Müslümanlar Arasındaki Tefrîka

16 Aralık 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû...
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın sakın ayrılığa düşmeyin...
Sûre-i Al-i İmrân, Âyet 103
Muzaffer Efendi Hazretleri İslâm âlemindeki ihtilaflardan ve müslümanlar arasındaki tefrîkalardan son derece mütessir olur ve elinden geldiğince herkese birlik ve berâberlik hakkında nasîhatlarda bulunurlardı...Şu alevî imiş bu şîî imiş diyerek önüne geleni tekfîr edenleri katiyyen tasvîb etmez "Ehl-i Kıble" tekfîr edilmez, "la ilâhe illallah muhammedü'r-resûlullah diyenler kardeşdir" diyerek ve  "birbiriniz sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız" hadîs-i şerîfini sık sık hatırlatarak tevhîde yani birliğe da'vet ederdi...Müslümanlar arasındaki tefrîkayı teşvîk edenlerin İslâm düşmanları olduğunu her fırsatta beyân ederlerdi...

İbret olması bakımından bu hususda bazı acıklı hâtıralarını da anlatırlardı...İşte onlardan biri :
Bir sene, Hacc-ı Şerîf'e niyyet edip, cemaatimden bir kaç ihvânımla yola çıkmışdım. Suriye hudud kapısı Nusaybin'den Kamışlı'ya geçtiğimizde, ihvânımdan birisi, Cuma namazı kılmak üzere bir zâtın dükkanında akan çeşmeden abdest alabilmek için müsâade istedi ve bu ricâsı kabûl olundu. İhvânımdan olan zât, abdest almağa başladı, ellerini, yüzünü ve kollarını yıkadıktan sonra, ayaklarını yıkamağa hazırlanırken, dükkan sahibi kendisine "Sen Hanefî misin?" diye sordu...Saf ve temiz bir müslüman olan ihvânım, kemâl-i sâfiyyetle "Evet" der demez dükkan sahibi musluğun suyunu kesti ve hemen yanı başındaki helânın kapısını açıp oradaki pislikleri göstererek "Öyle ise abdestini buradan al!" diye haykırdı...Neye uğradığını anlayamayan ve bir ayağı yıkanmış, bir ayağı kuru kalmış olan bizim ihvâna, Türkiye'den Suriye'ye sığınan bir Ermeni su verdi de, abdestini ancak öyle tamamlayabildi....
Sonradan öğrendik ki, meğer o dükkanın sahibi Alevî müslümanlardanmış ve bizim Sünnî olduğumuzu öğrenince, Allah'ın beytini ve Resûl'ün kabrini ziyâret kasdı ile vatanını, evlâd ve ıyâlini terkederek yola çıkan ve hepsinden mühim olarak o anda kendisine misafir sayılan bir müslüman kardeşine bu hakâreti revâ görmüşdü. Ne çirkin, ne acı ve ne düşündürücü bir muamele değil mi?...
Yine aynı yolculukda, Bağdat ile Basra arasında uğradığımız bir kasaba halkı, Şiî ve Caferî mezhebinden olduklarından bizim Sünnî olduğumuzu öğrenince, paramızla ne benzin ve ne de su verdiler. Öyle ki bize hâin hâin bakışlarından, ellerine fırsat geçse, canlarımıza dahi kasdedebileceklerini sezinlemek güç değildi. Bereket versin ki, o kasabada mahallî otoriteleri temsil eden devlet kuvvetleri bulunmaktaydı...
Bu iki küçük misâl, şahsî ve husûsî menfaatleri uğruna İslâm'ı parçalayanların, bu hâin maksadlarında ne derece muvaffak olduklarını isbâta herhalde kâfîdir...

İrşâd, Cild 3, Sayfa 700
Listeye geri dön