29 Mart 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
"...Her sünnet çocuğu gördüğüm zaman içim burkularak hatırladığım bir hâdiseyi, kendi sünnet cemiyetimi de anlatmadan geçemeyeceğim. Aksaray'da Muratpaşa'da bir mektebde, yetîmler için yapılan bir cemiyetde sünnet edilmişdim. Birlikte sünnet olduğumuz çocuklara birçok ziyaretçiler geliyor ve kendilerine birçok hediyeler getiriyorlardı. Benim yanımda ise bîçâre anacığımdan başka kimsem yokdu. Hediye getirmek şöyle dursun, hatırımı soran bile olmuyordu. Zavallı anacığım, başkaları için sevinç ve saâdet vesilesi olan böyle bir günde, hayatdaki tek dayanağı biricik oğlunun bu ilk mürüvvetinde, gözlerinden akan kanlı yaşları, sürûr ve neş'e tezâhürleri ile örtmeye ve gûyâ beni avutmaya çalışıyordu. O günün tek ve en değerli hediyesini de yine O'ndan almışdım. Bu hediye, mukavvadan kesilmiş ve kaba renklerle boyanmış bir "Karagöz" idi. Herkes cicili-bicili oyuncaklarıyla oynar ve oyalanırken, ben de anacığımın hediyesi olan "Karagöz"ümle avunmuşdum. Onun için "Karagöz"ü hâlâ çok severim. Karagöz'ün bana o günkü iyiliğini ve fedâkârlığını hiç unutmam ve nerede bir "Karagöz" görsem, onun donuk ve soluk renklerinde anacığımın gözyaşları ile ıslanan hüsrân ve ıztırâbını bulurum..."Aradan yıllar geçer, Efendi Hazretlerinin Karagöz merâkı başka bir şekle dönüşür. Herşeyden önce bir sôfî ve mürşid olarak Karagöz'deki tasavvufî remzler yani semboller O'nun ilgi alanına girer. Mesleğinin de getirdiği avantajla Karagöz hakkındaki eski kitaplara, nâdir eserlere sâhip çıkar hattâ oyunda kullanılan malzemelere bile ilgi duyar, önem verir. Bu geleneğin yaşatılması için çaba gösterir, teşvîk eder. Bunlarla da kalmaz bendegânından Karagöz'den iyi anlayan Râgıp Bey ile zaman zaman Karagöz oynatırlarmış. Mûsıkîye de âşinâ olduklarından Karagöz Oyunundaki eserleri de pek güzel okurlarmış. Aşağıdaki kayıtda Efendi Hazretleri "Perde Gazeli"nden önce okunan eserden kısa bir bölümü terennüm ederek Gazel'den iki beyit okuyorlar ve buyuruyorlar ki, "Bir semâî okur Hacivat, iki cildlik kitâb yazılır tasavvufdan"
Sonra aynı zamanda hem müslüman, hem dînin emirlerine riâyet ediyor, hem de biraz neşelenmek isteyenler de Terâvih'den sonra Karagöz'e giderlerdi, Karagöz oynatılırdı. Karagöz bir eğlenceden ziyâde bir tasavvuf idi.
* Zâten perde gazelinde belirtiliyor.
Evet.
Çünkü Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri kaddese sırrah, Fütûhât-ı Mekkiyyesinde Karagöz hakkında büyük malûmât vermişdir. Ve bu tamâmen bir tasavvufdur. Tabii kışrında kalırsak, hikâyeler de böyledir, kışrında kalırsak, o cevizin acı kabuğu gibidir, hakîkatine inmek lâzımdır.
* Peki efendim, perde gazelinde belirtilen bu tasavvufî hikmet, gölgeler vâsıtasıyla nasıl belirtiliyor? Ne demek istiyorlar?
Bu, vahdete işâretdi. Nasıl ki Karagöz ve Hacivat'ın ve diğer hayâllerin hiç bir irâdesi yok ancak Karagözcünün idâresiyle ve onun irâdesiyle oynadıkları gibi, bütün mevcûdâtın Hakk'ın yed-i kudretinde bu şekilde hareket etdikleri ifâde edilirdi. Sahne, âlem-i şuhûda yani dünyâ yaşayışına, Karagözcünün görünmemesi, perde arkasında olması, Cenâb-ı Hakk'ın gözlerden nihân olmasına, perdede zuhûr eden hayâller, insanların hayâlden başka bir şey olmadığını ifâde ediyordu. Ve konuşan da konuşduran da Hakk olduğunu izhâr ediyordu. Vahdet-i vücûdu bu şekilde ifâde ederler idi. Ve Karagöz oynatanlar mücerred böyle Karagözcü ve sâir ilimden bî-behre olan kimseler değillerdi. Hattâ bazı tekâyâ meşâyihi, tekke şeyhleri, irşâda memûr olan zevât, bunlar oynatırlardı, gösterirlerdi Karagöz'ü.
* Zâten şeyhleri Şeyh Küşterî.
Küşterî Hazretleri, evet. Efendim, Bursa'daydı kabri, Ulu Câminin karşısındaydı, bir gecede yıkmışlar, fotoğrafçı dükkanı yapmışlar. Fakîr gitdim ziyâret etdim. Akşam türbeydi, sabahleyin fotoğrafçı dükkanı olmuş.
* Bursa'da bir kabir var, Karagöz Hacivat diye, o nedir?
Efendim, o şeyde, Çekirge yolunda var. Çekirge yolunda onlara isnâd edilen iki kabir var. Hacivat'ın ve Karagöz'ün kabirleri. Zâten bidâyetde anlaşıldığına göre yani aldığımız, duyduğumuz, okuduğumuz, bize gelen haberlere göre, ilk defa Şeyh Küşterî bu Karagöz'ü ihdâs etmiş. Söylenmeyecek sözleri pâdişaha Karagöz vâsıtasıyla söylermiş. Yani rû-be-rû pâdişaha söylenmeyecek, arz edilmeyecek bir meseleyi, onu pâdişaha duyururlardı.
Bursa'da Karagöz ve Hacivat'a isnâd edilen kabirler Shems Friedlander arşivinden |
Hazret-i Peygamber, İmâm-ı Ali bir şey söylemiş, öyle derler, bir sır söylemiş,"Kimseye söyleme, sende kalsın" demiş, İmâm-ı Ali duramamış bu sırrı söylemeden. Gitmiş bir kuyuya söylemiş. İnsana söylememiş, kuyuya anlatmış. Kuyu dolmuş, kuyudan kamış çıkmış, kamış ney olmuş. Neyin şimdi söylediği, oymuş, Hazret-i Ali'nin söylediği sözmüş.
Onu söylüyormuş. "Beni kamışlıkdan kopardılar, şöyle oldu, böyle oldu" filan.
Sîne hâhem şerha şerha ez-firakTâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyak
"Beni deldiler, parçaladılar, şöyle etdiler, böyle etdiler" filan. Hilkat-i âdemi anlatıyormuş. Neyi insan olarak kabûl ediyor Hazret-i Mevlânâ. Nasıl ki neye üflenince ses çıkıyorsa, insan da Hakk tarafından üflenirse ses çıkıyor. Böyle olmazsa, kıymeti yok. "هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا hel etâ 'ale'l-insâni hînün mine'd-dehri lem yekün şey'en mezkûrâ". Allah insanı halk etdiği vakitde, rûh vermeden evvel hiç bir şey değildi, toprakdı. Ne vakit, "ve nefahtü min rûhî", rûhundan nefh etdi, verdi, o vakit insana kıymet geldi. Gene öyle, rûh gitdi mi, en güzel adam bile, baban da olsa, annen de olsa, sevgilin de olsa, üç gün durur evde, dördüncü günü, "Aman, kaldırın şunu kardeşim, Allah rahmet eylesin, kokusu bütün mahalleyi tutdu" dersin, "kaldırın şunu şaradan". İş, rûhla. Şerefi orada insanın. Onun için, insan ney gibi, insandan gelen sözler, kamışdan gelen ses gibi. Ama kendi kendine ses çıkarmayacağına göre mutlakâ bir neyzenin neyi üflediği gibi Hakk Teâlâ'da insanoğullarına üfler, ses verir. İnsanın konuşması Hakk'ın konuşmasıdır. Konuşan insan değildir. Hakk konuşur insanın ağzından. Onu hikâye ediyormuş ney.
Karagöz de onu ifâde eder. Karagöz'le Hacivat da aynı şeyi ifâde ederler. Vahdet-i vücûdu gösterir. Sahne, kâinâtdır. İçinde yanan mum... Elektrikle olmaz, Karagöz oynanmaz elektrikle, yapıyorlar ama doğru değil, olmaz. Türbede de öyle elektrik yakmamalı. İlle o kör kandil yanacak. Onda başka bir husûsiyyet vardır, kör kandilde, yağ kandilinde yâhud mum. Onda ayrı bir husûsiyyet vardır, şâirâne bir şey vardır onda. Evet, elektrik gâyetle güzel, şimdi burada konuşurken, elektrik ışığı altında oturalım, konuşalım. Geri kafalı değilim yani elektriğin düşmanı değilim. Ama böyle. Karagöz'de de öyle. Hattâ mum da değil, meşale yanacak arkasında. Meşale yandığı vakitde, şulesi böyle dalgalanır, hayatı gösterir, ona işâret var. Şeyh Küşterî Hazretleri öyle yapdı.
Ne Karagöz'de can vardır, ne Hacivat'da, ne sende can var ne bende, senden benden söyleyen konuşan Hakk Teâlâ'dır. Ama seninki Hacivat'ın sesi gibi çıkar, benimki Karagöz'ünki gibi çıkar. Onu gösteriyor Şeyh Küşterî Hazretleri. O perdenin çehâr kûşe yani dört köşe olması, kâinâta işâretdir, dört iklîme işâretdir, dört mevsime işâretdir, dört mezhebe işâretdir, dört kitâba işâretdir. Daha sayalım mı? Sahnenin dört köşe olmasının hikmeti budur. Çünkü âyât-ı âfâkiyyedir, onu göstermekdedir.
Râgıb Bey'le ikimiz güzel Karagöz oynatırdık burada. O da hastalandı şimdi. Biliyordu o. Şeyh Râşid Efendi'den almış. Şeyh Râşid Efendi'nin kitâblarını biz aldık. Karagöz hakkında kitâb yazmışdı Şeyh Efendi ve resimleri vardı, Karagöz yapmışdı filan.