Namaz ve İttisâl

30 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Ruh

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde "اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۙ" âyet-i kerîmesi hakkında buyuruyorlar ki :

Bu âyet-i şerîfe, "e lem nec'alküm min feyzin ma'în ve nefhin mübîn" mukâbelesindedir. Nitekim ba‘zı âyât-i Kur’âniyye'den müstefâddır. Vechi budur ki insânda iki cânib vardır: Birine cesed derler ki ondan halk ile ta'bîr olunur. Zîrâ cesed zulmânî ve vesâit-ı kesîre ile olduğu cihetden tesviye ve terkîb ve takdîr-i müstakîme mevkûfdur ki ma'nâ-yı halk budur. Ve bir cânibine rûh derler ki ondan ca'l ile ta'bîr olunur. Zîrâ rûh-i nûrânî ve bilâ-vâsıta olduğu cihetden halkda olan i'tibâr ca'lde yokdur. Zîrâ her ca'l halk değildir ve illâ Kur`ân mahlûk olmak lâzım gelir. Kâlallahu Teâlâ : "اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا".Fefhem.

Ve rûh gerçi mahlûkdur, nitekim, "Evvelü mâ halakallahu rûhî (Allah'ın ilk yaratdığı benim rûhumdur) ona dâlldir, velâkin 'âlem-i emrdendir ki 'âlem-i vücûb ve kıdemdir. Ve bu 'âlemde madde ve müddet ve vesâit olmaz, 'âlem-i halkda olduğu gibi. Bu vech ile ondan ca'l ile ta'bîr olundu ki ol sırr-ı ilâhîyi feyz-i akdes sûretinden feyzi mukaddes sûretine tenzîldir. Ve tenzîlden halk lâzım gelmez ve illâ Hakk dahi hâşâ mahlûk olmak lâzım gelir. Zîrâ mertebe-i 'amâ-i kevnîde sıfât-i 'abde nüzûl etmişdir, ferah ve dıhk ve bükâ ve emsâli gibi.

Ve bundan "وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي" nazmından mefhûmdur ki Âdem'e, aleyhisselâm, rûh-i ilâhî bilâ-vâsıta nefh olundu. Ve rûh, 'ulvî ve şerîf oldu. Zîrâ Hakk'a muzâfdır. Ve cesed mehîn ve süflî oldu. Zîrâ halka muzâfdır. Velâkin berekât-i rûh cesede sârî olıcak, sabğ ile ol dahi 'ulvî olur, ecsâd-ı enbiyâ ve kümmel-i evliyâ gibi. Onun için münhall ve münfesih olmaz. Yani rûhun besâtat ve tecerrüdü onu hadd-i terkîb ve ta'allukdan ihrâc eylemişdir. Bu cihetden mücerredâta mülhak olmuşdur. 

Ve bu sırr-ı ilâhî hasebiyle, halk ve emr birdir denilir. Ve Kur`ân'da gelir :  "فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ". Yani ibtidâda makarrı sulb-i melekût idi ki ona müstevda' derler. Sonra rahm-i mülk oldu ki ona müstekarr derler. Ve ba'dehû aslâb-i âbâda istîdâ' olundu ve erhâm-ı ümmehâtda istikrâr verildi ve oradan sûret-i cesedde doğup, "فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ" mertebesin buldu. Anın içün, "fe tebârekallahü ahsenü'l-câ'ilîn" denilmedi. Zîrâ meşhed-i hüsn, makâm-ı halk ve âsârdır, makâm-ı emr ve esmâ değildir. Eğerçi esmâ-i ilâhiyye hüsn ile vasf olunmuşdur, velâkin hüsnün âsârı mahall-i âsârda zâhir olmuşdur. Anın içün Hakk'ın cemî'-i esmâ ve sıfâtı cemâl ve kemâle dâirdir. Gerçi min-vechin âsâra celâl dahi denilir, velâkin celâlü'l-cemâldir. Pes, eğer senin müşâheden vâr ise, âyîne-i celâlden nûr-i cemâle bak. Zîrâ müşâhede-i hissin netîcesi müşâhede-i ma'nâ ve mu'âyene-i hakîkatdir.

Velâkin bu mertebeye vusûle vudû' lâzımdır ki mâsivâdan infisâldir. Ve salât lâzımdır ki Hakk'a ittisâldir. Ve tahâret-i zâhire ve bâtıne şartdır ki tahâret-i zâhire hükm-i cesed ve tahâret-i bâtıne hükm-i rûhdur. Ve evvelkisi encâs-ı hissiyyeye ve ikincisi ercâs-ı ma'neviyyeye dâirdir, yani bunlardan tahâretdir. Ve ercâs-ı ma'neviyye ta'allukât ve zunûn ve şükûk ve emsâlidir. Ve salâtda hadîs-i nefs olmak hadesdir. Yani hades-i ma'nevîye dâlldir ki hades-i sûrî ile sûret-i salâtdan munkatı' olduğu gibi hades-i ma'nevî ile dahi sırr-ı salâtdan munkatı' olur ki sırr-ı salât münâcât ve huzûr-ma'allâhdır. Anın içün "kurratü'l-ayn" denildi. Zîrâ insânın kalbinin sürûru ve gözünün nûru müşâhede-i mahbûb iledir. Ve edne'l-emr mahbûbunun onu müşâhedesini mutala'adır ki ona “makâm-ı murâkabe” derler. Nitekim şâirin, "Hamâmete cer'a havmeti'l-cendeli's-ca'î, fe enti bir mer'en min sü'âde ve mesma'" dediği sûret-i mecâzda ol hakîkate nâzırdır. Ma'nâ demekdir ki : "Ey taşlı yerin yükseğinde kumlu yerin güvercini, sec' edip öt. Zîrâ sen bir yerde durup ötersin ki Suâde-i mahbûbe seni görür ve savtını işitir. Eğerçi sen onu görmez ve savtını ve kelâmını işitmezsin". Yani mer'î ve mesmû' olmadığı sûretde bâri böyle makâmda durmak ne sa'âdet-i 'uzmâdır. 

İşte ittisâlin ednâsı bu mutâla'adır ve a'lâsı mededin 'adem-i inkıtâ'ıdır. Yani feyz-i ilâhî muttasıl olup devâm-ı müşâhededir. Ve salâtı hadîs-i nefsden muhâfaza etmek, isticlâb-ı feyz-i dâimdir, yani vakt-i selâma dek murâkabedir. Ve bu ma'nâ husûs üzerine murâkabe ve müşâhededir. Ekâmil-i nâsın ise murâkabe ve müşâhedesi ilâ-âhiri'l-'ömr devâm üzerinedir ki ona istiğrâk derler. Ve salâtın husûsa dâir olduğu budur ki muhâzât-i ilâhiyyeyi müştemildir. Ve muhâzât gerçi sûretde mukabeledir, velâkin cihet-i münâcâtı tashîh içindir ve illâ vücûd-i Hakk, vech-i mutlakdır.

Listeye geri dön