19 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurmuşlardır ki,
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Lâ yü'minu ehadüküm hattâ yuhibbu mâ yuhibbu li nefsih.
Hiç biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe îmân etmiş olmaz.
Bütün mü'minlerin dikkatle üzerinde durması ve hiç hatırdan çıkarmaması gereken bu hadîs-i şerif, hem çok şumullü hem de büyük hikmetlerle doludur. O hikmetlerden bazılarını dilimizin döndüğü kadar îzâh etmeye çalışalım :
- Dikkat ederseniz, hadîs-i şerîfde, îmân için bir şart koşulmuşdur ve bu şart, hepimizin ezbere bildiği altı şartdan biri değildir. Âmentünün maddelerini dil ile söyleyip kalb ile tasdîk eden îmân etmiş olur ama bu kavlî ve taklîdi bir îmândır. Hadîs-i şerîfde bahsedilen îmân ise, fiilî ve tahkîkî olan îmândır ki insanı felâha ve necâta götürecek olan gerçek îmân da budur. Lafzî ve taklîdî olan îmân cesede, fiilî ve tahkîkî olan îmân ise rûha benzer. Rûhsuz cesed hiç bir işe yaramaz. Bunu basitçe şöyle de ifâde edebiliriz. Ahlâkı bozuk, zâlim ve gaddar bir kimse için, "O adam insan değil" denir. Bu sözden maksad, o kimsenin sîretinin insan olmadığını beyân etmekdir.
- Burada îmânın hakîkati olan tevhîde de işâret vardır. Zîrâ mü'min tevhîd ehlidir. Tevhîd, birlik demekdir. Bütün mü'minler tek bir vücûdun uzuvları gibidir. Kendisinde birlik şuuru olmayan kimse, îmânın hakîkatinden bîgânedir. Birlikden ve birliğin îcâblarından nasîbi olmayanlar da gerçek ma'nâda mü'min sayılmazlar.
- Bu hadîs-i şerîfde îmân hakîkatlerinden emniyete de işâret vardır. Mü'min, elinden dilinden herkesin emîn olduğu kimsedir. Mü'min, başda mü'minler olmak üzere herkese emniyet, selâmet ve saâdet bahşeden kimsedir. Mü'min kendini kurtarmakla yetinmez, başkalarının selâmeti için de çalışır. Hiç bir şey yapamıyorsa, duâ eder.
- Burada îmânın özü olan muhabbete de işâret vardır. Mü'min muhabbet insanıdır, başda mü'min kardeşleri olmak üzere herkese muhabbet eder, halkı Hakk'dan ötürü sever. Bu sevginin tezâhürü de Allah'ın nimetlerini başkaları ile paylaşmak, herkesin o nimetlerden istifâde etmesini arzu etmek, hattâ kendi hakkından ferâgat etmek, fedâkârlıkda bulunmakdır.
- Hadîs-i şerîfde "kendisi için istediğini" tabiri kullanılmış, tafsîlât verilmemişdir. Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına muhâlif olmamak şartıyla, maddî-manevi, dünyevî- uhrevî, her şey bunun içine girer. Mal-mülk de buna dâhildir, sıhhat-âfiyet de, huzûr ve saâdet de buna dâhildir, ilim-irfan da, cennet de, rızâ-yı ilâhî de. Kısacası mü'min "rabbenâ hep bana" diyenlerden olamaz, herkesin iyiliğini ister, herkes için duâhân olur.
- Hadîs-i şerîfin tercümesinde "istemek" diye tercüme ettiğimiz "yuhibbu" kelimesi aynı zamanda "hoşuna gitmek", "râzı olmak", "memnûn olmak" gibi ma'nâlara da gelir. Yani mü'min, mü'min kardeşini kıskanmaz, ona hased etmez tam aksine kardeşinin bir nimete nâil olması onu sevindirir, memnûn eder.
Ey cümle halkın râzıkı fazlınla neşr et rahmeti
Sensin veren düşmana dosta bu cihânda ni'meti
Biz eyledik îmân sana yok birliğinde şübhemiz
Sen bize in'âm eyledin 'irfân u vahdâniyyeti