Namazın Esrârı

1 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tezkiye-i Nefs

Büyük velîlerden Aynülkudât Hemedânî Hazretleri buyuruyorlar ki :

Namaz hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşdur : "حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ". Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuşdur : "Namaz dînin direğidir, kim terk ederse dîni yıkmış olur". Yine, "Namaz kılan Rabbi ile konuşur" buyurmuşdur. 

Namazın kabûl şartı tahârete bağlıdır, tahâretsiz namaz olmaz. Muhammed Mustafâ'dan dinle ki, "Namazın anahtarı tahâretdir" buyurmuşdur. Birinci mertebesi, a'zâ ve endâmını toprak yâhud su ile necâsetden temizlemekdir. Bu uzuvların tahâretidir. İkinci mertebe, hased, kibir, tamah, kîn, hırs ve emsâli kötü sıfatlardan içini temizlemekdir. Eğer bu gibi kötü sıfatlardan tövbe, riyâzat ve mücâhede ile içini temizlersen yeni bir abdest almış gibi olursun. "Kim abdestini tâzelerse Allah onun îmânını tâzeler".

Şiblî'den işitmedin mi, o şöyle dedi, "Abdest infisâl, namaz ise ittisâldir. Kimse ayrılmadan kavuşamaz". Abdest ile mâsivâdan ayrılmadıkça, "lî ma'allahi vaktün (Allah ile bir vaktim olur)" sırrı namazda hâsıl olmaz. "لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ" hitâbı zâhirî tahâretden başkasını anlamayanlar içindir. Nitekim, "Allah temizlenmeden kılınan namazı kabûl etmez" beyânında işittiğin üzere, abdest ve tahâret olmadan Allah katında namaz makbûl olmaz. Abdest ve tahâret tamam olduğunda namaz makbûl olur. "اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ"

Ey Azîz! Namazın pek çok şartı vardır. Bunlardan birisi kıbledir. Bedenin kıblesi için her ne kadar, "قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَاۖ" buyrulmuşsa da rûhun kıblesi bu değildir. "لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ*وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ" kıblesinin Mekke mi Medîne mi olduğunu sorarsan bu belde Mekke'dir ancak bu Mekke, "Allah'ın arşı gök, yer, günler ve gecelerin olmadığı şeyin üzerindedir" Mekke'sidir. 

Aklına namazın ne olduğu sorusunun geldiğini biliyorum. Salât "sılat"dan ve "salleytü"den gelmektedir." Bilir misin sılât nedir? Kulun Allah ile konuşması demekdir. "Namaz kılan Rabbi ile konuşur" sözü bu anlama gelir. "وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ" ve "اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ" âyetlerinde bildirilen namaz, benim ve senin kıyâm, kuûd, rükû ve sücûd gibi hareketlerle yapdığımız namaz değildir. Ebû Abdullah en-Nebâcî, namazı şöyle açıklıyor :  "İbâdetden lezzet almak, Allah'dan uzak kalmakdır". İbâdetin kendisinden değil, ibâdeti emredenden lezzet almak gerekir.
Ne bilirsin! "فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙاَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ" âyetinin manâsını, Muhammed Mustafâ'dan dinle, şöyle buyurmuşdur : "Bir zaman gelecek, ümmetimden pek çok kimse mescidlerde toplanıp namaz kılacaklar ancak içlerinden hiçbiri müslüman olmayacakdır". İşte bu şekilde namaz kılan kimseler biziz. Namaz, İbrâhim'in tâlib olduğu namazdır ki "رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ". 
Ey Aziz! Allah'ın namazı, kulu ile konuşması, ona söylemesidir. Kulun namazı, onun Allah ile konuşmasıdır. Hazret-i Muhammed'i Mi'râc gecesinde götürdüklerinde öyle bir yere ulaşdı ki kendisine "dur" dediler. "Neden?" diye sorduğunda, "Allah namaz kılıyor" dediler. "O'nun namazı nedir? diye sordu. Dediler ki, "O'nun namazı kendi kendine senâ etmesidir". Sübbûhun kuddûsün ve rabbü'l-melâiketü ve'r-rûh.

Ey Azîz! Şu hadîsi iyi anla ki, "Peygamberler kabirlerinde de namaz kılarlar" sırrı sana yüzünü göstersin. Zîrâ bu şekilde "Horozun sesi, onun namazıdır" sözünün neden söylendiğini anlarsın. "وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ" bu manâyadır. Allah rızâsı için şu sözleri iyi dinle. Şiblî bir gün namaz kılmak için kalkdı, uzunca bir vakit namaz kıldı, namazını bitirdiğinde, "Veyl olsun, Allah'a yemîn olsun ki namaz kıldığımda münkir, kılmadığımda kâfir oluyorum" dedi. Şiblî'nin "اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ" cemâatinden olmadığını mı zannediyorsun?

"Sılât"ın îzâhını dinledin, şimdi de "salleytü"nün îzâhını dinle. Namaz kılanlar, "Allahuekber" dediğinde, "بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ" âyetinin manâsı onu yer bitirir. "Salleytü", kendine ateşe atmakdır. Ne dersin "فَيَدْمَغُهُ" diye vasfedilmiş ateşe atılandan geriye bir şey kalır mı? "Resûlullah namaz kıldığında, kalbi tencereden çıkan sese benzer bir ses çıkarırdı" sözü, buna işâret eder. Hâşâ ve kellâ, geriye hiçbir şey kalmaz. Bâtıldan hiçbir şey kalmayınca, geride sadece hak kalır. Allah nefs sâhibi kimsenin kendisine yol bulmasından münezzehdir. Ateşin âşıkı olan pervâne, gıdasını ateşden alır. Kendisini ateşde yakdığında, "فَيَدْمَغُهُ" beyânının hakîkati onu kabûl eder ve onu gayriyetden nefyeder. Ateş gıdasını tamamıyla yiyip bitirir. Gıdası da artık hiçbir zahmet olmaksızın kendisi yani ateş olur. Esâsında pervânenin varlığı, bütünüyle gayriyetdir.

Ne diyeyim bilmem ki. Bu makâmda, cihet ortadan kalkar, rûhun yöneldiği her şey onun kıblesi olur. "فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ" hakîkati burada ortaya çıkar. Artık ne gün ne de gece vardır. Öyleyse beş vakit namaz nasıl kılınabilir? "Rabbinin katında sabah ve akşam yokdur" sözü bu manâya gelir. Ne yazık ki zamanın yol kesicileri cehâletle ma'lûl âlimler ve henüz olgunlaşmamış çömezler, bu yolu ve gidişi hulûl sayarlar. Cânım böyle hulûlînin ayağının tozuna fedâ olsun!

Ey Azîz! Namazın şartlarından bir diğeri de niyetdir ve namaz onunla tamamlanır. Sen niyetin ne olduğunu ne bilirsin! Sehl bin Abdullah et-Tüsterî'den dinle ki bak ne diyor : "Niyet, nûrdur. Çünkü "nûn" harfi bu nûra işâret eder. "Yâ" harfi Allah'ın kulu üzerindeki eline, yani yedullaha ve "he" harfi, Allah'ın hidâyetine işâretdir. Niyet, Allah'ın nesîmidir. "فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ""Ameller niyetlere göredir" hadîsi bu manâyadır. Niyet, kesb âleminden değildir, atâ ve hil'at-i ilâhî âlemindendir. Bu yüzden Bişr-i Hafî, Hasan-ı Basrî'nin cenâze namazını kılmadı ve "Niyetim henüz hazır değil" dedi. Tâvusü'l-Hazîn'e "Bizim için bir duâ et" dediler, "Duâ etme niyetini bulana kadar sabredin" buyurdu.

Ey Azîz! "Kul ile küfür arasında namazın terki vardır" sözünden ne anladın? "Allahuekber" niyetini işitdin, şimdi "Fatihatü'l-Kitâb"ı dinle ki Muhammed Mustafâ şöyle demişdir : "Fâtihasız namaz olmaz". Ey Azîz! Hiç, "اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي" ye doğru yol aldın mı? Hiç "Allahuekber" dediğinde, mülk ve melekûtun varlığının yok olduğunu gördün mü? Hiç tekbîrde mahvdan sonra isbâtı gördün mü? Hiç "Allah'a defalarca hamdolsun" diye şükretdiğinde, mahvdan sonra isbât nimeti hâsıl oldu mu? Hiç "Sübhânallah"da onun tenzîhini gördün mü? Hiç sabahda insanların bidâyetini, akşamda insanların nihâyetini gördün mü? "فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ" ifâdesi sana "تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ" âyetinin ne manâya geldiğini söyleyecekdir. 

Hiç "اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا" âyetinin hakîkati ile ihrâma girdin mi? Hiç âyetde geçen "vechiye"nin "yâ"sını "lillezî"nin "yâ"sında gark olmuş gördüğü mü? Hiç âyetde geçen "fetarâ" fiilinde kendini kaybolmuş gördün mü? Hiç âyetde geçen "semavati ve'l-ard" ifâdesindeki iki makâma şâhid oldun mu? "فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ* وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ" âyetinin hakîkati budur. Hiç "مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ" ifâdesinin hakîkatini gördün mü ki İbrâhim şöyle dedi : "وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ". Burada Hazret-i Muhammed'e neden "İbrâhim'in milletine tâbi ol" dendiğini bilirsin. Hiç "müslimen" kelimesi için istiğfâr etdin mi? Hiç "وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ" âyetini kendi fânî varlık tahtana vurup onun senin fânî kıldığını gördün mü? İşte bu durumda müşriklikden sonra sâdık olursun. Kişi "وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ" de yok olursa, müşriklik ona ne yapabilir ki! "كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ"  âyetine göre müşrik nerededir?

"قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ" hakîkatini gördükden sonra vaktin nâtıkı olursun, kalbin onun dili olur. Dil sohbet etmeye ve konuşmaya başlar. "رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ" demeyi ancak taklid yoluyla görmüşdün, "لَا شَر۪يكَ لَهُۚ"in manâsı bu sözün manâsını sana söyler. Eğer iyi kulak verirsen, "وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ"yü bilirsin ve anlarsın. "وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ" sözünün sana müslümanlığı öğretdiğini gördün mü? Evet, "Eûzü billahi"nin hakîkati bu makâmda meydana gelir, "بِسْمِ اللَّهِ اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ"den önce söylemek gerekir. "اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ" onun zâta vurulmuş sıfat mührüdür. Bu senin kapının üstüne koyduğun işârete benzer. "اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ", bu tertîbe göre şükürdür. "اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ", Allah'dan sonradır. Yani sıfatlar ve "رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ" in zâtı, diğer bir mühür olan Allah ile birlikte güzel olur. "اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ", Allah ile güzel olduğu gibi. Allah ile billah bir olduğunda, "اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ"in tekrarı burada zarûret olur.

Yazık ki hiç anlamayacaksın! "مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ"dünyâyı âhiret aynasında görmekdir ki âhiretin dünyâda bir yeri yokdur. Ey Azîz! Eğer Fâtiha Sûresinden birazcık şarâb-ı tahûr içmiş olsaydın, "وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا" âyetinin ne demek olduğunu anlardın. Bununla sarhoş olup sonra yeniden uyansan, "اِيَّاكَ نَعْبُدُ" hakîkatini kemer gibi beline bağlasan ve önceki hâlini hatırlasan, "وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ" sözünün hakîkati ortaya çıkar. Sonra sen de fazîlet zuhûr eder ve cemâli görme arzusu meydana gelir, böylelikle "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ" dersin.

Sonra seninle bu şarabdan içen arkadaşlarını hatırlar, "صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ" dersin. Sonra mahrûmları ve kovulmuşları kapıda kalmış görürsün, insanlar dışarıda sen ise evde oturduğun hâlde, "غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ" dersin. Sonra "Fâtiha'sız namaz olmaz" hadîsinin ne manâya geldiğini öğrenirsin. Fâtiha olmaksızın namaz olmaz. Fâtiha'nın ne demek olduğunu öğrendiğin hâlde, daha ne diye "Ben de namaz kılıyorum" diye söyleniyorsun. Heyhât ki heyhât! Sakın ömrünü bîgânelik rüzgarına verme, âşinâlık kesb etmeye çalış.
Yüceltdiğimiz her şey aslında düşüklük
Tasvîr etdiğimiz her şey aslında yokluk
Bütün zannımız hayâlimiz beyhûdedir
Geçirdiğimiz yalan ömre yazık çok yazık

Listeye geri dön