Muzaffer Efendi Hazretlerinin Vuslatı

14 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasarruf

Türbe-i Şerîf Penceresi

Küçük yaşlarından itibaren çekdiği pek çok derd, meşakkat, üzüntü ve yıllarca sabırla karşıladığı müzmin rahatsızlıklar, bâhusus şeker hastalığı, Efendi Hazretlerinin o kuvvetli bünyesini tahrîb etmişdi. Son yıllarında yürürken bile zahmet çekiyor, sadece zikrullah meydânında ve mihrâbda imâmet yapdığı zamanlarda kendisini dinç hissediyordu. Her gün dolup taşan, meşhûr dükkânına bile artık daha geç saatlerde gelebiliyor ve daha erken ayrılıyorlardı. Buna rağmen bendegânını ve sevenlerini son güne kadar hiç yalnız bırakmadı ve en rahatsız olduğu günlerde bile Cuma hutbeleri ile halkı irşâda, dükkândaki ve dost meclislerindeki sohbetleri ile sevenlerini tenvîre, zikrullah ve meşk meclisleri ile âşıkları mest etmeye devam etdi.

Her ne kadar sık sık, "Çizmeleri giydik, Edirnekapı yolu göründü" yâhud "Güneş gurûba erdi" diyerek sevenlerine vuslat haberini îmâ yoluyla bildirdi ise de son güne kadar, onu hep o alışılmış şen-şâtır hâliyle gördüğümüz için bir gün bu acı haberi alacağımızı hiç düşünemiyorduk. Hattâ irtihâlinden bir gece evvelki meşk meclisinde, son derece neşeli idi ve meşk bitdikden sonra öyle hikâyeler anlatdı, öyle latîfeler yapdı ki, gülmekden kırıldı herkes. Nereden bilecekdik, bir gece sonra hüngür hüngür ağlayacağımızı. 

Efendi Hazretleri 12 Şubat Salı günü, mutâdı üzere dükkâna gelmiş ve her zamanki gibi ziyâretçilerini ağırlamış, sohbetiyle şereflendirmişdi sevenlerini. Akşam vakti her zamanki gibi hâne-i saâdetlerine dönmüşlerdi. Hiç bir fevkalâdelik görmedik kendisinde. Hattâ fakîr, karşıda bir işim olduğu için, aynı arabaya bindim, Üsküdar'a kadar beraberdim kendisiyle. Geceleri ihyâ etmek âdet-i seniyyelerinden olduğu için, ev halkı çekildikden sonra otururlar, ibâdet ve tâatla, evrâd u ezkâr ile meşgûl olurlardı. O gece de öyle yapmışlar. Ve gecenin bir saatinde kalkıp namaza durmuşlar, secdede Hakk'a mülâkât etmişler.

Acı haberi geç saatde alan ihvân u yârânı, devlethânelerine giderek ağlaşmaya başladılar. Ne acâibdir ki o gün İstanbul âdetâ kış ortasında bir yaz günü yaşarken, gece saatlerinde başlayan kar, birkaç saat içinde yolları kapatmışdı. Büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde geçen saatlerden sonra ihvânın ileri gelenleri cenâze merâsimi ve defin meselesi ile ilgili görüşmeye başlamışlar ve dünyânın her tarafında ihvân u yârânı olduğu mütalaası ile cenâze merâsiminin Cuma gününe tehîr edilmesini uygun bulmuşlardı.

Çarşamba günü Efendi Hazretlerinin mübârek naaşı devlethânesinden alınıp, postnişîni olduğu Karagümrük'deki Âsitâne-i Hazret-i Nureddin Cerrâhî'ye getirilmiş ve burada tarîkat-ı aliyye usûlünce gaslini o devrin meşâyihi arasında en kıdemlisi olan Kâdirî Şeyhi Nazmi Ceylan Efendi yapmışlardı. Efendi Hazretlerinin bu husûsda bir vasiyyeti olmasa da herkesin gönlünden geçen ve ona lâyık olan türbe-i şerîfe defnedilmesi idi. Ancak bunun için uzun bürokratik işlemler ve bakanlar kurulu kararı gerekdiğinden, bu ihtimâl pek zayıf görülüyordu. Yine de her ihtimâle karşı işlemlere başlanmışdı ve işlemleri hızlandırmak için çâreler aranmakdaydı. Bu işi deruhte eden zât, Efendi Hazretlerinin elinde yetişmiş olan  ve ona büyük bir muhabbetle bağlı olan merhûm babamdı. Kendisi uzun yıllar protokol müdürlüğü yapmış olduğundan, devlet işlerini gâyet iyi bilir, devlet erkânını tanırdı. Defin izni ile ilgili yapılanları şöyle anlatmışdı rahmetli :
Efendi'nin naaşı Çarşamba günü dergâha getirildi ve gasledildikden sonra Türbe-i Şerif'e konuldu. O gün Türbe-i Şerîf'e defin için izin alınabilir mi diye araştırma yapıldı. Fakat formaliteler çok uzun zaman alacağından başka bir yol araştırıldı. Efendi'ye muhabbeti olan ve o vakit milletvekili olarak meclisde bulunan Ercüment Konukman Beyefendi'ye danışıldı. Onun delâleti ile kararnâmelerin imzâlanmasından sorumlu olan Hasan Celal Güzel Beyefendi'ye müracaat edildi. Hasan Celal Güzel Beyefendi'nin muvâfakati ile Perşembe günü kararnâme imzâlandı. Ancak kararnâmenin imzâlanması tek bâşına kâfî olmayıp, cumhurbaşkanının da imzâsı gerekdiğinden ve Cuma namazından sonra cenâze merasimi yapılacağından defin kararının yetişemeyeceği düşünüldü. O ara daha önceden tanıdığım cumhurbaşkanı yâverlerinden Cevat Albay'a telefon ederek, ne yapılabileceğini sordum. Cevat Albay, cumhurbaşkanının bu gibi kararnâmeleri Perşembe günü imzâladığını ve evrâkı imzâya götüren komutanın ismini vererek, "Siz karârı, bu komutanın elindeki dosyaya koydurun, gerisini o halleder" dedi. Hakîkaten aynı gün dosya ile cumhurbaşkanına imzâlatılan kararların arasında bu kararnâme de konularak imzâlatıldı ve Efendi Hazretlerinin muhibbânından Aydın Bolak Bey'in görevlendirdiği bir kişi ile Cuma namazından evvel karar İstanbul'a ulaştırıldı".

Efendi Hazretlerinin naaşı, Cuma namazından birkaç saat evveli Türbe-i Şerîf'den alınarak, aralarında İstanbul'un en kıymetli hâfız efendilerinin de olduğu büyük bir cemaat eşliğinde, salât ü selâmlarla, tevhîdlerle, zikirlerle, âh u zârlarla omuzlar üzerinde Fâtih Cami-i Şerifine doğru yola çıkarıldı. Yolda katılanlarla cemaat çoğaldıkça çoğaldı. Zikir seslerini duyanlar ve kalabalığı görenler camlara ve kapılara çıkarak cenâzeyi teşyi' etdiler. Teşyi' esnâsında, devamlı Zâkirî Hasan Efendi'nin Hüseynî makâmındaki cenâze salâtı okunuyor, arada hâfız efendiler iç yakan kasîdeler okuyorlardı. 

Karagümrük'le Fâtih Camii arasındaki kısa mesâfeyi almak iki saate yakın sürmüşdü. Efendi Hazretlerinin naaşı musallaya bırakıldıkdan sonra Cami-i Şerîf'e girildi ve önce Hâfız Fikri Aksoy Hocaefendi Yâsîn-i Şerîf tilâvetine başladı ancak Fikri Hoca o derece mahzûn idi ki sadece birkaç âyet okuyabildi, onun bırakdığı yerden Hâfız Ârif Gökoğlu, onun bırakdığı yerden Hâfız Kemal Erdağ devam etdi ve diğer bir hâfız efendi tamamladı. Yâsîn-i Şerîf'den sonra birkaç aşr-ı şerîf daha okundu ve sonunda Fikri Aksoy Hoca kısa bir duâ yapdı.

Cuma Namazından sonra o koca avluyu dolduran cemaati görmeliydiniz. O kara kışa rağmen binlerce insan nasıl da toplanmışdı. Bu büyük cemaatin içinde kimler yokdu ki. şeyh efendiler, hoca efendiler, hâfız efendiler, imam efendiler, üniversiteden hocalar, talebeler, esnaf, mahalleli velhasıl her cins ve her mevkiden binlerce insan saf saf oldular. Cenâze namazını Gönenli Mehmed Efendi kıldırdı. Namazdan sonra da bir tezkiye ve duâ yapdı ki hakîkaten pek âşıkâne idi. Hele bir de "bizden selâm götür Peygamber'e" deyişi vardı ki aslâ unutulmaz. Bu kıymetli hâtırâ kaybolmasın diye, hem ses kaydı olarak hem de yazılı olarak yayınladım o tezkiyeyi.

Namazdan sonra, tekrar büyük bir cemaatle Dergâh'a dönüldü ve Efendi Hazretlerinin naaş-i mübârekleri, Türbe-i Şerîf'de kendisi için hazırlanan yere defn olundu. Tabii defin esnâsında da Kurân'lar okundu, duâlar edildi, sevenleri ağlaşdılar, âh uz âr eylediler. Ve o geceden başlayarak yedi gece boyunca zikirler ve duâlar yapıldı, hatimler okundu, hayır hasenât yapıldı. Bu zikir meclislerinden birinde, Hâfız Emin Işık Hocaefendi'nin yapdığı duâ da çok kıymetli bizim için. Hakîkaten pek samîmî ve âşıkâne bir duâydı bu. Aynı zamanda çok güzel bir tezkiye idi. Onu da hem ses kaydı hem yazılı olarak yayınladım. Gene o yedi gecenin birinde, Efendi Hazretlerinin kayınbirâderi merhûm Tevfik Topuzoğlu Hocamız da pek samîmî bir duâ ve tezkiye yapmışlardı. Onun da ses kaydı var, buradan dinleyebilirsiniz. 

Cenâze merâsiminin büyük bir kısmı video ile tesbît edilmişdi ve yıllar önce yayınlamışdım bu kayıtları. Sayfanın en altında bulabilirsiniz o kayıtları.
Efendi Hazretleri, yeri geldikçe hep, "Müminler için ölüm korkulacak bir şey değildir" buyururlardı. Yine, "Âşıklar için ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır" buyururlardı. Yine "Âşıklar ölmez, Maşûk'a kavuşur" buyururlardı. Bir hutbelerinde şöyle buyurmuşlardı :

Herkes ölecek ya. Ama hayvan ölür, insan ölmez, olur. Peygamberler ölmezler, olurlar. Büyükler olur, küçükler ölür, hayvan ölür. Baksana, görmüyor musun, "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ velâ tekûlu limen yuktelu fî sebîlillahi emvât" âyetini. Oku bak, altında ne diyor Allah. "Siz Hakk yolunda bulunanlara ölü demeyiniz" yani Allah yolunda katlolunanlara. "Onlar ölü değildir, onlar uludur" diyor Allah. "Diridir" diyor, "uludur" diyor.

Yine bir seferinde bu husûsda şöyle buyurdular :

Ölüm kâfiredir, hayvanadır, âşıklar ölmez! Âşıklar ebedî haydırlar. Çünkü onlar ölmeden evvel ölmüşlerdir. Ölmeden evvel ölenler, ölmezler, olurlar. Onlar için bâb-ı mevtde, vuslat-ı cemâl vardır ve Âgûş-i Muhammedî vardır, sallallahu aleyhi vesellem.

Bir başka sefer yine şöyle buyurdular :

Âşıklar, ârifler ölmezler, olurlar. Hayvanlar ölür. Âşıklar ölmez. 

Biz âşıkız biz ölmeyiz çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız bize leyl ü nehâr olmaz
İşte bu sırr-ı Kur`ân'dır "küllü men aleyhâ fân"dır
İki kapılı bir hândır konan göçer karâr olmaz

Hayvan ölür. Hayvanlar ölür. İnsanlar ölmezler. Hele insanlığını bilen insanlar, hiç ölmezler. İnsanları bir zâhir insanlığı vardır, bir de bâtın insanlığı vardır.  İşte bâtını da insan olursa bir adamın ölmez hiç. Ölmek yok.

Gene bir başka seferinde şöyle buyurdular :

Ölenler iki türlüdür. Bir kısmı ölür, bir kısmı olur. Olanlar hakkındaki âyet-i kerîmelerden biri şudur : "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ velâ tekûlu limen yuktelu fî sebîlillahi emvât, bel ahyâün velâkin lâ teş'urûn" . Diğer âyet-i kerîme de şudur : "وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ velâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillahi emvât, bel ahyâun 'inde rabbihim yürzekûn". Bunlar olmuşlar. Ölenler de kâfilerdir ve hayvanlardır. Hayvanlar ölür ve kâfirler ölürler. Ölmekle de kurtulmazlar.

Enbiyâ, Allah'ı sevenler, Allah'ın sevdikleri, ölmez, yaşar fakat gözden nihân olurlar. Hazret-i Allah, "Onlar için ölü demeyin" diyor. Kim onlar? Şehîdler, gâzîler, âdiller, ilmiyle âmiller, Allah'ı sevenler, Allah'ın sevdikleri, enbiyâ ve mürselîn. Allah onlar hakkında "Ölü demeyin" diyor. Çünkü onlar uludur. Ulu var, ölü var. 

İşte Kur`ân'ın beyânı ile gâyet iyi biliyoruz ki velîler ölmez, Allah dostları için ölüm yokdur. Ancak gözden nihân olur onlar. Hattâ ölüm, velîlerin tasarruf kuvvetini artırır. Âriflerden bir zât bunu pek güzel ifâde etmişdir :

Dü cihânda tasarruf ehlidir rûh-ı velî
Deme kim bu mürde bundan nice dermân ola
Rûh şimşîr-i Hüdâ'dır ten gılâf olmuş ona
Daha a'lâ kâr eder bir tığ ki uryân ola

Bu hakîkatin şâhidi pek çokdur, bendeniz de canlı bir şâhidiyim. Aradan kırk yıl geçdi,  o kadar çok tasarrufuna şâhid oldum ki Hazret'in, anlatmakla bitmez.

Bir de şu var. Bazıları diyor ki, bir velî, bir mürşid, âhirete gitdikden sonra ondan istifâde edilmez. Bütün velîler için geçerli değildir bu. Zîrâ mürşidler, velîler, iki kısımdır. Bir kısmının irşâd vazîfesi, kayd-ı hayât şartıyladır yani öldükleri gün vazîfeleri biter. Artık onların irşâdı devâm etmez, yerlerine başkaları gelir. Mürşidlerin, velîlerin çoğu bu kısımdandır. Öyle velîler, öyle mürşidler de vardır ki, onların irşâdı ölümle kesilmez, ilâ mâşâallah devâm eder. Meselâ Hazret-i Mevlânâ, Yûnus Emre, Şeyhü'l-Ekber Hazretleri, Seyyid Abdülkâdir Geylânî böyle mürşidlerdir. İşte Efendi Hazretleri de bu zümredendir, hem irşâdı, hem tasarrufu devâm etmekdedir. 

Cenâb-ı Hakk bizleri O'nun feyzinden feyzyâb, şefâatine nâil eylesin, himem-i rûhâniyyetini üzerimize sâyebân eylesin, kendisini bizlerden hoşnûd ve râzı eylesin, O'nun izinden, yolundan ayırmasın. Âmîn.

Muzaffer Efendi · Vuslat
Listeye geri dön