21 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Büyük bir velî, Ramazan gününde bir şehre giren dervîşine "oruç yiyerek gireceksin" diyor, halkın içerisinde. Kendi de öyle yapmış. Oruç yiyerek girmiş, halk taşa tutmuşlar, yuh çekmişler, dövmüşler, hapsetmişler. Sonra gelmiş Efendi, "Mütetâbiayn altmış gün keffâret bir gün kazâ" demiş, "haydi bakalım orucu tutun". Orucu yedirdi ama sonra cezâsını verdiriyor. Kendi de öyle yapmış. Bayezid-i Bistâmî gitdiği vakitde Bistam şehrine, halk bütün ayaklanmışlar, Hazret-i Şeyh'i karşılamaya, nefs başını kaldırmış, hemen oruç yemiş. Oruçluymuş, orucu bozmuş Ramazan günü. "Üüüü" demişler, "biz bunu evliyâ diye karşılamaya çıkdık, bu herif oruç yiyor, mülhid herif" filan, taşa turmuşlar.
Hakk'a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan.
Meşâyihe âid şeylerdir bunlar. Ama benim gibi yarım şeyhlere değil, ârif-i billah olursa o yapar o işi.
Teslîm olan kişiye verilen dersden gayrı ders yapamaz. Kur`ân okuyamaz, Efendi müsâade etmediyse. Kur`ân yâhu! Okuyamaz, olmaz. Teslîmiyyet böyle olacak. Onun Kur`ân okuma devri değildir o. Bir zaman gelir, Kur`ân'ı yüzünden okuyamadığı hâlde, manâ-yı Kurâniyyeye âşinâ olur. Müftüyü susdurur. Sırr ile. Çünkü sôfiyye, kalb temizliğidir. Kalb aynasını temzilemekdir. Diğeri ilimdir. Ondan akseder oraya. Şimdi bir yazının karşısına bir ayna koyarsak, aynayı silersek, o yazı o aynaya aksetdiği gibi, ulemânın kalbindeki bulunan kisbî ilim, kalbi tezkiye eden kişinin kalbine vurur. Onun için susdururlar. Mevlânâ da bunun hikâyesini anlatıyor Mesnevî de. Ama kendi kendine değil. Bir adam bunu kendi kendine yapmaya kalkarsa o vakit, şeytan olur o. Şeytan'dır onun mürşidi.
Efendisine tam teslîm olacak, Efendisi onu ıslâh-ı nefs etdirecek. Söz dinleyecek evvelâ. Birinci şart söz dinlemek. Nefs-i emmâresine dokunduğu vakitde kuyruğu yukarı kaldırırsa ondan hayır gelmez, olmaz. Olmaz, bir şey olmaz. Ama dervîşe sayarlar, işte sürüde bulunduğu için. Uyuzu, giciklisi, topalı filan sürüden sayılır, o kadar. Yani, "men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm", kendisini sôfiyyeye teşbîh etdiği için oradan sayılır o ama adam olmaz. Yaaa! Mutlakâ efendisini görmesi lâzım. Huzûrda edeble oturması lâzım. Fazla konuşmaması lâzım. Ne derse öyle yapacak. Mâlen, bedenen hizmet edecek. Öyle söylüyor büyükler. Ben söylemiyorum, büyükler öyle koymuşlar kâideyi. Fîhi Mâ Fîh'de Hazret-i Mevlânâ söylüyor zâten, oku da bak. "Ben dervîşlerime demiyorum ki bütün servetinizi bana getirin diye. Karınızı boşayın da bana verin de demiyorum" diyor. "Hâlâ yan çiziyorlar bana" diyor Cenâb-ı Mevlânâ.
"Bacıyı bırak" der, bırakacaksın. Bizim beğenmediğimiz sofu bunu yapdırabiliyor. Ama biz öyle şeylere dokunmuyoruz. Islâha gidiyoruz biz, imhâya değil.
Bir şeyh dervîşlerine demiş ki, "Şu karşıki konağın içine girip, bahçe tarafındaki pencerenin yanındaki konsolun içerisinde mücevherler var, para var, kim çalacak?" demiş. "Hırsız arıyorum, hırsız arıyorum, var mı hırsız içinizde?". Baş halîfeye söylemiş, "Efendi, hiç öyle şey olur mu!" demiş, "Allah'a isyânda kula itâat olmaz" demiş. İlmi var onun çünkü. Horozlanmış. Oradan birisi, "Eyvallah Efendim, ben varım" demiş. "Haydi git, al da gel" demiş şeyh. Gitmiş, almış, getirmiş. Hakîkaten de dediği yerde efendinin. O gece konak yanmış. Adam gelmiş, evde yokmuş adam, konağın yandığını görünce, "Mahvoldum! Eyvâh! Çoluğum çocuğum meydanda kaldı!" diye feryâda başlamış. Hazret-i Şeyh adamı çağırmış, "Gel buraya, al paralarını, buyurun, bu kadarını kurtardık" demiş. Çaldırdı parayı, sâhibine verdi. Çaldırmamış, yanmasın diye kurtarmış. Zâhirde sirkat görünüyor, hakîkatde yardım.
Bir zât-ı muhterem dervîşleriyle beraber oturuyormuş, İkindi Namazı okunmuş, dervîşler hemen ayağa kalkmışlar, "Efendim câmiye..." diyecek olmuşlar, "Oturun! İşittim ezanı ben" demiş. Halk câmiye girmişler, bir müddet sonra kubbe aşağı inmiş. "Nerede o İkindi Namazını kılacak olan zevât?. Şimdi kılalım ikindiyi, haydi kalkın". Orada kılmışlar ikindiyi.
Senin nene lâzım. Otur der oturacaksın. "İşim var efendi ben gideyim". "Otur" dedi mi oturacaksın. Gidersen bir belâyla karşılaşırsın. Belâyı önler o. Görür onu o. Sen görmezsin onu, bilmezsin. "فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ fe elhemahâ fücûrahâ ve takvâhâ". O, ilhâmât-ı rabbânî ile olur. Allah öyle diyor. Diyor ki Hazret-i Pîr Efendimiz, büyükler de öyle söylüyor hepsi, "meşâyih-i kirâm hazerâtına karışmayın" diyorlar. Size düşen vazîfe neyse onu yapın siz. Onlar Hakk'la beraberdir, bırakın onları kendi hâline.