Muhyiddîn İbn Arabi Hazretlerinin Haccın Remzlerine Dâir Bir Kasîdesi

21 Ağustos 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Seyr-i Süluk


NUTK-İ ŞERÎF
ve 
ÎZÂHI

أقولُ وروحُ القدسِ ينفثُ في النفسِ
بأنَّ وجودَ الحق في العدد الخمسِ
Ekûlu ve rûhu'l-kudsi yenfesü fi'n-nefsi
Bi enne vücûde'l-hakkı fi'l-'adedi'l-hamsi

Hazret-i Şeyh, nutkunun başında, Cenâb-ı Hakk'ın zât ismi olan Allah lafzına işâret ederek, bu sözlerinin ilhâmât-ı ilâhî eseri olduğunu yani bu hakîkatlerin kendisine Allah tarafından bildirildiğini beyân ediyor.

أيا كعبة َ الأشهادِ يا حرمَ الأنسِ
ويا زمزمَ الآمالِ زمَّ على النفسِ
Eyâ ka`bete'l-eşhâdi yâ hareme'l-ünsi
Ve yâ zemzeme'l-âmâli zemme 'ale'n-nefsi

Hazret-i Şeyh, Ka`betullah'ı ziyâretin müşâhede-i ilâhîye, Harem-i Şerîf'de bulunmanın Hakk'a kurbiyyete, Zemzem suyunu içmenin ise Hakk'a müştâk olan âşıkların vuslat-ı ilâhîye nâil olarak bütün emellerine nâil olmalarına işâret ettiğini beyân ediyor.

سرى البيتُ نحو البيتِ يبغي وصاله
وطهَّرَ بالتحقيقِ من دنس اللبسِ
Sera'l-beytü nahve'l-beyti yebgî visâluhû
Ve tahhara bi't-tahkîki min denesi'l-lebsi

Hazret-i Şeyh, vuslat-ı ilâhîye tâlib olanların emellerine kavuşabilmeleri için harem-i ilâhîye yönelerek gizlice yol almaları lâzım geldiğini ve tahkîk mertebesine ererek mâsivâ kirlerinden arınmaları gerektiğini söylüyor. Harem-i ilâhîye teveccüh etmek demek, Hakk yolunda yalnızca Hakk rızâsını gözeterek yol almak demekdir. Bu yola çıkanlarda cennet arzusu da, cehennem korkusu da olmamalıdır. Gizlice yol almakdan murâd da, riyâdan, süm'adan, gösterişden kaçınmak ve her işi ihlâs ile yapmak demekdir.

فيا حسرتي يوماً ببطن محسر
وقد دلّني الوادي على سَقَر الرِّجْسِ
Feyâ hasretî yevmen bi batni muhassirin
Ve kad delleni'l-vâdî 'alâ sekari'r-ricsi

Muhassir, Mina ile Müzdelife arasındaki bir vâdînin adıdır. Hacılar hep bu vâdîden geçerler. Hazret-i Şeyh, ikisi de "husrân" kökünden gelen  "Muhassir" ile "Hasret" kelimleri arasındaki benzerliğe işâret ederek hacca gidenlerin bütün günâhlardan tövbe ederek, yaptıkları günâhlara nedâmet etmeleri gerektiğini, cehennem vâdîlerinden kurtulup, Hakk'a yaklaşmanın ancak bu yolla olacağını beyân buyuruyor.

تجرَّعتُ بالجرعاءِ كأسَ ندامة
على مشهدٍ قد كان منِيَ بالأمس
Tecerra'tü bi'l-cer'âi ke'sü nedâmetin
'Alâ meşhedin kad kâne minnî bi'l-emsi

Cer'â, kum tepesi ya da kumluk alan demekdir. Burada "Cer'â" ve "Cür'a" kelimeleri ile sıcak bir çölde insanın en çok ihtiyâcı olan şeye yani bir yudum suya işâret edilerek hacca giden kişinin geçmiş bütün günâhlarından pişmanlık duyarak hatâlarını terketmesi gerektiğine işâret edilmişdir. 
وما خفتُ بالخيفِ ارتحالي وإنما
أخاف على ذي النفس من ظلمة الرَّمْسِ
Vemâ hıftü bi'l-hayfi irithâlî ve innemâ
Ehâfü 'alâ zi'n-nefsi min zulmeti'r-remsi

Hayf mevkii, Hazret-i Peygamber'in Vedâ Haccında otağ kurduğu ve cemâatle namaz kıldığı yerdir. Hayf, emânsızlık, zulüm ve esef etmek gibi ma'nâlara gelir. Hazret-i Şeyh, bütün bu ma'nâlara işâret ederek Hayf mevkiine gelen hacının, diğer bütün korkulardan kurtulup ancak Hakk'dan uzak düşmekden korkması gerektiğine işâret etmekdedir.

لمزدلفِ الحجاجِ أعلمتُ ناقتي
لأنعمَ بالزلفى وألحقَ بالجنسِ
Li müzdelifi'l-huccâci a'lemtü nâkatî
Li en'ume bi'z-zülfâ ve elhaka bi'l-cinsi

Müzdelife, Arafat ile Mina arasında hacıların uğraması ve bir müddet konaklaması gereken bir mevkidir. Hazret-i Şeyh Hakk'a yaklaşmak arzusu ile seyr-i sülûk eden kişinin o yolda sülûk edenlerle birlikde hareket etmesi ve seyr-i sülûkün menzillerine riâyet etmesi gerektiğine işâret etmekdedir.

جمعتُ بجمعٍ بين عيني وشاهدي
بوترين لم أشهدْ بهِ رتبة َ النفسِ
Cema'tü bi cem'in beyne 'aynî ve şâhidî
Bi nûreyni lem eşhed bihî rütbete'n-nefsi

Hazret-i Şeyh, haccın makâm-ı cem'e yani vahdete işâret olduğunu, bu mertebeye ermek için de kişinin nefsinden tamâmen soyunarak kesretden kurtulması gerektiğine işâret etmekdedir. Nasıl ki, haccda mahşerî bir kalabalık tek bir vücûd gibi hareket ediyor ve tek bir noktaya doğru akıyorsa, Hakk yolunda yürüyen kişiler de hem yek-vücûd olmalı hem de kendilerini Hakk'ın varlığında yok etmelidirler.

خلعتُ الأماني بعدما كنتُ في منى
وطوّفتها فانظره بالطرد والعكسِ
Hala'tü'l-emânî ba'demâ küntü fî Mina
Ve tavvaktuhâ fenzurhu bi't-tardi ve'l-'aksi

Mina, Mekke ile Müzdelife arasında bir yerdir. Hacılar burada kurban keserler, şeytanı taşlarlar. Hazret-i Şeyh, haccederken buraya uğramakdan maksadın, sâlikin bütün isteklerini terkedip mâsivâdan yüz çevirmesi olduğunu beyân ediyor.

ففي الجمرات الغرّ في رَوْنَق الضحى
حصبتُ عدوِّ الجهلِ فارتدَ في نكسِ
Fe fil cemerâti'l-gurri fî revnaki'd-duhâ
Hasaytü 'adüvvi'l-cehli fertedde fi'n-nüksi

Burada Arafat'dan dönen hacıların Mina'da duhâ vaktinde şeytan taşlamalarına işâret vardır. Hazret-i Şeyh, şeytanı taşlamakdan maksadın, cehlin timsâli olan nefs düşmânını taşlamak ve onu mağlûb etmek olduğunu beyân etmekdedir.

ركنتُ إلى الركنِ اليمانيِّ لأنّ
في اسـْ ـتلام اليماني اليمن في جنة ِ القدس
Rekentü ile'r-rükni'l-yemânî li enne
Fî istilâmi'l-yemâni'l-yümni fî cenneti'l-kudsi

Burada tavâf esnâsında yapılan selâmlamaya işâret vardır ki hacılar tavâf esnâsında Ka'betullah'ın "rükn-i yemânî" denen köşesine geldiklerinde istilâm tabir edilen bir selâmlama yaparlar. Hazret-i Şeyh bu selâmlamanın, Hakk'a kurbiyyet peydâ edenlere mahsûs bir yümn ve berekete işâret olduğunu beyân etmekdedir.

صفيتُ على حكمِ الصفا عن حقيقتي
فما أنا من عُربٍ فصاحٍ ولا فُرسِ
Safeytü 'alâ hükmi's-safâ 'an hakîkatî
Femâ enne min 'urbin fesâhin velâ feresi

Burada Safâ ile Merve arasında yapılan sa'ye işâret vardır. Hazret-i Şeyh, Safâ Tepesine çıkmanın, ilâhî hakîkâtlere vâkıf olan sâlikin safâya erişmesine remz olduğunu beyân etmişlerdir.

أقمتُ أناجي بالمقامَ مهيمناً
تعالى عن التحديد بالفصل والجنسِ
Ekamtü ünâcî bi'l-makâmi müheyminen
Te'âlâ 'ani't-tahdîdi bi'l-fasli ve'l-cinsi

Burada tavafdan sonra Makâm-ı İbrâhîm'de kılınan namaza ve yapılan duâya işâret vardır. Hazret-i Şeyh'e göre bu namaz ve duâ, Hakk'a kurbiyyet peydâ eden sâlikin Hakk'ın yüceliğini idrâkden âciz olduğunu anlamasına işâretdir.
فشاهدتُهُ في بيعة ِ الحجر الذي
تسودَ من نكثِ العهودِ لذي اللمسِ
Fe şâhedtühû fî bî'ati'l-haceri'llezî
Tesveddü min nüksi'l-'uhûdi li zî'l-lemsi

Burada Hacerülesved'e el sürmeye işâret vardır. Hazret-i Şeyh, hacıların Hacerülesved'e el sürmelerini sâlikin Hakk'a bîatına işâret olduğunu beyân etmekdedir. Burada taşın siyahlığının Hakk'a verdikleri ahde sâdık olmayan günâhkârların el sürmelerinden kaynaklandığına da işâret edilmişdir.

وبالحجرِ حجرتُ الوجودَ وكونَهُ
عليَّ فلا يغدو الزمانُ ولا يمسي
Ve bi'l-haceri hacertü'l-vücûde ve kevnüh
'Aleyye felâ yagdu'z-zamânü velâ yümsî

Hazret-i Şeyh, Hakk'a vuslat bulan sâlikin tecelliyâtın şiddetinden mahv-ı vücûd edeceğine işâret etmişdir.

وفي عرفات قالَ لي تعرفُ الذي
تشاهده بين المهابة ِ والأنس
Ve fî 'arafâtin kâle lî ta'rifüllezî
Tüşâhiduhû beyne'l-mehâbeti ve'l-ünsi

Hazret-i Şeyh, Arafat'a çıkmakdan murâdın marifetullaha nâil olmak olduğuna işâret etmiş ve bu makâma erenlerin Hakk'ı üns ile heybet arasında müşâhede ettiklerini beyân buyurmuşdur. Yani ârif-i billah olanların hâlleri bazen üns bazen de heybet üzerinedir.

فلما قضيتُ الحج أعلنتُ مُنشداً
بسيري بينَ الجهرِ للذاتِ والهمسِ
Felemmâ kadaytü'l-hacce u'limtü münşiden
Bi seyriyyen beyne'l-cehri li'z-zâti ve'l-hemsi

Haccını tamamlayan hacı, seyr-i sülûkünü tamamlayan sâlikin remzidir. Vuslata eren sâlik, tıpkı hacıların kat ettiği merhaleler gibi, bir çok merhaleler kat eder ki bütün bu merhaleler, seyr-i sülûkünü tamamlayan âriflere ayân olur.

سفينة إحساسي ركبت فلم تزل
تسيرها أرواحُ أفكاره الخرس
Sefînete ihsâsî rekibtü felem tezel
Tüseyyiruhâ ervâhu efkârihi'l-harsi

Manevî haccını tamamlayanlar Cenâb-ı Hakk'dan başka hiç kimsenin bilemeyeceği bir takım lutuflara nâil olurlar. 

فلما عدتُ بحرَ الوجودِ وعاينتُ
بسيفِ النهى منْ جلَّ عنْ رتبة ِ الإنسِ
Felemmâ 'adet bahre'l-vücûdi ve 'âyentü
Bi seyfi'n-nühâ min celle 'an rütbeti'l-insi

Manevî haccını tamamlayan kimse, varlık âleminden geçer ve nefsini Hakk yolunda kurbân ederek fenâ bulur. 

دعاني بهِ عبدي فلبيتُ طائعاً
تأمل فهذا القطف فوق جَنى الغَرس
De'ânî bihî 'abdî felebbeytü tâian
Teemmel fe hâze'l-fethü fevka cene'l-garsi

Hazret-i Şeyh, Cenâb-ı Hakk'ın "kulum" diyerek kurbiyyetine davet ettiği kimselerin, bu davete seve seve icâbet ettiklerini ve tıpkı hacca giden mü'minlerin telbiyesi gibi "Lebbeyk" yani "Buyur Yâ Rabbi, emrine âmâdeyim" diyerek  Hakk'a koştuklarını beyân etmekdedir. 

فعاينتُ موجوداً بلا عينِ مبصرٍ
وسرَّح عيني فانطلقتُ من الحبس
Fe 'âyentü mevcûden bilâ 'aynin mubsırin
Ve sürrıha 'aynî fentalaktü mine'l-habsi

Hakk'a vuslat bulanlar baş gözüne ihtiyaç duymadan görmeye başlarlar zîrâ onlar artık beşeriyyetden kurtulmuşlardır çünkü ten kafeslerinde habsolmuş olan rûhları âzâd olmuşdur.

فكنت كموسى حين قال لربّه
أريد أرى ذاتاً تعالتْ عن الحسِّ
Fe küntü ke Mûsâ hîne kâle li Rabbihî
Ürîdü erâ zâten te'âlet 'ani'l-hissi
Bu mukaddes yolculuğun sonunda Hakk'a vuslat bulanlar, Mûsâ aleyhisselâmın Allah'dan taleb ettiği şeyi yani O'nu görmeği taleb ederler.

فدكَّ الجبالَ الراسياتِ جلاله
وأصعقَ موسى فاختفى العرشُ في الكرسي
Fe dekke'l-cibâle'r-râsiyâti celâluhû
Ve as'aku Mûsâ fahtefe'l-'arşu fi'l-kürsî

Burada Sûre-i A'raf'daki "وَلَمَّا جَاءَ مُوسَىٰ لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ ۚ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَٰكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي ۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقًا ۚ فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِي" âyet-i kerîmesine işâret edilmişdir. Nasıl ki Mûsâ aleyhisselâm Tûr dağında Allah'a niyâz edip O'nu görmek istediğinde Cenâb-ı Hakk dağa tecellî etti de dağ paramparça oldu ve Mûsâ aleyhisselâm da düşüp bayıldı ise bu mertebeye gelen sâlikin duâsına karşılık zuhûr eden tecelliyât-ı ilâhî de onun aklını ve idrâkini mahveder. 

وكنتُ كخفَّاشٍ أراد تمتعاً
بشمسِ الضحى فانهدَّ من لمحة ِ الشمسِ
Ve küntü ke huffâşi erâde temettu'an
Bi şemsi'd-duhâ fenhedde min lemhati'ş-şemsi

Gündüz güneşinden istifâde etmek isteyen yarasa güneşin tesiriyle nasıl düşüp kalırsa, sâlik de tecelliyât-ı ilâhînin tesiriyle öyle kendinden geçer. Yani sâlikin vücûdu yani maddî varlığı tecelliyât-ı ilâhînin şiddetine tahammül edemez, erir gider.

فلا ذاتهُ أبقى ولا أدركَ المنى
وغودر في الأمواتِ جسماً بلا نفس
Felâ zâtehû ebkâ velâ edrake'l-münâ
Ve gûdire fi'l-emvâti cismen bilâ nefesi

Tecelliyât-ı ilâhînin tesiri o kadar kuvvetlidir ki, sâliki rûhsuz bir bedene, ölüler arasına karışmış bir cesede çevirir yani ifnâ eder.

ولكنني أدعي على القرب والنوى
بلا كيفٍ بالبعلِ الكريمِ وبالعرسِ
Velâkinnenî üd'â 'ale'l-kurbi ve'n-nevâ
Bilâ keyfe bi'l-fadli'l-kerîmi ve bi'l-'ırsi

Bu ilâhî tecelliyâta mazhar olarak, Hakk'da fânî olan sâlik, bu fenâ hâlinden sonra, Cenâb-ı Hakk'ın fazl u keremi ile, Hakk'a kurbiyyete nâil olup, Hakk ile ünsiyyete ve ülfete nâil olur. 

Şeyhü'l-Ekber Hazretleri, bu kasîdesinde hep birinci tekil şahıs ile yani "Oldum, yaptım, ettim, gördüm" diye beyânda bulunmuşdur. Buna rağmen biz bütün beyitlerde hep umûmî ifâdeler kullandık. Zîrâ Hazret'in maksadı kendisini anlatmak değil, hacc-ı manevî yapmak isteyen sâlikâna yol göstermekdir. Nitekim bu kasîdenin sonunda da buna işâret ederek şöyle buyuruyorlar :

Bu yola sülûk etmiş olmayan ve yukarıda beyân edilen erkân ile haccetmeyen ve yaptığı hac sahîh olmadığı halde müşâhede isteyen kişi, "hazretü'l-eyn"dedir. Birâder! Gel sen bu yola sâlik ol ve "er-refîk, er-refîk" diye nidâ et! Böyle yaparsan netîcede bilâ-infisâl isteğine ittisâl edersin ve bilâ-ittisâl ondan infisâl edersin ve zılâlin, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine gece-gündüz ta'zîm ile secdede olur, vesselâm.

Muhyiddîn İbn Arabî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Fettâhî
Listeye geri dön