15 Mart 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Dînî bir ıstılâh olarak mükellefiyyet, bir insanın îmâna dâir esasları öğrenerek kabûl etmesi ve Allah'ın emir ve yasaklarından sorumlu olması demekdir. Bütün âlimlerin ittifakla bildirdiğine göre bir insanın mükellef sayılabilmesi için üç şart vardır :
Akıl
Bulûğ
Hürriyet
- Burada kasdedilen akıl, söyleneni anlayabilme ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırd edebilme kâbiliyyetidir. Bu kadarcık bir akıl bile kulluk için kâfîdir. Deliler akıldan mahrûm oldukları için mükellef değillerdir.
- Bulûğ belli bir yaşa gelmek demekdir. Meselâ küçük çocuklar yukarıda ta'rîf edildiği gbi bir akla sâhib oldukları halde mükellef değildirler çünkü bedenleri bile henüz ekâmül etmemişdir. Cenâb-ı Hakk'ın insanı belli bir yaşa kadar ibâdetlerden muâf tutmasında nice hikmetler vardır.
- Hürriyetden kasdedilen ise kişinin îmânını gizlemek zorunda kalmayacağı, ibâdetlerini yapmakdan korkmayacağı bir hâlde bulunmakdır.
Bunlar zâhirî ma'nâlardır şimdi de bunların derin ma'nâlarına bakalım :
- Yukarıda ta'rîfini verdiğimiz ve belli bir yaşa gelen hemen hemen herkesde bulunan akıl dar bir akıldır ve menfaat üzerine çalışır. Halbuki Allah'a kulluk karşılıksız olursa makbûldür. Allah ihlâs ile yapılmayan amelleri kabûl etmez. Meselâ sevap kazanmak için ve cennete girmek için ibâdet etmek, ya da günâha girmemek ve cehenneme gitmemek için yasaklardan kaçınmak ihlâssız yapılan amellerdir. Öyleyse gerçek bir kulluk için, akl-ı meâş denilen düz akıl yetmez akl-ı meâd lâzımdır.
- Bulûğ bir kemâl işâretidir. Meselâ beş yaşında bir çocuk henüz bedenen kemâle ermediği için oruç tutumakla mükellef değildir. Zîrâ oruç hem bedenî bir ibâdetdir hem de meşakkatlidir, sabır ve tahammül gerektirir. Cenâb-ı Hakk'a gerçek ma'nâda kulluk da her bakımdan büyük sabır gerektirdiği için insanın Allah'a gerçek ma'nâda kul olabilmesi için ma'nen de bulûğa ermesi gerekir. Çoğu insanın başına gelen iyi veya kötü bir takım hâdiseler sebebiyle Allah'a kullukdan yüzçevirmesinin sebebi de ma'nen bulûğa ermemiş olmalarındandır.
- Asıl hürriyet nefse mahkûm olmakdan kurtulmakdır. Nefsine mahkûm olan bir kimse pâdişâh olup cihâna da hâkim olsa hakîkatde köledir. Böyle bir insan nefsine söz geçiremediği için Hakk'a gerçek ma'nâda kulluk yapamaz. Hem nefsinin arzularını yerine getiren hemde Allah'a ibâdet eden bir kimse diliyle ne kadar tevhîd ederse etsin hâliyle şirke girmiş olur. Cenâb-ı Hakk zâtında, sıfâtına ve efâlinde şirkden ve şerîkden münezzeh olduğu gibi kendisine yapılan ibâdet ve amellerde de şirki ve şerîki kabûl etmez.
Asıl hürriyet, nefsin hürriyeti değil, rûhun hürriyetidir. Rûhunu nefsine hâkim kılan kişi, gerçek hürriyeti elde eder. Nefsini rûhuna hâkim kılan ise acınacak bir köledir.
Hazret-i Aşkî