31 Mart 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri 1978 senesinden itibaren, bazı seneler yılda iki defa olmak üzere, pek çok defa Amerika'ya gitdiler. Bu seyahatler, hep Amerikalıların davetiyle olmuşdu. Bir seferinde Amerikalılardan biri sormuşdu, "Amerika'ya geliş maksadınızı söyler misiniz?" demişdi. Efendi Hazretleri şöyle cevap vermişlerdi :
Geldiğimin gâyesi şudur, Allah der ki Kur`ân'da, "قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ kul sîrû fi'l-ard, ardı dolaşınız, seyahat yapınız". Zîrâ seyahatlerde tanışmak vardır, yani birbirini tanımak vardır. Ama ne kadar tanıyacağım? Benim hafsalam kadar tanıyacağım. Bazen iki millet arasına bir müfsid giriyor, bana başka türlü, ona başka türlü söylüyor. Şimdi ben geldim buraya, Amerikalıları gâyetle sıcak kanlı, insâniyyete hâdim, ilme âşık, irfâna tâlib, böyle gördüm yani. Onlar da bana bakdılar ama acaba beni görebildiler mi? Çünkü insan açılmayan bir hazînedir yani ne olduğu malûm değildir, meçhûldür. Yalnız şunu söyleyeyim ki insanların yüzleri kalblerinin aynasıdır. Çünkü Türkiye'ye gelen Amerikalılar da bana uğrarlar. Yalnız Amerikalılar değil, İngilizler de gelirler bana, Almanlar, Fransızlar da gelirler. Meslâ Avusturyalılardan talebem var, ona tasavvuf okutuyorum.
Efendi Hazretleri bu nükteli cevâbıyla, Amerikalılara şunu demek istiyordu, "Bana bakın, beni görün, İslâm'ı öğrenin, İslâm'ın hak dîn olduğunu anlayın. Bana bakın, beni tanıyın, böylelikle müslümanları tanıyın, müslümanların kötü insanlar olmadıklarını tam aksine iyi insanlar olduklarını anlayın". Zîrâ O'nun bütün gâyesi İslâm'dan bîhaber olan Amerikalılara İslâm'ı tanıtmak, onları hak dîne davet etmek, bu davete îcâbet etmeyenler olsa bile, onların da kalblerini kazanmak, müslümanların korkulacak insanlar olmadığını göstermek, en azından nefreti ve düşmanlığı ortadan kaldırmakdı. Cenâb-ı Hakk'ın tevfiki ve inâyeti ile bunların hepsine de muvaffak olmuşlardı.
Efendi Hazretleri bu seyahatlerinde gerek sohbetleriyle, gerek tavır ve hareketleriyle, gerek halka açık olarak icrâ etdikleri âyîn-i şerîflerle pek çok Amerikalının gönlüne girdiler, pek çoklarının İslâm ile müşerref olmasına vesîle oldular, pek çoklarının da kalblerini İslâm'a ısındırdılar. Bütün bunlara ilâveten bir de, İslâm'ı ve müslümanları tanımadıkları için müslümanlara karşı mesâfeli olan yâhud da yanlış tanıdıkları için İslâm'a düşman olan, müslümanları kötü bilen pek çok Amerikalının kanaatlerini değiştirerek onları İslâm'a ve müslümanlara dost eylediler. Bu, çok kısa bir zamanda gerçekleşen, büyük bir muzafferiyyet idi. Bu muzafferiyyet, hiç şübhesiz Cenâb-ı Hakk'ın nusreti ve tevfîki ile olmuşdu. Efendi Hazretleri bu hakîkati bir nutkunda şöyle dile getirmişlerdir :
Batıda hak ve hakîkati arayanların ekserisi ancak Hazret-i Mevlânâ'nın kapısından İslâm'a girebilirler, kolay kolay başka yerden giremezler, yâhud İbn Arabî'den yani Muhyiddîn İbn Arabî Hazretlerinden.
İslâm'ı anlamak isteyen kimsenin, İslâm'ı sorduğu zâtdan duyduğu söz, kendisine gâyetle ağır ve sert geliyor. Şimdi şöyle alalım. Kur`ân'da bin emir var, bin nehiy var. Bin tâne emir var, Allah yapın demiş, bin tâne de nehiy var, yapmayın demiş. Şimdi birisi bir müslümana geliyor, yani bir hocaefendiye geliyor, "Efendi, bana İslâm'ı arz et" diyor. O hocaefendi, evvelâ "Allah'ı tevhîd edeceksin, Peygamber'i kabûl edeceksin" dedikden sonra, "Beş vakit namaz kılacaksın, senede bir ay oruç tutacaksın, malının kırkda birini fukarâya tevdi edeceksin, ömründe bir kere haccedeceksin" diyor. Evvelâ bunları söylüyor. Arkasından namaz kılması için, kadınsa örtüneceksin, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diyerek birdenbire bin emri birden onun üzerine yüklemeye çalışıyor. O kimse karşısında birdenbire bin emri görünce korkuyor ki biz müslümanız, müslüman doğduk, müslüman evlâdıyız, biz dahi bin emrin hepsini yerini getiremiyoruz, bin nehiyden de kaçınamıyoruz. Böyle olduğu halde o kimse İslâm'a tâlib olduysa alabildiğine üzerine yükleniyor, yüklenince o kimse büyük bir ağırlıkla karşılaşıyor. Sen kalkıp da onu Of sofusu yapamazsın ki. Konya sofusu hiç yapamazsın. Bu iş yavaş yavaş olacak.
Diğer bir ibretlik hâdise de şudur. Efendi Hazretlerinin Baltimore şehrindeki konuşmasından sonra aynı anda yirmi dört kişi birden müslümân olmuşdu. O toplantıda hazır bulunan ve uzun yıllar Amerika'da tebliğ faaliyetinde bulunmuş olan bir cemaatin mensûbları, Efendi Hazretlerine hayretle sormuşlardı, "Biz burada yıllardır uğraşıyoruz ama bir kişiyi bile müslüman edemedik. Siz bunca Amerikalıyı bu kadar kısa sürede nasıl müslüman ettiniz?" demişlerdi. Efendi Hazretleri onlara şu mürşidâne cevâbı vermişlerdi, "Evlâdım, siz yirmi üç senede âyet âyet nâzil olan Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmını bir seferde yüklemeye çalışıyorsunuz. Buna hiç imkân var mı?".
Efendi Hazretleri Amerikalılar için tatbîk edilmesi gereken irşâd usûlünü şöyle îzâh buyurmuşlardı :
Amerika'da İslâm'a büyük bir heves var. Eğer oraya iyi mürşidler gidecek olursa Amerikalıları İslâm'a kolaylıkla ısındırabilir. Ama bu mürşidler dar görüşü olmamalı. Zamânımızdaki müslümanların ve din adamlarının en büyük kabahati, dar görüşlü olmalarıdır. Kur'ân-ı Kerîm, cümle-i vâhide olarak gelmemişdir, yirmi üç senede lüzûm oldukça âyet âyet gelmişdir. Yeni müslümân olmuş olanlara ahkâm-ı sübhâniyyenin tamâmını birdenbire yükleyemeyiz. İslâm beldelerinde doğan ve müslüman ana-babalar eliyle terbiye görenler dahî ahkâm-ı ilâhiyyenin tamâmını tatbîk edemezken yeni müslüman olanlardan bunu hiç bekleyemeyiz.
Garblılar şu hâlde. Bir misâlini vereceğim. Bir kandil farz et, içerisine suyu konmuş, zeytinyağısı da konmuş, üzerine fitili de konmuş, bir kibrit lâzım yakmak için. O kadar söyleyeceğim, fazla söze hâcet yok. Sonra ikincisi Amerikalıların bir hasletleri de insana kıymet vermeleri, insana çok kıymet veriyorlar.
Önceki yazılarımızda sôfîlerin İslâm'ın yayılışındaki rollerinden bahsetmiş ve sôfîlerin gönül avcılığı yaparak nice kavimleri, nice milletleri müslüman etdiğini anlatmışdık. Bu cihâdın kılıçla yapılan cihaddan daha mühim olduğunu beyân etmişdik. İşte Efendi Hazretlerinin Amerika'daki faaliyetlerinin aslı esâsı da budur. Yukarıdaki nutukda, "Mahlasım Aşkî'dir ismim Muzaffer" buyurmalarının hikmeti de budur. Zîrâ O, kendisi Hakk'a âşık olduğu gibi, insanları Hakk'a davet ederken de, dâimâ Allah sevgisini esas almış ve vazîfesini aşk ile yapmış ve böylece muzaffer olmuş bir Allah eridir.