Muzaffer Efendi Hazretlerinin Çocukluk Hâtırâları

19 Ocak 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
 

OYUN ZAMANI

Muzaffer Efendi Hazretleri, bir sohbetlerinde sorulan soruya cevâben, çocukluk yıllarına âit oyunlarını şöyle anlatıyor : 
"Mahallede oyun oynadığım vakitlerde, yüksek bir yere çıkar ezân okurdum, orada kandiller yakardım...Arkadaşlarla el ele tutuşurak devrân yapardık, Allah demiyorduk ama ona benzer şekilde "hind dolması yağlı pilav" diyerek cezbeye gelirdik...Dervîşleri taklîd ederdik"
KOMŞUNUN MEYVE AĞACI

Efendi Hazretlerinin çocukluğunda mahalle arkadaşlarından en samîmî olduğu iki zât var : Râfi Bey ve Cihat Bey. Râfi Bey'in beyânına göre mahallede oyun oynarken hepsi komşunun ağacındaki meyvelerden yerler sâdece Efendi Hazretleri yemezmiş. Buna hepsi hayret edermiş...


EVLİYÂ KUVVETİ

Çocukluk arkadaşlarından Cihat Bey'in beyânına göre Efendi Hazretleri çocuk yaşında bile o kadar kuvvetli imiş ki bir eliyle onu diğer eli ile başka bir arkadaşını rahatlıkla havaya kaldırıp, tutabilirmiş... 






LÂLE DEVRİNDEN KALAN KAPLUMBAĞA

Efendi Hazretleri, bir sohbet meclisinde sözün uzun yaşayan mahlûkâta gelmesi üzerine bazı uzun ömürlü hayvanlardan bahsettikden sonra çocukluk yıllarına âit bu hâtırâyı lutfettiler...

İHÂNETİN CEZÂSI

Efendi Hazretlerinin muhterem pederi, Efendi Hazretleri birkaç aylık iken vefât eder. Maalesef ortağı olan kişi, babasının bütün mallarını ve kitaplarını gasbeder ve ailesine hiçbirşey vermez. Efendi Hazretleri bu meşakkatli dönemde yaşadığı bir hâdiseyi şöyle anlatıyor :
Birgün annemle berâber Hafız Paşa Camiinden Malta Çarşısına doğru gidiyoruz. Karşıdan bir cenâze göründü. Annem kenara çekildi ve yana dönerek kendisini kalabalıktan gizledi. Ben de yolun kenarında yaklaşan cenazeye doğru bakıyorum. Birden cemaatden birisi tabuta doğru nidâ etti :  
"Hacı! Yetim malı yemiştin, haydi şimdi ver bakalım hesâbını!" 
Meğer o cenâze babamın ortağının cenâzesi imiş ve nidâ eden zât da babamı tanıyan ve O'na yapılan bu ihânetden haberi olan bir kişi imiş...Yolun kenarında, babasına yapılan ihânetden haberi bile olmayan çocuğu yani beni görünce dayanamamış...
Efendi Hazretlerinin beyânına göre, babasına ihânet eden bu zâtın çocukları ömür boyu sürünmüşler. Efendi Hazretleri bu çocuklara bizzat maddî yardımlarda bulunduğu halde, iflah etmemişler ve sefâlet içinde ölmüşler!!! 




KARAGÖZ'ÜN İYİLİĞİ

Efendi Hazretleri, 1969 yılnda kaleme aldıkları otobiyografilerinde, sünnet çocuğu olarak yaşadığı mahzûniyeti şöyle anlatıyor : 

"Her sünnet çocuğu gördüğüm zaman, içim burkularak hatırladığım bir olayı, kendi sünnet cemiyetimi de anlatmadan geçemeyeceğim. Aksaray'da Muratpaşa'da bir mektepte, yetimler için yapılan bir cemiyette sünnet edilmiştim. Birlikte sünnet olduğumuz çocuklara birçok ziyaretçiler geliyor ve kendilerine birçok hediyeler getiriyorlardı. Benim yanımda ise bîçâre anacığımdan başka kimsem yoktu.  Hediye getirmek şöyle dursun, hatırımı soran bile olmuyordu. Zavallı anacığım, başkaları için sevinç ve saadet vesilesi olan böyle bir günde, hayatta tek dayanağı biricik oğlunun bu ilk mürüvvetinde, gözlerinden akan kanlı yaşları, sürur ve neşe tezâhürleri ile örtmeğe ve gûyâ beni avutmaya çalışıyordu. O günün tek ve en değerli hediyesini de, yine ondan almıştım. Bu, mukavvadan kesilmiş ve kaba renklerle boyanmış bir Karagöz idi. Herkes cicili-bicili oyuncaklarıyla oynar ve oyalanırken, ben de anacığımın hediyesi olan Karagöz'ümle avunmuştum. Onun için Karagöz'ü hala çok severim, Karagöz'ün bana o günkü iyiliğini ve fedakarlığını hiç unutmam ve nerede bir Karagöz görsem, onun donuk ve soluk renklerinde anacığımın gözyaşları ile ıslanan hüsran ve ıztırabını bulurum"
BURSA'DA YUNANLILAR

Yunan işgali sırasında Bursa'da bulunan Efendi Hazretleri, ibret dolu bir hâtırasını meşhûr eseri İrşad'a da kaydetmiş :

"Çok küçüktüm. Bursa, Yunan işgalinde bulunuyordu. Yunanlılar, müslümanlarının ekmeğe olan hürmet ve riâyetlerini bildiklerinden, müslümanlara manevî bir eziyyet olmak üzere, kendilerine verilen tayın ekmekleriyle top oynar gibi oynamakta ve ayakları ile tekmelernekte idiler. Hattâ, bazılarının daha da ileri gittikleri, ekmek ile tahâret ederek, helâya bıraktıkları, önlerinden artan yemek ve ekmekleri helâya döktükleri görülmüş ve işitilmişti. Fakat, onların bu zafer sarhoşlukları çok sürmedi. Harp, bi-izni-ilâhî gâlibiyetimizle netîcelendi. Esîr edilen Yunan askerlerinin bir kısmı, Bursa'ya getirildi ve sanki konulacak başka yer yokmuş gibi, Câmi-i Kebîr'in (Ulucami) avlusunda nezârete alındı. Hepsi de aç ve perîşândı. Onların bu hallerine merhamet eden bazı müslümanlar kendilerine ekmek atıyorlardı. Daha dün, ekmekle top oynayan, ekmeği hor hakîr gören bu nankörlerin, önlerine atılan ekmekleri kapışmak için birbirlerini çiğneyerek seğirttiklerini ibretle seyrettim. Allahu teâlâ, bunların nankörlüklerinin cezâsını çektiklerini, müslüman halka göstermişti"
Abdurrahman Sami Saruhani Hazretleri
ABDURRAHMAN SÂMÎ EFENDİ

Yine çocukluğunda kendisine çok tesir eden bir hâdiseyi Efendi Hazretleri şöyle anlatıyor : 
"Ben fakîri okutarak, bu mesleğe sâhip olmama sebeb olan merhûme annem Hâcce Â'işe Hanım, Mevlid-i Nebevî okunduğu bir gün bizi câmi-i şerîfe götürmüştü. Çok küçük yaşta olduğum halde, o gün müezzin efendinin bizi kovmasını ömrüm oldukça unutamayacağım. Halbuki, mahallemize yakın bir yerde bir de kilise vardı ve o kilisenin hademeleri de, bize şeker ikram eder, akıllarınca hıristiyanlığa muhabbet ettirmeğe çalışırlardı. Mü­ezzin efendi ise, mevlidde halka dağıtılmak üzere kendisine tes­lim olunan şekerleri karşımızda ağzını şapırdata şapırdata yer­ken, bize de bir külah vermemek için kovmaktan utanmazdı. Oysa, çoğumuz şehîd çocuğu ve yetîm idik. Bereket versin, ma­hallemiz sâkinlerinden olan meşâyih-i kirâmdan Şeyh Abdurrah­man Sâmî Efendi, bizlere de ikram etmek sûretiyle müezzin efen­dinin hatâsını tamir etmiş ve mini mini kalblerimizde ona karşı beliren nefret duygularını tadil eylemişti. Bu zât-ı şerîf, Tarîkat-ı Kâdiriyye, Nakşiyye ve Uşşâkıyye'­den halkı Allah ve Resûlüne davet ve muhabbet ettiren kâmil bir insandı. Cömert, güler yüzlü ve tatlı sözlü bir zât-ı akdesdi. Cu­ma günleri, kandillerde, ramazanlarda ve bayramlarda sofrası­na yetim ve yoksulları çağırır, onlara bizzat kendisi hizmet eder. çıplakları giydirir, ağlayanların gözyaşlarını dindirirdi. Bu zâtın gayret ve himmetiyle, mahalle çocuklarında dîne karşı bir mu­habbet ve alâka uyanmış, bir çoklarının hidâyetine sebeb ol­muşdu. Rahmetullahi aleyh ve etba'ihim"


Listeye geri dön