Mürşid Mürîdini Nasıl Tedâvi Eder?

21 Ekim 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Şeyh, bir tabîb-i hâzik gibidir. Mürîd de, kalb hastalığına dûçâr olmuş bir hasta gibidir. O tabîb-i hâzika mürâcaat eder. Eğer o tabîb, hakîkaten tabîb-i hâzik ise, ona bir takım ilaçlar verecek, perhizler verecek, bunu ye, bunu yeme, bunu tut, bunu tutma, böyle yat, böyle kalk diyecekdir. Eğer hasta doktorun dediklerini tutarsa, mutlakâ sıhhate kavuşacakdır ama tutmazsa, o vakit helâke gidecekdir.
Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi mürşid ile mürîd arasındaki münâsebetler, doktor ile hasta arasındaki münâsebetlere benzer. Nasıl ki işinin ehli olan bir doktor, önce hastasının hastalığını teşhîs ederse, mürşid de önce mürîddeki hastalıkları tesbît eder. Nasıl ki iyi bir doktor, hastalığı teşhis ettikden sonra o hastalığa çâre olacak ilaçları da vererek hastayı iyileştiriyorsa, kâmil bir mürşid de mürîdin hastalığına göre bir takım ilaçlar vererek ondaki illeti ortadan kaldırır.

Tedâvî kısmına gelince. Bu da iki yolla olur. Birincisi ilaç, ikincisi perhizdir. Yalnız ilaç alıp perhiz yapmayan hasta şifâ bulamayacağı gibi yalnız perhiz yapıp ilaç kullanmayan hasta da derdine devâ bulamaz. Manevî hastalıkların bir numaralı ilacı zikirdir, perhizi de riyâzetdir. Hizmet de tedâvînin önemli bir unsurudur. Hizmet yerine göre ilaç, yerine göre perhiz hükmündedir. Bunları bir kaç misâl ile îzâh edelim. Meselâ;
 
Kibir illetine mübtelâ olan bir mürîde, mürşid, nefse ağır gelen bir vazîfe verir. Meselâ ona helâ temizletir yada fukarâya hizmetle görevlendirir veya halk nazarında hakîr ve kerîh görülen bir iş verir. Mürîd, nefsine ağır gelen bu işleri yapa yapa kibirden kurtulur.

Eğer müridde riyâ illeti varsa, mürşid onu kimsenin göremediği yerlerde ve bilmediği işlerde çalıştırır, farzlar hâricindeki ibâdetlerini de hep gizli yapmasını emreder. Böylece onu riyâdan kurtarıp ihlâsa eriştirir.

Eğer mürîd ucub getirmişse yani ibâdetlerine güvenmeye başlamış ve yapdığı ibâdetlerden dolayı kendisini başkalarından üstün görmeye başlamışsa, mürşid ona, farzlar dışında yapdığı bütün ibâdetlerin sevâbını başkalarına bağışlamasını emreder. Böylece onu ucubdan kurtarır. 

Eğer mürîdde tamah illeti varsa yani mala-mülke düşkünlük, cimrilik gibi hastalıklar varsa mürşid ona infâkı yani vermeyi emreder, ona para harcatır, hayır yapdırır. Öyle ki vere vere cimrilikden kurtulur, cömertliği huy edinir.

Diğer kötü huylar ve manevî hastalıklar da bunlara kıyâs edilebilir. Tabii bu saydıklarımız yalnızca birer misâldir, yani çâreler bunlardan ibâret değildir. Tedâvînin şekli, kişiye, zamâna ve zemîne göre değişir.

Tabii tedâvînin başarılı olabilmesi için iki önemli şart vardır. Nasıl ki hastanın iyi olabilmesi için öncelikle doktorun iyi bir doktor olması gerekli ise mürîdin ıslâh-ı nefs edebilmesi için de mürşidin kâmil bir mürşid olması gerekir. Diğer tarafdan, doktor mükemmel bir doktor olsa da hastanın da doktorun tavsiyelerini harfiyyen yerine getirmesi şartdır. Yani mürîdin mürşide teslîmiyyeti elzemdir.

Büyük mürşidlerimizden Erbilli Esad Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki :
"El-ilmü ilmân, ilmü'l-ebdân ve ilmü'l-edyân" hadîsi şerîfine nazaran, ilm-i tabâbet ile ilm-i diyânet arasında bir hayli, münâsebet vardır. Binâenaleyh bir ma'lûl evvelâ bir tabîbe mürâcaat eder, ilâcını, himyesini vesâir malzemesini öğrenir ve tabîbin emrini tamâm icrâ eder. Lâkin matlûb olan şifâya nâil olamazsa şübhesiz diğer bir tabîbe mürâcaat eder ve muateb olamaz. Şu kadar var ki, aldığı emirlere riâyet etmediği takdirde, kusûr ve itâb kendisine teveccüh eder. Kezâlik bir sâlik ile bir mürşid arasındaki hâl ve keyfiyyet bu minvâl üzeredir. Bir sâlik mürşidin emirlerini, nehiylerini icrâ etdikden sonra, matlûb olan netîceye nâil olamadığı takdirde, diğer bir mürşidi aramakda ma'zûrdur, hem de aramalıdır.
El-ilmü ilmân, ilmü'l-ebdân ve ilmü'l-edyân.
İki ilim vardır, biri beden, biri dîn ilmidir.

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön