Muhkem ve Müteşâbih Âyetler

24 Aralık 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Muhkemat

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :

İnsan Kur'ân'ı iz'ânı ve 'irfânı kadar anlar. İnsan semâya bakdığı vakit, güneşi baklava tepsisi kadar görür, halbuki güneş dünyâdan binlerce kat büyükdür. "Elif-Lâm-Mîm" gibi âyetler müteşabihâtdır. Bunlar Allah ile Peygamberi arasında şifrelerdir. Bunları bilen 'ibâdullah vardır fakat bunları bilmek halka lâzım değildir. İnsanlara öleceği günü bilmek de lâzım değildir, kıyâmet gününü bilmek de lâzım değildir, yarın ne olacağını bilmek de lâzım değildir. Eğer bunları bilmek lâzım gelseydi de Allah bildirseydi, insan bir taşı bir taşın üzerine koymazdı. Onun için insanların bazı şeyleri bilmemesi lâzımdır. Bunlar Hakk'a ve ehlullaha âid ilimlerdir. Allah, bunları ehlullaha bildirir de ehlullah bunları bilir ve o ilmi kaldırabilir.

Efendi Hazretleri Sûre-i Bakara'nın başındaki "Elif-Lâm-Mîm" harflerini îzâh ederlerken buyuruyorlar ki :

Bu harfler elbette bir ma'nâyı hâmil ve elbette bazı esrârı câmidir. Ma'nâ-yı hakîkisi, Allahu Teâlâ ile, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habib-i edibi arasında bir sırdır. Bir de, Resûl-i zîşân aleyhi ve âlihî salavâtullahü'l-Mennân Efendimiz Hazretlerinin talîm buyurdukları sırlara vâkıf zevât-ı zevi'l-ihtirâm bilirler. Ümmet-i Muhammed'in her ferdinin bilmesi ve öğrenmesi îcâb etmediğinden, herkese talîm ve tefhîm olunmamışdır.

Hurûf-i mukatta'a hakkında Tefsîr-i Fethü'l-Kadîr'de Şu'arâ sûre-i celîlesinin başındaki "Tâ-Sîn-Mîm" tefsîrinde, şöyle bir hikâye anlatılmakdadır :

Hazret-i İbn Abbas ile Huzeyfetü'l-Yemânî, radıyallahu tealâ anhü'l-bârî, efendilerimiz, bir yerde sohbet ediyorlarmış. Bilindiği gibi, Hazreti İbn-i Abbas, Cenâb-ı Risâletmeâb Efendimizin amcasının oğlu, Hazret-i Huzeyfetü'l-Yemânî de, aleyhissalatü vesselam Efendimizin sırdaşıdır. Bir zât, bu meclise gelmiş ve Hazret-i İbn Abbas'dan Tâ-Sîn-Mîm harflerinin tefsîrini, ma'nâ ve medlûlunu sormuş. İbn Abbas Hazretleri, "Bu harfler, müteşâbihâtdandır. Bunları öğrenmek sana lâzım değildir" buyurarak tefsîr ve tafsîl etmek istememişler. Hazret-i Huzeyfetü'l-Yemânî, bu zâta sormuşlar, "Sen, bu harflerin ma'nâsını gerçekden öğrenmek istiyor musun?" Suâl sâhibi zât, "Evet, hakîkaten çok merak ediyor ve öğrenmek istiyorum" deyince, Huzeyfetü'l-Yemânî, "Öyleyse dinle" buyurmuşlar ve anlatmaya başlamışlar : "Bir zaman gelecek ki, bir nehir bir şehri ikiye ayıracakdır. Yani bu nehir o şehrin tam ortasından geçecek ve o şehri ikiye bölecekdir. Kıyâmete yakın, o şehirde Evlâd-ı Muhammed'den Abdülilâh nâmındaki zâtı katledeceklerdir. O zâtı katledenler de, sabaha karşı katlolunacaklardır".

Hazret-i Huzeyfetü'l-Yemânî'nin bahis buyurdukları bu şehir Bağdad'dır ki, o târihde henüz yapılmamışdı. Bağdad şehrini Dicle nehri ikiye ayırmışdır. Bin üç yüz küsur yıl öncesinden katlolunacağı bildirilen Irak veliahdı Abdülilah, aleyhissalatü vesselam Efendimizin nesl-i pâkindendir. 1957 yılında cereyan eden bu vukûâtı elbette herkes hatırlayacakdır ki, Abdülilah'ı katlettiren Kâsım da, bir müddet sonra sabaha karşı katlolunmuşdur. Naklettiğimiz bu hikâye, Tefsîr-i Taberî ve Tefsîr-i İbn Kesîr'de aynen kayıtlıdır.

Demek oluyor ki, bu harflerin birer ma'nâsı, belki de bizim fehm ü idrak edemeyeceğimiz binlerce ma'nâsı vardır. Fakat, bunları ümmetin her ferdinin bilmesi ve öğrenmesi lâzım ve muhtemelen câiz de değildir. Nitekim Cenâb-ı Fahr-i Risâlet Efendimiz açıkça beyân buyurmuşlardır, "Ben, Mi'râc'da Rabbimle doksan bin kelimât ile mükâleme ettim. Bunun, otuz binini herkese tebliğ edeceğim. Otuz binini de, ümmetimden rüsûh bulan zevâta tebliğ ve tefhim edeceğim. Otuz bini de, Rabbimle benim aramda kalacakdır". 

Sûre-i Âl-i İmrân'da, "هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ Hüvellezî enzele 'aleykel kitâbe minhu âyâtün muhkemâtün hünne ümmül kitâbi ve uharu müteşâbihât, fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebi'ûne mâ teşâbehe minhu'btigâe'l-fitneti vebtigâe te'vîlih, vemâ ya'lemu te'vîlehû illâllâhu ve'r-râsihûne fî'l-ilmi yekûlûne âmennâ bihî küllün min 'indi rabbinâ ve mâ yezzekkeru illâ ulû'l- elbâb" buyrulmakdadır ki, meâl-i münîfi şudur : 
Ey sevgili Resûlüm, Kur'ân'ı sana indiren ancak Allahu Teâlâ'dır. Onun bir kısmı ahkâmı bildiren muhkem âyetlerdir. Ahkâm-ı ilâhîyi bildiren bu âyetler, Kur'ân'ın aslıdır. Yani insanların bilmeleri, öğrenmeleri ve amel etmeleriyle ilgilidir. Diğer kısmı ise, müteşâbih ayetlerdir. Bunlar, ilmullaha âiddir. Kalblerinde eğrilik bulunan kimseler ise, fitne kasdiyle bu müteşâbihâtı ele alır ve onları kendi fitnelerine âlet ederler, sonra da kendileri de bu fitnelerine tâbi olurlar ve halkı da o fitneye çağırırlar. Kalblerinde fitne olan bu gibi kimseler, yine fitne kasdıyla te'villere saparlar, Kitâb-ı Mübîn'in o müteşâbih âyetlerine, yani halkın anlaması lâzım olmayan hattâ anlaması mümkün olmayan âyetlerine tabi olarak halkı da fitneye sevkederler. Halbuki müteşâbihâtın ma'nâsı, Allahu Teâlâ'nın ilmindedir. Te'vîlini de ancak Allahu Teâlâ ile, Allahu Teâlâ'nın bildirdiği, ilimde rüsûh bulan kimseler bilebilirler. Onlar, 'Biz ona inandık, muhkemi de müteşâbihi de her biri Rabbimiz Allahu Teâlâ tarafındandır, hepsi hakdır' derler.

Muhkem ve müteşâbih âyetler, ulemâ-yı kirâm tarafından türlü türlü tarîf olunmuşdur. Te'vîli bilinen, ma'nâsı anlaşılan ve ümmetin âmil olması gereken emirler ve nehiylerle, kıssaları, ibâdetleri ve duâları ihtivâ eden âyetlere muhkemât yani kulların bilmeleri ve öğrenmeleri îcâb eden âyetler denilmişdir. Müteşâbihât ise, kullar tarafından bilinmesine yol bulunmayan ilmullaha âid âyetlerdir. Şu halde, kulların bilmeleri lâzım olanlara muhkemât ve Hakk ilmine âid olan ve kulların bilmeleri lâzım gelmeyenlere de müteşâbihât deniliyor. 

Bir diğer ma'nâsı da şudur. Müteşâbihâtın te'vîlini ve ma'nâsını Allahu Teâlâ bilir, bir de Allahu Teâlâ'nın bildirdikleri bilirler ki, bunlar ilimde rüsûh sâhibi olanlardır, bunun böyle olduğunu, ancak kâmil akıl sâhibleri tefekkür ve tezekkür edebilirler. İlimde rüsûh bulan zevât, Hazret-i Huzeyfetü'l-Yemânî gibi Allahu Teâlâ'nın ilminden bazı esrâr-ı ilâhîye, Cenâb-ı Rabbü'l-İzzet'in inâyet ve i'lâmı ile nâil olan zevâtdır. Allahu Teâlâ, gerek bu zâta ve gerekse bu zât-ı akdes gibi diğer bazı evliyâullaha hikmet-i Rabbâniyyesi îcâbı bunları bildirmişdir. Ümmetin her ferdinin bilmesi iktizâ etmediğinden, her müslüman bu sırlara erememişdir. Buna mukâbil, muhkem âyetler de, herkes tarafından bilinmesi ve bellenmesi gerekdiğinden, bütün müslümanlara açıklanmışdır. Kaldı ki. kulların bazı şeyleri bilmemeleri, bilmelerinden hayırlıdır.
Dürr döker dilden dile sohbetleri çul-pûşların
Bahşeder feyz-i Hudâ ülfetleri çul-pûşların
'Arş-ı Rahmân'dan iner sermâyesi kalblerine
Dağılır ihvânlara rahmetleri çul-pûşların

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön