3 Mart 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, târihe çok meraklı olduklarından, bir devrin meşhûr târih profesörü Mükrimin Halil Yinanç ile sık sık görüşürler, sohbet ederlermiş. Bu sohbetler ekseriya akademisyenlerin ve enetellektüellerin rağbet etdikleri kahvehânelerde, kıraathânelerde yapılırmış. Efendi Hazretleri, târih konularında Mükrimin Halil Bey'den çok istifâde etdiklerini söylerlerdi.
Bir akşam dergâhda sohbet esnâsında, babam merhûm, bir hâtırasını naklederek, "Efendiciğim, o gün Mükrimin Halil Bey'e ne güzel cevap vermişdiniz. Hani "sünnetullahda tebdîl olmaz" diye âyet var ya. 'Şakk-ı kamer nasıl oldu, mâdem sünnet tebdîl olmuyor' deyince, 'o da sünnetdendir' demişdiniz de, şaşırıp kalmışdı ya. Sonunda kendini düzeltdi ama o, değil mi?" deyince, Efendi Hazretleri, "Evet, konuşa konuşa düzeldi o biraz, Allah rahmet eylesin. İyiydi o, evliyâya inanıyordu" buyurdular ve sözlerine şöyle devâm etdiler :
Bir gece onunla biz uzun bir mücâdele yapdık. O, reîsü-'l-münâfıkîn Abdullah ibn Selûl'ü müdafaa etdi, ben Resûl-i Ekrem'i müdafaa etdim. Estağfirullah, benim haddim değil. Dedi ki, "Peygamber, asker değildi, bilmiyordu hâdisâtın ne olduğunu" dedi, "Abdullah ibn Selûl, asker adamdı, biliyordu, onun için gitmedi harbe" dedi. "Çünkü Medîne'li halk ne vakit ki harbi dışarda kabûl etdi, kaybetdiler harbi" dedi. "Ne vakit şehirde harbi kabûl etdiler, kazandılar" dedi. Sensin, bensin derken biz birbirimize girdik onunla. Ben dedim ki, "Sen Peygamber'i kendi gözünle gördüğün gibi görüyorsun, Peygamber senin bildiğin gibi değil" dedim. Neyse mücâdele, münazara, saat on ikiye, bire kadar o reîsü'l-münâfıkîni müdafaa etdi. "Şimdi kudsiyyeti bırakacağız, târihî vukûâtı konuşacağız" dedi o. "Peygamber'în kudsiyyetini bir kenara bırakacağız, târihî hâdisâtı konuşacağız" dedi. Mücâdele, mücâdele, saat yarıma, bire kadar. Ben ona itiraz etdim, o bana cevap verdi filan, ve ayrıldık ordan. Fakat benim fenâ hâlde âsâbım bozuldu.
Ertesi akşam da Enver Bey Ankara'ya gidiyor, onu geçirmeye gitdim ben. Gitdim, onun bir arkadaşı daha vardı, Samim Bey. O da ölmüş, münâsibse Allah rahmet eylesin. Enver Bey'i tirene bindirdik gönderdik, onunla kaldık biz. Samim Bey de hoş sohbet bir adam fakat Allahsız. Yani Allah'a inanmıyor, materyalist. Bir lokantaya gitdik, onunla da böyle mücâdele ediyoruz. O içki içiyor, ben içmiyorum. Ben böyle tenhâya durdum. Çünkü halk görürse beni, itikadları bozulur halkın. O içki içiyor. Onunla mücâdele, mücâdele, saat on iki oldu onunla da, orada mücâdelemiz, ertesi akşam. O, Allahu Teâlâ'nın varlığını inkâr ediyor."Yaprak olur, sonra çürür gider. Meyva olur, sonra çürür gider. İnsan da öyledir" diyor. "İnsan bir meyva gibidir, çürür gider, ahret mahret yokdur" diyor. "Eh güzel, fenâ değil" dedim, "Senin bu söylediklerin benim hoşuma gitdi" dedim. "Niye?" dedi. "Yapdığım yanıma kâr kalacak" dedim. "Kimi soydumsa, kime vurdumsa, kimi dövdümse, kimin malını çaldımsa, hep yanıma kâr kalacak, senin söylediğine göre" dedim. "Hoşuma gidiyor senin bu söylediklerin" filan dedim.
Sonra ordan döndük geldik. O vakit Süleymâniye'de oturuyoruz, evimiz orda. Oraya gelince saat on ikiyi çeyrek geçiyor, biz kahvede bire kadar oturuyoruz, ikiye kadar oturuyoruz. Gideyim mi kahveye, gitmeyeyim mi? Yani gitmezsek bir noksanlık hissediyoruz. Alışılmış. Cemaat de bekliyor. Kalkdım gitdim ben kahveye. Bir de bakdım, tek başına oturmuş orda Mükrimin Halil Bey. Beni soruyormuş, "Gelmedi mi Efendi, gelmedi mi Efendi, gelmedi mi Efendi?" diye. Ben içeri bir girdim, "Aman geldi! Ben de seni bekliyorum burda" dedi. "Aman birader, dün gece Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi gördüm" dedi, "rüyâda bana hakâret etdi" dedi. "Ben târihde okudum, Peygamber birine hakâret ederse, başı belâya girer o adamın" dedi. "Benim sonum iyi olmayacak. Sen dün akşam haklıydın, ben haksızlık yapdım" dedi. Ödü patlıyor, eli ayağı titriyor korkudan. "Genc Osman'a bir tokat atdı, tahtından düşdü" dedi, "filancaya rüyâda şöyle yapdı" filan dedi. "İltifat ederse iyidir ama böyle bağırıp çağırırsa hiç iyi olmaz" dedi. "Dün akşam bana bağırdı, çağırdı" dedi. Onun için ödü patlamış, korkudan ağlıyor.
Ben dedim ki, "Bak, sen aklı başında bir adamsın, profesörsün. Hiç Peygamber'le uğraşılır mı! Übeyy ibn Selûl denilen herif, reîsü'l-münâfıkîn, sen onun tarafını tutuyorsun. Burada hikmet-i Hudâ var. Peygamber'i dinlememenin netîceleri ortaya çıkacak ve halka büyük bir ibret olacak. Onun için bu hâdise böyle zuhûr etdi". İşte ondan sonra yanaşdı biraz İslâm'a.
Bir akşam geldi, "Dün akşam nenim başıma bir iş geldi" filan dedi. "Allah aşkına bunu halka söyleme, benim kuyruğuma teneke bağlarlar" dedi. "Biliyorsun ben Kânûnî Sultan Süleyman'ı çok severim" dedi. "Dün akşam kafayı çekdim, içimden geldi, gideyim bir Fâtiha okuyayım dedim, gitdim türbesine" dedi. "Kendi zâhir oldu, geldi. 'Sen böyle sarhoş kafayla benim karşıma ne geliyorsun!' dedi, bana iki üç tokat atdı, beni yere yıkdı" dedi. "Allah aşkına bunu benim sağlığımda söyleme, benim kuyruğuma teneke bağlarlar. Ben öldükden sonra söylersin" dedi. "Bak yüzüme, tokat izleri var yüzümde" dedi. Yaaa!
O düzeldi yani velhâsıl. Sonra bak dikkat edilirse terbiyesine, inşâallah terbiyesinden dolayı Allah affetmişdir onu. Yassıada'ya çağırdılar onu. Dinlemediniz mi? Neydi Yassıada'daki o hâkimin ismi? Başol. Başol dedi ki Mükrimin Halil Bey'e, "Filancanın evinde toplanmışsınız, böyle böyle bir konuşma olmuş" dedi. "Siz de ordaymışsınız, bunu bize nakledin" dedi. Mükrimin Halil Bey dedi ki, "Ben böyle bir şeyi hatırlamıyorum" dedi. "Oraya toplandık ama konuşulanları hatırlamıyorum" dedi. "Sen zeki adamsın, senin zekan ve hâfızan çok kuvvetlidir, bunu söyleyeceksin, îzâh edeceksin" filan dedi. Dedi ki, "Hayır, ben duymadım". Nasıl duymazsın, ordaymışsın" dedi. "Belki uyumuşumdur" dedi, "ekseriya ben şekerleme yaparım" dedi. Terbiyeli adam. Söylemedi yani orda ne olduysa, ne konuşulduysa. Yassıada'ya çağırdılardı. Sonra işte o hengâmede öldü, Yassıada hengâmesinde öldü.
Hâfız-ı Kur`ân'dı kendisi. Hâfız-ı Kur`ân'mış, sonra Fransa'ya gidince, Fransa'da tanassur etmiş. Hani şu İsmâil Hâmi Dânişmend vardı ya, o söylemiş, "o tanassur etdi" demiş, Mükrimin Halil için. Mükrimin Halil de onun için söylemiş, "o tanassur etdi" demiş. Sonradan Mükrimin Halil Bey'in müslüman olduğuna ben şâhidlik ederim. Gece Kur`ân okurdu, "Bir cüz Kur`ân okumadan yatmam ben" derdi bana. Ve benim Fahri Efendi Hazretlerinden evvelki mürşidime de muhabbeti pek çokdu, onu hürmetle yâd ederdi, ismi anıldığı vakitde ayağa kalkardı, o kadar hürmet ederdi. Terbiyeli adamdı, efendi adamdı.
Çok istifâde etdik biz kendisinden. Kahve fakülte gibiydi. Bütün profesörler oraya gelirler, akşam sohbet olur. Münkiri, mü'mini, fâsıkı, âbidi, hepsi toplanır oraya. Avam karışmaz, avam dinler yalnız. Münâzara olur, sohbet olur, târih, dînî sohbet. Hattâ bunun hesâbını sordular bana birinci şubede, 60 senesinde beni içeri aldıkları vakit. Siviller gelmiş, hep orda not tutmuşlar.
www.muzafferozak.com