Zîrâ ben sana söz verdim, ve le sevfe yutîke rabbüke fe terdâ, seni râzı kılıncaya kadar vereceğime söz verdim, onlara da seni şefî eyledim" buyurur. 

Resûl-i Ekrem tekrar secde eder. "Habîbim ne istiyorsun?" der Cenâb-ı Hakk. "Yâ Rab, lâ ilâhe illallah diyenlere ben şefâat edeyim". Hakk Teâlâ buyurur ki, "Muhammedü'r-Resûlullah diyenlerden kalblerinde zerre mikdarı îmân olanlara seni şefî eyledim, ama lâ ilâhe illallah diyenleri bana bırak, onları affetmek benim hakkım" der Cenâb-ı Hakk. 

İşte mü'minler, bu şefâatle beraber Cenâb-ı Peygamber önde, ümmeti arkada cennete varırlar, cennete dâhil olurlar, rıdvâna erişirler, matlab-ı a'lâ maksad-ı rânâ olan, "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ * اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ vücûhun yevme izin nâdira, ilâ rabbihâ nâzıra" cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhî ile müşerref olurlar. 

Şimdi, Allah ve Resûlünü sevenler için bak ne kadar güzel açık, seçik, ferah, refah, necat yollarını gösterdik. "Acaba bunlar böyle olacak mı olmayacak mı?" diye soranlara söylüyorum, sen ister inan, ister tekfîr et, ister inkâr eyle, "فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ fe men şâe fe'l-yü'min ve men şâe fe'l-yekfür", bu böyle olacakdır. Allah'ı seviyorsanız Resûl-i Ekrem'e tâbi olunuz ki, Allah sizleri seve. "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ kul in küntüm tuhibbunallahe fettebi'ûnî yuhbibkümullahu ve yağfirleküm zünûbeküm", günahlarınızı temizleye, tathîr ede, derecâtınızı âlî kıla. Zîrâ Resûl-i Ekrem'e tâbi olanları Allah sevmekdedir.

Kalbleri Allah ve Resûlullah muhabbetiyle tezyîn olan zümreye Allah bizler dâhil eyleye.

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ * إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِينَوَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا

Sadakallahü'l-azîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbelerini 6 Mayıs 1983 (23 Receb 1403) tarihinde Amerika'da çoğu kendi vâsıtasıyla müslüman olan bir cemaate hitâben îrâd buyurmuşlardır. Ses kaydı net olmadığından yalnız yazılı olarak yayınladık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön