Muzaffer Efendi Hazretleri bütün mahlûkata karşı çok merhametliydi ancak çocuklara karşı şefkati ve merhameti daha da ziyâde idi. Kendisi de daha küçücük iken yetîm kaldığı için yetîm çocuklara karşı ayrı bir hassâsiyyeti vardı...Kendisi de binbir meşakkatle, maddî zorluklar içinde yetiştiği için fakir çocuklara yardım etmek için âdetâ bahâne arardı...Bu husûsda bazı örnekler vermek istiyorum.
ŞEFKAT VE MERHAMET
Muzaffer Efendi Hazretleri ne zaman çocuk bir sokak satıcısı görse ya bizzat kendisi tezgahdaki/tabladaki ürünlerin tamâmını satın alır, ya da irşad kasdıyla bir bendesine aldırırdı. Satılan ürünün ne olduğu da önemli olmazdı. Bazen çörek, simit gibi bir yiyecek bazen çorap, mendil gibi bir eşyâ olabilirdi. Çoğu zaman satıcı çocuk da buna inanamaz, hayret ederdi. Fakîr de böyle bir hâdiseye bizzat şâhid oldum. Çocuğun yüzündeki (beklenmeyen bu yüklü satış hâsılâtının meydâna getirdiği) şüpheli şaşkınlık ifâdesi hızla büyük bir sevinç ve mutluluk ifâdesine dönüşmüşdü...Buna benzer sayısız hâdisenin şâhidleri hâlâ hayattadır...
Eskiden Sahaflar Çarşısına eski kitapların kamyon kamyon geldiği dönemde, kitapları taşımak için hammallar tutulur, pazarlık ya da yevmiye usûlü ücretleri ödenirmiş...O arada muhtac çocuklar da rızıklansın diye Efendi Hazretleri bazı küçük işleri onlara yaptırır ve yüklüce bahşişler verirmiş...Efendi Hazretlerinin çocuklara küçük bir harçlık vermek yerine neredeyse hammal yevmiyesi verir gibi dolgun bahşişler dağıtmasına çarşının esnafı da şaşırırmış...Efendi Hazretlerinin irfânına bakın ki, çocuklara sadaka kabilinden hiç iş yaptırmadan da para verebileceği halde onların gururu kırılmasın diye kasden yaptıkları işin karşılığı imiş gibi verirlermiş.
Dükkana kitap almak için gelen çocuklara da herkese gösterdiği kolaylık ve ikramlardan daha fazlasını yaptığını biliyoruz...Birçok "küçük molla"dan para almadığına da şâhid olanlar çoktur...Bu hâdiselerden belki de en enteresan olanı şudur...Birgün dükkana çocuk yaşta bir talebe gelir ve bir kitabı almak için sorar. O kitap, değil çocuk yaşta bir talebenin, birçok icâzeli mollaların dahî okuyamayacağı kadar ağır ibârelerle dolu Arapça bir kitapdır...Efendi Hazretleri çocuğa kitabı kim için almak istediğini sorar...Çocuk kendisi için olduğunu söyler...Efendi Hazretleri hayret eder ve "sen bu kitabı okuyabilirsen ben de senden para almadan kitabı sana veririm" der...Çocuk kitabı alır, açar ve tıkır tıkır okur...Efendi Hazretleri "fe sübhânallah, bu kadarcık bir çocuk bu kitabı hatâsız tıkır tıkır okusun, olacak iş değil...Cenâb-ı Hak dînini yaşatmak için neler halkediyor" diye düşünüp Allah'a şükreder ve kitabı çocuğa hediye eder...
Efendi Hazretleri zâten son derece cömerd idiler. Çocuklara ve özellikle de yetîmlere karşı daha da cömert ve eli açık olurlardı. "Bayram günleri zengin çocukları için bayram olur, fukarâ çocukları için mâtem günleridir" diyerek ihvânını da fakir çocuklara yardım konusunda teşvîk ederdi...Fukarâ çocuklarına eski, kullanılmış eşyâları aslâ vermez, başkalarının da vermesini tasvîb etmezlerdi..."Sevdiğini vermeyen sevdiğine nâil olamaz" diyerek en iyisinden, yepyeni kıyâfet, oyuncak ve sâire lutfederlerdi. Hattâ bayram harçlığı veyâ bahşiş olarak lutfettikleri nakit para bile gıcır gıcır banknotlar idi. Bu banknotlar özel olarak tedârik edilirdi...Fakîr hâlâ bunlardan birkaçını saklarım...
OYUN VE ŞAKA
Efendi Hazretleri çocuklarla şakalaşmayı, oyun oynamayı, onları güldürmeyi, eğlendirmeyi de çok severlerdi...Aşağıdaki fotoğraf ve açıklaması bu hususda fazla söze gerek bırakmıyor zannederim...
Yukarıdaki fotoğrafın hikâyesini fotoğrafdaki çocuğun babası ve Efendi Hazretlerinin bendegânından Shems Friedlander şöyle anlatıyor :
"Muzaffer Efendi, New York seyahatlerinden birinde, bir evin salonunu tıkabasa dolduran kalabalığın önünde Nuri'yi dizinde hoplatıyor. Nuri 3-4 yaşlarında ...Fotoğraf çekilmeden az önce, Nuri, mekanik bir oyuncak timsahın başka bir oyuncak timsahı yutuşunu Muzaffer Efendi'ye göstermişti...Efendi Hazretleri bunun nasıl olduğuna çok şaşırmış!! görünüyor..."
BİR KIRAAT İMTİHANI
Yukarıdaki ses kaydında, Efendi Hazretleri'ni tanıdıktan sonra müslümân olup kendisine bende olan bir zâtın o zamanlar 6-7 yaşlarındaki oğlu ile bir Ramazan günü Bayezid Câmi-i Şerîfindeki diyaloğunu dinleyeceksiniz...Bu ses kaydında Efendi Hazretlerinin küçücük bir çocuğu muhâtab alarak, onunla nasıl ilgilendiğine siz de (belki de şaşırarak) şâhid olacaksınız...
ÇOCUKLAR İLK "HALAKA"DA
Shems Friedlander tarafından 1970'lerde zikrullah esnâsında çekilmiş bir fotoğrafda en ön safdaki "çocuk"lar
Muzaffer Efendi Hazretlerinin âdet-i seniyyelerinden biri de, çocukları zikrullah meydânında en ortada, müstakil bir saf hâlinde, kendisine müteveccih ve en yakın vaziyette oturtmasıydı. O yıllarda zikir yapılan meydanın mütevâzi ölçüleri düşünülürse, çocuklarla Efendi Hazretleri arasında olsa olsa 1,5-2 metre mesâfe olurdu...Fakîr de, bu şerefe nâil olanlardanım. O günlerde hissettiklerimle bugün aklettiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum....
Efendi Hazretleri böyle yapmakla, çocuklara "lisân-ı hâl" ile âdetâ "Siz benim için çok kıymetlisiniz", "Benim murâkabem altındasınız", "Gözüm üzerinizde" diyordu...Zikrullah esnâsında, her zamankinden daha da müessir olan nazarları ve dil ile tarifi mümkün olmayan mehâbeti, biz çocuklara o derece tesir ederdi ki, aklımıza en ufak bir yaramazlık yapmak gelmez, hattâ çocuklarda sık rastlanan gayr-ı ciddî hareketler, lâubâlilikler, kikirdemeler de sözkonusu olmazdı. Belki de en önde olmanın verdiği heyecanla, sanki o zikir meclislerinde özel bir misyonumuz varmış gibi hissederdik...Bazı geceler ya zikrullah geç saatlerde olduğundan ya da o günkü aşırı yorgunluğumuzdan, daha kuud zikri esnâsında, kendimizden geçerek oturduğumuz yerde uyuya kaldığımız da olurdu...Buna da kimse ses çıkarmaz, uyuyan çocuk kıyâma kalkılmadan önce, büyüklerden biri tarafından usulca kucağa alınıp rahatça uyuyabileceği bir yere götürülürdü...
Zikrullahda "Devrân" esnâsında da çocuklar en ortada müstakil bir halaka teşkîl ederler ve çoğu zaman Efendi Hazretleri bu halakaya dâhil olarak çocuklarla berâber devrân ederdi...O halakada Efendi Hazretlerinin elini verdiği çocuklar, yani O'nun elini tutarak devrân edebilme şerefine nâil olanlar, bundaki zevki dünyâlara değişmezlerdi...
Diğer bir âdet-i seniyyeleri de, çocukları, bendir ve halîle gibi zikrullahda kullanılan ritim enstrumanlarını kullanmaya teşvîk etmeleri idi...Yukarıdaki fotoğrafda daha 6-7 yaşlarındaki bir kardeşimizin büyüklerin yanında nasıl da kendinden emîn bendir vurduğunu görebilirsiniz...Belki o yaştaki çocuk bunu bir oyun gibi düşünür ve hisseder ancak büyük bir topluluğun önünde, o yaştaki bir çocuğa bunu yaptırmak, çocuğa verilen kıymet, ona duyulan güveni hissettirmek ve daha o yaşta mesûliyet duygusu kazandırmak bakımından ne kadar da önemlidir...
"HÂDİMÜ'L FUKARÂ" NE DEMEK?
Fakîr'e çok tesir eden bir hâtırâmı da bu vesîle ile sizlerle paylaşmak istiyorum...
"Dergâh-ı Şerîf"de özellikle "Ramazân-ı Şerîf"de ve "Leyâle-i Mübâreke" denilen kandil gecelerinde sofralar kurulur, hem ihvâna hem de mahalledeki fukarâya iftar/yemek verilirdi...Tabii Efendi Hazretleri için de bir sofra kurulur, bu sofraya yurtiçinden-yurtdışından gelen bazı misafirler ve Efendi Hazretlerine kurbiyyeti olan bazı zevât otururlardı...Kurulan sofralardan birkaç tânesine de mahalledeki fukarâ çocukları otururlardı...Çoğunun üstleri başları kir-pas içinde olan bu çocuklar tekke âdâbından haberleri olmadığı için, daha yemeğe başlamadan önce itişmeye başlarlar, çoğu zaman bağırışlar-çağırışlar arasında yemek yenir, ortalık savaş alanına dönerdi...Dervîşliğin ma'nâsına vâkıf olanlar bu çocukların her türlü edebsizliklerine sabr eder, kabahatlerini görmezden gelirken bir kısım "ham" dervîşler ise bunları hakîr görür, maalesef diğer sofralara gösterilen ihtimâmı bu sofralara göstermezlerdi...
Eskiden beri dergâhlarda aslolan kâide herkes için aynı yemeğin pişmesidir. Bu hususda Şeyh Efendi için bile ayrıcalık sözkonusu olmazdı...Fakat her nedense bazı mürâîler, Efendi Hazretlerinin sofrasına bazı ilâveler yapmayı vazîfe edinmişlerdi...Efendi Hazretleri bu yiyeceklerin "ya diğer sofralara da konulması ya da kendi sofrasına da konulmaması" hususunda birkaç defa îkâzda bulundular fakat mürâîler bu uyarıları pek dikkate almadılar ki Efendi Hazretleri bir akşam hepimize hâl diliyle şu unutulmaz cevâbı verdiler :
Bir akşam bütün sofralar kurulmuş, herkes bir sofrada oturmuş, artık iftara sâniyeler kalmış...Yukarıda tarif ettiğim manzarayı tahayyül edin...Efendi Hazretlerinin sofrası misâfirlerle dolu ve herkesin kulağı ezanda...O da ne! Efendi Hazretleri ânîden ayağa kalkıyor ve hızla odadan dışarıya çıkıyor...Acaba nereye gidiyor diye arkasından bir grup koşuyor...Efendi Hazretleri eski meydân odasında kurulu sofralarda oturan çocukların yanına geliyor ve o sofralardan birine oturuyor!...o üstü başı kirli, yırtık-pırtık elbiseli, kaşıktaki çorbanın yarısını sofraya döken, bazı "ham"ların hakîr gördüğü o fukarâ çocukları ile iftar ediyor!...Keşke o ânı fotoğraflamak mümkün olsaydı...
Efendi Hazretlerinin bir imzâsında "Hâdimü'l Fukarâ" unvânı
Hâl dili ile verilen bu ârifâne cevap, aynı zamanda, meşâyih-i kirâm hazerâtının niçin "Hâdimu'l- Fukarâ/Fakirlerin Hizmetçisi" lakabını/unvânını kullandıklarını da pek güzel îzâh ediyor değil mi?...
Sünnet çocuklarını hediyelerle sevindirirken...
ÇOCUKLAR HAKKINDA TAVSİYELERİ
"Belindeki tohumu helâl lokma ile hazırla! Aksi takdirde o haram lokmalar çocuğunda kötü fiiller isyân ve kabahatler şeklinde zuhûr eder..."
"Çocuğuna helâl lokma yedir! Haram yedirirsen o çocuk mutlakâ âsî olacaktır..."
"Sakın çocuğuna küfür etmeyi öğretme! Sonra gün gelir kendi evlâdından dayak yersin..Küçükken ettiği küfür belki hoşuna gider ama sonra o çocuk büyüyünce canını fenâ acıtır!"
"Çocuğunu oynatmamazlık yapma sakın hâ! Çocuğunu oynatacaksın! Oynayacak zamanda çocuğu oynatmazsan, baskı yaparsan, oynanmayacak zamanda oynar!"
"Küçükken çocuğun ne ile oynadığına bakarak kâbiliyetlerini öğrenmeli ve ona göre meslek sâhibi yapmalıdır ki çocuk muvaffak olsun..."
"Çocuğu sevmediği mesleğe vermemeli, hem muvaffak olamaz hem de hayâtı zehir olur..."