Mürşidin Aleyhinde Konuşana Cevap Verilmez

22 Şubat 2017 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf
Bir önceki yazımızıda Ca'fer es-Sâdık Hazretlerinin kendisine hakâret eden bir densizi nasıl irşâd ettiğini ve bu sûretle bizlere de ne güzel bir edeb dersi verdiğini anlatmışdık. Başımıza gelenlere dâimâ sabr ederek, her şeyi Allah'dan bilerek, bize kötülük edenlere bile kîn tutmayıp, düşmanlık yapmayarak, kötülüğe iyilikle karşılık vermenin fazîletinden bahsetmişdik.

Ca'fer es-Sâdık Hazretlerinin o menkıbesinden alınacak mühim bir dersi de bu yazımızda beyân etmek istiyoruz. Menkıbeyi dikkatlice okuyanlar/dinleyenler mutlakâ farketmişlerdir, İmâm Ca'fer Hazretlerine hakâretler edilirken, Hazret-i İmâm hiç ses çıkarmadığı gibi o meclisde bulunan ihvân u yârânı yani talebeleri ve sevenleri de sessiz kalmışlardır. Halbuki böyle bir durumda biz, hepsinin "vay sen böyle bir zâta nasıl hakâret edersin, seni şöyle yaparız, böyle yaparız" diyerek en azından söz ile cevap vermelerini hattâ fiilen müdâhele ederek yaka-paça dışarı atmalarını, belki tekme-tokat sille-yumruk hakkından gelmelerini bekleriz değil mi? Halbuki o edebsiz herif, Hazret-i İmâm'a ağza alınmayacak hakâretleri sayıp dökerken hepsi sessiz sedâsız oturmuşlardır. Acabâ neden?

İşte bu, "âdâb-ı tarîk"den mühim bir meseledir. Mürşidler, kendileri aleyhinde konuşanlara, sabredip hiç cevap vermedikleri gibi, bendelerinin yani dervîşlerinin de o kişiye cevap vermesini, kendisini müdâfaa etmesini katiyyen istemezler. Hele hele edebsiz birinin kullandığı çirkin sözlere karşılık aynı çirkinlikde küfür ve hakâret dolu sözler edilmesine aslâ râzı gelmezler. Bu hususda, büyük mürşid Hazret-i Pîr Nureddin Cerrâhî Kuddise Sırruh Hazretlerinin dervîşlerine şu nasîhatı bize çok büyük dersler vermekdedir :

"Halk arasında şeyhini medh veyâ zemmetseler, karışmaya ve dinlemeye ve i‘tikâdını bozmaya. Zîrâ şeyhler kendilerini halka zemmettirirler. Halk arasında mezmûm olup âlem-i ma‘nâda mahmûd oldular. Belki nice hark-ı âdete ve tayy-i mekâna ve zamâna mazhâr idiler. Sâlike lâzım olan ve mukayyed olan budur ki, şeyhi hakkında hüsn-i zann eyleye. Zîrâ meşâyih bi-inâyetillâh-i teâlâ ve tevfîkihî hevâdan mahfûzlardır. Pes, imdi hevâdan mahfûz olan kimse, halka mürâcaata muhtâc değildir. Ve onlardan aslâ havf u recâsı yoktur. Bu ma‘nâ kendinde kemâl bulsun diye, kendini halka mezmûm edip bi’l-külliyye kat‘-ı alâka ve habl-i metîn-i kudrete kendini müstahkem rabt eder ki, kazâ ve kader her ne ise, onda hükmünü icrâ eyleye."
Hazret-i Pîr Efendimiz, bu nasîhatında mes'elenin hikmetlerini, daha çok mürşid açısından beyân buyurmuşlardır. Sâlik yani dervîş açısından bakılacak olursa şunları zikretmek gerekir : 
1. Sevdiği kişiye hakâret edilmesi insanın nefsine en ağır gelen şeylerden biridir. Mâdem ki tarîkat-i aliyyenin esâsı nefs ile mücâdeledir öyleyse dervîşin nefsine ağır gelen şeylere sabretmesi lâzımdır.
2. Tarîkat-ı aliyyenin en önemli düstûru tezkiye-i kalb yani kalbi kötü sıfatlardan temizlemekdir...Bu kötü sıfatlardab biri de "kîn"dir. Böyle hâllerde kişi, kötü sözle saldıran kişiye cevap vermekle kalbindeki adâveti ve kîni arttırır, halbuki maksad kînden kurtulmakdır.
3. "Taş atan bizden attıran bizden değildir" düstûrunca, her aleyhde bulunanı düşman bellemek yerine Resûl aleyhisselâmın ve O'nun gerçek vârisleri olan ehlullahın yolundan giderek onların da hidâyeti, afv ve mağrfireti için duâ etmek dervîşliğin şiârındandır.
4. "Bazı şey vardır ki, şuyû'u vukû'undan beterdir" kâidesince bazı densizlerin ipe-sapa gelmez iddiâlarına cevap vermek, daha büyük bir fitneye ve karışıklığa yol açar.
Velhâsıl, dervîş olan, ârif olup, her söylenene kulak asmamalı ve edebsizlerin, hayâsızların, müfterîlerin, fitnebazların meclislerinde bulunmamalıdır. Bu gibilerin sözlerini dinleyerek, yazdıklarını okuyarak vaktini boşa harcamamalı ve kalbini bozmamalıdır. Ayrıca bu gibi hezeyanları başkalarına naklederek şuyû'una sebeb olmamalı yani fitne ateşinin daha da büyümesine vesîle olmamalıdır.

Kişi ger yahşî ger yamân söyler kendin söyler.
Listeye geri dön