Muzaffer Efendi'nin İrtihalinden Sonra Ergun Göze'nin Tercüman'da Yazdığı Yazı

4 Şubat 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi
15 Şubat 1985, Tercüman

"MUZAFFER HOCA"



Sahaflar Şeyhi Hacı Muzaffer Ozak'ı ekseriyet böyle anardı : "Muzaffer Hoca"...Nekre, hoşsohbet, nüktedân, dilâgâh ve hâtırâlarıyla, okuduklarıyla dopdolu bir târih hazînesi idi. Sahhafların eski diline, çarşıda görüp geçirdiklerine dâir anlattıkları olmadan Sahhaflar Çarşısı bilmem nasıl olur...Tam bir halk çocuğu idi. "Rahmetli anamla berâber bu İstanbul sokaklarında az sürünmedik" derdi. Çünkü çocuk yaşta Harb-i Umûmî fâciâsını yaşamıştı. Ve Hak yolcusu idi. Dertlendiği bir gün, "Aman aman! Kimseden bir alacağım yok. Cenâb-ı Hak hesâbımı kolayından istesin, başka hiçbir şey istemem" dediğini hatırlıyorum. Sahhaflardaki dükkânı, kendisinin zaman zaman ve uzun uzun "bir akademi idi" diye anlattığı Küllük'ün belki daha renkli bir devâmı idi. Zaman zaman gidip dinlendiğim bir sohbet meclisi de boşaldı şimdi. Kimler gelmezdi ki oraya? Zâten beni de oraya rahmetli Fethi Gemuhluoğlu götürmüştü. Rahmetli Enver Güreli de sevenlerinden idi. Birçok yabancıyı müslüman etmişti. İngiliz, Avustralyalı, Amerikalı yüzlerce kişiyi. Bazen takılırdım : "Biraz da müslümanları müslüman etseniz". Gülerdi : "Aman! O çok zor" diye.


Nureddin Cerrâhî Türbedârı olan hazret, beşerî münâsebetlerinde halk ile tam haşır-neşirdi. Tuzlu-biberli fıkraları hattâ bazen taklid ile anlattığı, herkese göre ayarladığı nükteleri ile mıknatıslı bir şahsiyetti.Ammâ bir yanı ile de tamâmen Hak ileydi. Yurtdışı seyahatlerinde papazların ve müsteşriklerin İslam hakkında sordukları suallere verdiği gayretli ve aşk ferâsetli dolu cevaplar bunun delîlidir.

Sık sık Amerika'ya giderdi, Halvetî mukâbelesini göstermek için. Her gelişinde de "Elhamdülillah yirmi üç kişiyi bu sefer müslüman ettik" yâhud "Bu sefer on sekiz kişi" diye sevincini belirtirdi.

Ve büyük bir vatanperverdi. Politika ile başı hiçbir zaman hoş olmamıştı. Ammâ Türkiye'nin başına son zamanlarda gelenlere müdhiş üzülmekte idi. Sık sık "Yâ Rab! Kanını senin yolunda sebîl etmiş bu Türk milletinin ne günâhı var? Bu tecellîler nedir?" diye ilticâ ederdi. Yurtdışından gelen haberlere ise "Yâhû biz bunların, diline, dînine, malına, canına dokunmadık, bu Türk düşmanlığının sebebi nedir anlamadık ki" diye hayıflanırdı. Son görüşmemizde Bulgar zulmünü anlatıyordu. Anne tarafından Silistreli idi. Ecdâd topraklarını ziyârete gidişini "Vatan yâhud Silistre" diye trajik bir nükte ile anlatışı vardı ki o kadar olur.

Balkanlar için bir cümlesi vardı ki, haşyetle hatırlarım hep : "Balkanlarda karların içine elinizi soksanız ecdâdınızın saçları gelir elinize. O kadar kan döktük, şehîd verdik oralarda. Bulgaristan'da beş milyon Türk ve bir milyon Bulgar vardı be!"

Bayezid'deki Camili Han Camiinde verdiği renkli, aşklı, nükteli, ihlâslı hutbeler de kesildi demek. Son zamanlarda hep aynı şeyi söylüyordu : "Çok birşey kalmadı, Edrinekapı gözüküyor, gideceğim. Elinizi tez tutun. Namazlarınızı kılın, ihlâs ile kılın"

Tabîat-ı şiiriyyesi vardı üstelik mûsikîye de âşinâ idi. 

Halvetî mukâbelesinde onu görmek gerekdi.

Üniversiteden sokaktaki adama kadar çok geniş bir çevreden kopup gelen bağlılarının arasında hergün öğleden sonra geldiği dükkanında, bir câzibe merkezi gibi, oturur sohbet ederdi. Kimseyi boş çevirmezdi. Alışverişinde onun kadar rahat kişi çok az görülmüştür. Sahhafların artık târihle bağı koptu gibi geliyor bana. Sevenlerinin ve yârânının ve çok sevdiği âilesinin, yavrularının onu unutamayacakları bir gerçek. Allah sabır versin.

Allah, Peygamber, İslâm ve vatan aşkıyla dolu sâhife-i hayâtının dünyâ yüzünü itmâm eden hazret, bugünkü Cuma namazından sonra, Fâtih Cami-i Şerîfi musallâsında, "en büyük hatîb ve nasîhatçi ölümdür" fehvâsınca, son hutbelerini verdikten sonra, kaldırılarak Edirnekapı'dan o kadar müştâk olduğu ebedî vuslata yolcu edilecektir. 


Rahmet ola, aşk ola!

Listeye geri dön