19 Ocak 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
"Mahallede oyun oynadığım vakitlerde, yüksek bir yere çıkar ezân okurdum, orada kandiller yakardım...Arkadaşlarla el ele tutuşurak devrân yapardık, Allah demiyorduk ama ona benzer şekilde "hind dolması yağlı pilav" diyerek cezbeye gelirdik...Dervîşleri taklîd ederdik"
Birgün annemle berâber Hafız Paşa Camiinden Malta Çarşısına doğru gidiyoruz. Karşıdan bir cenâze göründü. Annem kenara çekildi ve yana dönerek kendisini kalabalıktan gizledi. Ben de yolun kenarında yaklaşan cenazeye doğru bakıyorum. Birden cemaatden birisi tabuta doğru nidâ etti :
"Hacı! Yetim malı yemiştin, haydi şimdi ver bakalım hesâbını!"
Meğer o cenâze babamın ortağının cenâzesi imiş ve nidâ eden zât da babamı tanıyan ve O'na yapılan bu ihânetden haberi olan bir kişi imiş...Yolun kenarında, babasına yapılan ihânetden haberi bile olmayan çocuğu yani beni görünce dayanamamış...
Efendi Hazretlerinin beyânına göre, babasına ihânet eden bu zâtın çocukları ömür boyu sürünmüşler. Efendi Hazretleri bu çocuklara bizzat maddî yardımlarda bulunduğu halde, iflah etmemişler ve sefâlet içinde ölmüşler!!!
"Her sünnet çocuğu gördüğüm zaman, içim burkularak hatırladığım bir olayı, kendi sünnet cemiyetimi de anlatmadan geçemeyeceğim. Aksaray'da Muratpaşa'da bir mektepte, yetimler için yapılan bir cemiyette sünnet edilmiştim. Birlikte sünnet olduğumuz çocuklara birçok ziyaretçiler geliyor ve kendilerine birçok hediyeler getiriyorlardı. Benim yanımda ise bîçâre anacığımdan başka kimsem yoktu. Hediye getirmek şöyle dursun, hatırımı soran bile olmuyordu. Zavallı anacığım, başkaları için sevinç ve saadet vesilesi olan böyle bir günde, hayatta tek dayanağı biricik oğlunun bu ilk mürüvvetinde, gözlerinden akan kanlı yaşları, sürur ve neşe tezâhürleri ile örtmeğe ve gûyâ beni avutmaya çalışıyordu. O günün tek ve en değerli hediyesini de, yine ondan almıştım. Bu, mukavvadan kesilmiş ve kaba renklerle boyanmış bir Karagöz idi. Herkes cicili-bicili oyuncaklarıyla oynar ve oyalanırken, ben de anacığımın hediyesi olan Karagöz'ümle avunmuştum. Onun için Karagöz'ü hala çok severim, Karagöz'ün bana o günkü iyiliğini ve fedakarlığını hiç unutmam ve nerede bir Karagöz görsem, onun donuk ve soluk renklerinde anacığımın gözyaşları ile ıslanan hüsran ve ıztırabını bulurum"
"Çok küçüktüm. Bursa, Yunan işgalinde bulunuyordu. Yunanlılar, müslümanlarının ekmeğe olan hürmet ve riâyetlerini bildiklerinden, müslümanlara manevî bir eziyyet olmak üzere, kendilerine verilen tayın ekmekleriyle top oynar gibi oynamakta ve ayakları ile tekmelernekte idiler. Hattâ, bazılarının daha da ileri gittikleri, ekmek ile tahâret ederek, helâya bıraktıkları, önlerinden artan yemek ve ekmekleri helâya döktükleri görülmüş ve işitilmişti. Fakat, onların bu zafer sarhoşlukları çok sürmedi. Harp, bi-izni-ilâhî gâlibiyetimizle netîcelendi. Esîr edilen Yunan askerlerinin bir kısmı, Bursa'ya getirildi ve sanki konulacak başka yer yokmuş gibi, Câmi-i Kebîr'in (Ulucami) avlusunda nezârete alındı. Hepsi de aç ve perîşândı. Onların bu hallerine merhamet eden bazı müslümanlar kendilerine ekmek atıyorlardı. Daha dün, ekmekle top oynayan, ekmeği hor hakîr gören bu nankörlerin, önlerine atılan ekmekleri kapışmak için birbirlerini çiğneyerek seğirttiklerini ibretle seyrettim. Allahu teâlâ, bunların nankörlüklerinin cezâsını çektiklerini, müslüman halka göstermişti"
"Ben fakîri okutarak, bu mesleğe sâhip olmama sebeb olan merhûme annem Hâcce Â'işe Hanım, Mevlid-i Nebevî okunduğu bir gün bizi câmi-i şerîfe götürmüştü. Çok küçük yaşta olduğum halde, o gün müezzin efendinin bizi kovmasını ömrüm oldukça unutamayacağım. Halbuki, mahallemize yakın bir yerde bir de kilise vardı ve o kilisenin hademeleri de, bize şeker ikram eder, akıllarınca hıristiyanlığa muhabbet ettirmeğe çalışırlardı. Müezzin efendi ise, mevlidde halka dağıtılmak üzere kendisine teslim olunan şekerleri karşımızda ağzını şapırdata şapırdata yerken, bize de bir külah vermemek için kovmaktan utanmazdı. Oysa, çoğumuz şehîd çocuğu ve yetîm idik. Bereket versin, mahallemiz sâkinlerinden olan meşâyih-i kirâmdan Şeyh Abdurrahman Sâmî Efendi, bizlere de ikram etmek sûretiyle müezzin efendinin hatâsını tamir etmiş ve mini mini kalblerimizde ona karşı beliren nefret duygularını tadil eylemişti. Bu zât-ı şerîf, Tarîkat-ı Kâdiriyye, Nakşiyye ve Uşşâkıyye'den halkı Allah ve Resûlüne davet ve muhabbet ettiren kâmil bir insandı. Cömert, güler yüzlü ve tatlı sözlü bir zât-ı akdesdi. Cuma günleri, kandillerde, ramazanlarda ve bayramlarda sofrasına yetim ve yoksulları çağırır, onlara bizzat kendisi hizmet eder. çıplakları giydirir, ağlayanların gözyaşlarını dindirirdi. Bu zâtın gayret ve himmetiyle, mahalle çocuklarında dîne karşı bir muhabbet ve alâka uyanmış, bir çoklarının hidâyetine sebeb olmuşdu. Rahmetullahi aleyh ve etba'ihim"