Vel 'asr. İnnel insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilus sâlihâti ve tevâsav bil hakki ve tevâsav bis sabr.
Sadakallahü'l-azîm.
Gönülleri Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâma, îmân ederek, O'nu herşeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, Allah'a secde etmekle yüzleri nûrlanan ve fuâdları sürûrlanan, kıyâmet gününe inanan, bu âlemin fânîliğini fehm eyleyen, yani gelip geçiciliğini, ebedî olmadığını fehm eyleyen ve bu âlemin âhiretin tarlası olduğunu idrâk eden, kıyâmet gününde bu kısa ömrün hisâbını Allah'a vermeği kabûl eden, Allah'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan âşık u sâdıklar!
Allah'ın bize en büyük lutf u keremi, bize îmân ve islâmı ihsân u inâyet buyurmuşdur. İslâm ve îmân sâhibleri ebedî saâdete nâil olacakdır. Bu âlemin dağdağasından, meşakkatinden kurtulduğu gün, sultân olacak, ebedî saâdete erecek, Habîb-i Hudâ Muhammed Mustafâ ile buluşacak, O'nun sancağı altına cem olacak, mahşerin şiddet ve dehşetinden kurtularak, cennete dâhil olacakdır. Velev ki kalblerinde zerre kadar îmân ola. Ebedî nârda kalmaz.
Onun için en büyük nimet, islâm ve îmândır. Bu îmân ve islâmın da hıfzı, yani muhâfazası, ibâdet ve tâatladır. İbâdet ve tâatın muhâfazası da, güzel ahlâkladır. Güzel ahlâkı olmayanın ibâdetini, hak sâhibleri alır. İbâdeti olmayan da korkulur ki, îmânının nûru söner. Yani îmân bir mum ise, ibâdet ve tâat onun etrâfında bir fenerdir. Ahlâkı güzel olmayan bir adam da, bu fenerin üzerine bir korkuluk çekmemişdir, fener kırılabilir. Fener kırılırsa mum söner, rüzgar ile. Yani küfür rüzgarıyla, isyân rüzgarıyla. Ona binâen, îmânın hıfzı, muhâfazası şartdır. Bir adam îmânsız giderse, arkasından dünyâ dolusu altun dağıtsalar, yüz bin hatim okusalar ve dünyâ dolusu altun dağıtsalar, o kimseye hiç bir faydası olmaz. Yani ahretin azâbından onu kurtaramaz. İlle îmân! Bu îmân ki, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah"dır.
Ve bunu gece ve gündüzde Hakk'dan isteyiniz. Ve bu îmân üzere çene kapamayı Allah'dan dileyiniz. Ve Şu duâyı yapın, "Allahümme lâ tuhricnâ mine'd-dünyâ illâ me'a'ş-şehâdeti ve'l-îmân".
Allah, Arapça da anlar, Türkçe de anlar, İngilizce de anlar, Fransızca da anlar. Hattâ lisânen söylemesen, kalben Allah'a münâcât etsen, Allah onu da bilir ve görür, Celle Celâluhû Hazretleri.
Bu duânın ma'nâsı şu. "Yâ Rabbi benim rûhumu ancak îmân ve şehâdet üzerine kabzeyle, îmânsız çenemi kapama". Çünkü Ebü'd-Derdâ Hazretleri, radıyallahu anh, sahâbenin ileri gelenlerinden. Peygamberimizin arkadaşları. Sahabe demek, Peygamber'in arkadaşları demekdir. Ebü'd-Derdâ Hazretleri diyor ki, "Bir adam îmânsız göçmekden korkmazsa, bu korku kalbinde yoksa, o adam îmânsız göçebilir" diyor. Bu korku dâimâ senin kalbinde bulunacak, "aman îmânsız gidersen âhirete" diye. Bir çok insanlar görüyoruz ki, bunlar, belki kabirlerine debdebeyle, saltanatla gitdiler ama çoğu îmânsız gitdi. Üzerine yapılan türbelerin onlara hiç bir faydası olmaz. MEzarın zâhirnin süslenmesi, mezarın bâtınına fayda vermez. Bazı kabirler vardır, hâriçleri harâb fakat içerleri nûr-i îmân ile doludur. Bazı kabirler vardır, zâhirde mâ'murdur ama içerisi cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Ey aklım başımda, bana akıl nimeti verildi, tefekkür nimeti ihsân olundu diyen kişi! Bugünleri düşün! Yakın bir zamanda bu yolculuğa çıkacaksın. Îmân pasaportunda Hazret-i Resûlullah'ın ismi yoksa, hâlin harâbdır. İlle Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem sana ümmetim diye sâhib çıkarsa, işte o vakit, saâdete erdin, o vakit felâha ve necâta yükseldin, o vakit cennetler senin oldu. Geçiyoruz.
Bu Ebü'd-Derdâ Hazretlerinin bir kerâmâtını anlatayım. Birisi bir kitap yazmış, bazı kitaplarda bir çok yanlışlıklar var, "ashâbın kerâmâtı yokdur" diyor. Nasıl görmedin bunu? Hazret-i Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh, üç aylık yoldan ordularına emir vermişdir, "Yâ Sâriye el-cebel" diye. Ama Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, hayatda olduğu müddetçe, Peygamberimiz güneş gibidir, güneş çıkdığında yıldızlar görünmediği gibi, sahâbenin kerâmâtı zikrolunmaz. Yoksa kerâmât her müstakîm olana taraf-ı ilâhîden verilen bir nimetdir. Müstakîm oldun mu, kerâmet tâcı senin başına konur. Müstakîm olmazsan, böyle hârikulâdelikler de zuhûr etse, gene kerâmet değildir. Müstakîm ol, o vakit tâc-ı kerâmet başına konur.
Söylemeden geçmeyelim bunu, dâimâ söylerim ben. Çünkü bin defa söylüyoruz, bir tânesi aklımızda kalmıyor. Evvelâ kendimiz. Kendimiz âmil olsak, halk âmil olur. Biz kendimiz sözlerimizle âmil olamıyoruz maalesef, onun için halk üzerinde sözümüzün tesiri olmuyor. Evvelâ vaazı kendi nefisne yapacaksın, sonra gayra yapacaksın. Biz böyle yapamıyoruz. Halkı hakka davet ediyoruz, biz hakdan udûl ediyoruz. Onun için kendini düzelt. Herkes kapısının önünü temizlerse, şehir temizlenir. Herkes kendi itikâdını düzletirse ve ibâdet u tâatına sâhib olursa, bütün mü'minler sülehâdan olurlar. Geçiyoruz.
Bu Ebü'd-Derdâ Hazretlerinin bir menkıbesini anlatayım, sonra geçelim dersimize. Biz hutbeyi beş on dakîka uzun yapıyoruz. İnşâllah memnûnsunuz.
Ebü'd-Derdâ Hazretlerinin bir kulubesi varmış. Yaz günlerinde ayaklarını sıcakdan, güneşden, kış günlerinde soğukdan koruyamazmış.
Sen benim bu anlatdığım kıssayla, Ebü'd-Derdâ'yı ölçemezsin. Senin terâzin onu kaldırmaz. Yani senin akıl terâzin. Onlar öyle bir sultândır ki, Hazret-i Peygamber'in arkadaşlarıdır. Hiç bir nebînin ashâbı, Resûlullah'ın ashâbı gibi değildir, o mertebeye yükselmemişdir. Her nebînin ashâbı vardır fakat ashâb-ı kirâm gibi değildir. Yani Hazret-i Mûsâ'nın bir Ebâbekir-ı Sıddîk'ı, bir Ömer'i, bir Osmân'ı, bir Ali'si yokdur. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın da öyle. Cenâb-ı Peygamber'in sahâbesi, Allah Kur`ân'da onlar hakkında, "radıyallahu anhum ve radû anh" yani "Ben onlardan râzı oldum, onlar da benden râzı oldular" diyor. Hattâ Ebâbekir Sıddîk'a Cenâb-ı Hakk selâm göndermiş, "Ben Ebûbekir'den râzıyım, Ebûbekir benden râzı mı?" diye soruyor. Düşün bir defa sahâbenin kıymetini. Radıyallahu anhüm ecmaîn. Allah Resûlünü sevenler, O'nun sahâbelerini severler, O'nun âlimlerini severler, O'nun yolunda bulunan sulehâyı severler. Allah Resûlünü sevmeyenler de zâlimleri, hâinleri, Hakk yolunda bulunmayan gâfilleri severler. Ama iki tarafa da müjde veriyorum. Hiç üzülme, kişi sevdiği ile berâberdir. İyileri sevenler, sâlihlere berâber olur, kötüleri sevenler de kötülerle berâber cem olur, haşr olur kıyâmet gününde.
Evet, "Ebü'd-Derdâ nasıl bir kulubedeymiş filan filan", deme öyle şey. Bizim akıl mantığımız, akıl terâzîmiz, kantarımız, onları taratamaz. Onları ancak Allahu Teâlâ bilir.
Hazret-i Melekü'l-mevt yani Azrâil aleyhisselâm...Bazı gâfil müslümanlardan görüyoruz, Hazret-i Azrâil'i tiskinti ile anıyorlar. Sakın öyle bir şey yapma! En nihâyetde onunla buluşacaksın. Dostluğu büyüt ki, sana gülerek gelsin. O da îmândır, ihlâsdır ve ibâdet ve tâatdır. Sonunda onunla karşılaşacaksın. Bir nemrud adam görüyor, "Azrâil gibi adam" diyor. Estağfirullah ve etûbu ileyh. Bu dört melek, Cebrâil, İsrâfil, Mikâil, Azrâil, aleyhimüsselâm, meleklerin peygamberidir. Meleklerin peygamberidir aynı zamanda bizim peygamberimizin ümmetidir.
Hazret-i Âdem'den Resûl aleyhissalâtü vesselâma kadar gelen enbiyâ-i izâm hazerâtı, kendi kavimlerinin peygamberidir, o peygamberlerin cemîsinin peygamberi, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Nûru evveldir çünkü. Hazret-i Âdem aleyhisselâm, Ebü'l-eşbahdır, vücûd babasıdır, Hazret-i Peygamber, Ebü'l-ervahdır, rûhlar babasıdır yani. Hattâ bir çok enbiyâ Ümmet-i Muhammed'den olmayı temennî etmişlerdir. Bâhusûs Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm, halîlullah, demiş ki, "Yâ Rabbi, bu kadar medh ediyorsun Habîbin Muhammed'i, benim zürriyetimden gelecek, benim ismimi O'nun ümmetine andır" demiş. Bak, salavâtda Hazret-i İbrâhim'in ismini okuyoruz, "ve alâ âli ibrâhim" diyoruz.
O "Âl-i İbrâhim"de de iş vardır, "Âl-i İbrâhim"de. İbrâhim aleyhisselâmdan Resûlullah'a gelinceye dek, cümle Peygamber'in dedeleri, sallallahu aleyhi vesellemin dedelerinin kâffesi,"Âl-i İbrâhim"dir. Onlara salât okursun haberin olmaz senin. "Âl-i İbrâhim", Peygamberimizin dedeleri. İsmâil Peygamber'den itibârem tâ Abdülmuttalib'e kadar, hepsi "Âl-i İbrâhim"dir. Hazret-i Abdullah da buna dâhildir, Peygamber'in babası, annesi Hazret-i Âmine de, radıyallahu anhümâ.
Melekü'l-mevt insan şeklinde gelmiş Ebü'd-Derdâ'ya. Demiş ki, "Yâ Ebe'd-Derdâ! Kuluben çok küçük, kış günlerinde ayaklarını soğukdan", Medîne'nin soğuğu dehşetli olur, çölün soğuğu, "kış günleri ayaklarını soğukdan, yaz günleri güneşin harâretinden koruyamıyor yapdığın kulube. Bunu biraz daha büyütsene" demiş. Ama insan şeklinde gelmiş Melekü'l-mevt. Melekler, insan şekline girerler. Ebü'd-Derdâ'ya da herhangi bir zât şeklinde gelmiş ve demiş ki, "Yâ Ebe'd-Derdâ! Kulubeni biraz büyüt de ayakların hiç olmazsa kışın soğuğundan, yazın harâretinden kurtulsun" deyince, şöyle bakmış yüzüne, demiş ki, "Sen beni takîb etdiğin müddetçe, bu kulube bile bana çok" demiş. Yani Melekü'l-mevt olduğunu söylüyor kendisine. "Sen beni böyle takîb etdiğin müddetçe, bu kulube bile bize çok" demiş. Tabii aklı başında olanlara söyledik.
Arkadaş! Şu câmiye geldin, bir saat burada kalacaksın, sonra gideceksin. Dünyâ da bunun gibidir. Metâını hazırla, yükünü yani. Ve yüküne de her şeyi doldurma. İyi şeyler doldur. Karanlıkda bir yere girdin, eline geleni çuvala dolduruyorsun. Nedir o? İşte Kur`ân'sız çuvalına dolduranlar. Akrep mi yılan mı ne olduğunu bildiğin yokdur. Kur, ân bir nûrdur, ona tâbi olursan, çuvalına ne koyduğunu görürsün. Amel sandığına yani. Sonra yüklenip gideceksin o tarafa doğru. Ağlamanın faydası olmaz orada. "Beni arkamdan hayırla yâd ederler". Bunun da sana faydası yokdur. Olur ama yokdur. Önden giden ışıkla arkadan gelen ışık bir olmaz. Önden ışık götürürsen eğer, yolunu görürsün. Arkadan gelen ışıkla yolunu göremezsin, çukura düşebilirsin. Ârif olan söyledik, işâret etdik. Geçiyoruz.
Şimdi, Cenâb-ı Allah, yani yerin göğün sâhibi, bilenen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, şu okuduğum sûre-i celîlede...Manâ vereceğiz, sakın zannetme ki, Kur`ân'ın manâsı benim verdiğim manâ ile bitdi. Deryâdan bir katre, şemsden bir hüzme, toprakdan bir zerre olarak vereceğim manâyı. Bitdi zannetme sakın ha! Tabii sûrenin tefsîrini bu hafta burda bitiremeyeceğiz onu biz, öyle görünüyor.
"Vel-asri", asra kasem ederim. Manâsı. Allah, asra kasem ediyor. Bu asırdan murâd nedir acabâ? Asır, asr-ı nebî, Peygamberimizin yaşadığı asır, ashâbın yaşadığı asır. İkincisi, asır, ikindi vakti. "İkindi namazı vaktine kasem ederim".
Sen namazı hiç umursamıyorsun, Allah ikindi namazı vaktine kasem ediyor. Hiç namazı umursadığın yok, "Kalbim temiz, vücûdum semiz" diyorsun. "İstikbalde, inşallah ben tekâüd filan olayım, para kazanayım, sonra sen beni gör bak, câmiden dışarı çıkmayacağım". Senedin var mı elinde? Soruyorum, senedin var mı? Hemen ibâdete başlayacaksın. Allah'a muhtâc olduğun kadar Rabb'e ibâdet ve secde edeceksin. Allah'a muhtâc olduğun kadar Rabbine tâatda bulun, cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle. Bakalım ateşe ne kadar dayanabiliyorsun? Bu ateş ki nûr sâhibidir, fâide için Allah halk etmişdir, cehennem ateşi buna da benzemez. Onu da insan burdan götürür. Cennetin miftâhını, hûrilerin mihrini, cennet saraylarının, köşklerinin, haymelerinin tapusunu insan burdan götürür. Cehennemin de derekâtını, orda bulunan yılanları ve akrepleri ve bukağıları ve gulleri ve kelepçeleri gene burdan götürür.
Aklın başındaysa eğer, ömrünü hebâya verme. Bir kere nefes alman, bir kere nefes aldığın, geçirdiğin bu dakîkayı, bu dakîkayı, bu nefes dakîkasına milyonları versen geri alamazsın, bitdi. Şunu da sana söylüyorum tekrar. Günahdan kaçın. Günde bir günah işlersen...Dikkat buyur konuşduğum söze! Çok dikkat et! Günde bir günah işlersen, senede üç yüz altmış beş günah yapar. On günah işlersen, üç bin altı yüz elli günah yapar. Bir günaha bir gün cehennemde hapis cezâsı verse Allah, Allah hükûmetinin kânuûları vardır ki işte Kur`ân'dır, üç yüz altmış beş gün cehennemde yanman lâzım gelir, yanmamız lâzım gelir. On günah yaparsak, üç bin altı yüz elli gün yanmamız lâzım gelir. Halbuki biz günde yüz günah yapıyoruz.
Sana haber vereyim mi, günahdan kurtulmayı? İki namaz arasında yapılan günah, diğer namazda affolur. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem böyle buyurur. Bir kapının önünden bir nehir geçiyor, nehire günde beş defa girersen, üzerinde kir pas kalır mı? Kalmaz. İşte namaz bunun gibidir. Mü'minin nehridir o. Tathîr olur, huzûra çıkar, Allah ile konuşur, Peygamber'le sevişir, Resûlullah'a selâm verir, Allah ondan râzı olur, Cenâb-ı Hakk'la buluşur. Secdede buluşur Allah'la. Kim burnunu yere sürterse Allah'a o tekarrüb eder. Allah sana senden bana benden yakındır.
Allah, asra kasem ediyor. Asr, asr. İkindi namâzına kasem ediyor Allah. Kim bu yemîn eden? Yemîn eden kuvvet kudret nedir? Seni beni bir katre menîden halk eden, bu kâinâtı ol emriyle halk eden Allah. Düşün namazın kadr u kıymetini. Namaz, Resûlullah'ın gözü nûrudur, Dîn-i İslâm'ın direğidir, îmânın alâmetidir, mü'minin burağıdır. Namaz, salât. Bu âlemden gitdikden sonra, iki rekat namazın ne olduğunu orda anlayacaksın. Allah huzûruna durmanın zevkini anlayacaksın ama iş işden geçecek. Çünkü orda namaz yok.
Şimdi, "Ve'l-asri inne'l-insâne lefî husr". Diyor ki, "Asra kasem ederim, bütün insanlar hüsrândadır".
Bunu söylemeden geçemeyeceğim, Rûhü'l-Beyân Tefsîri var, İsmâil Hakkı Bursevî Hazretlerinin, kaddesallahu sırrahu'l-âlî. Çok mühim. Kulağını benden yana verirsen, Cenâb-ı Allah inşâllah derdlerimize devâ olabilir bu hususda. Orda bir kıssa, bir hikâye var, bu hikâyeyi size arz edeceğim. Çünkü sözlerimizin komprimesi olacak bu. Böyle ciddî mevzular, insanın hatırında pek kalmayabilir fakat kıssa olarak haber verirsen o vakit insan onu hıfz edebilir.
Yalnız iyi hıfz et ve işitdiğin ilmi kendinde bırakma, mü'min kardeşlerini Hakk'a davet et, onları Allah yoluna getir. Allah yolunda bulunduğun arkadaşın yevm-i kıyâmetde sana yoldaş olabilir ama günaha teşvîk etdiğin, günahı onla yapdığın arkadaşın senin arkadaşın değildir, düşmanındır. Geçiyoruz.
Vakt-i saâdetde Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medîne'yi teşrîf etmiş, Medîne'de bir kadın zinâ etmiş, tabii gizli olarak ve bir çocuk yapmış. Bak yerini söyledim size. Yalnız bu hikâyeyi hep yanlış anlatıyorlar, Hazret-i Şeyh çok güzel tavsîf etmiş, ben de size o inceliği haber vereceğim. Bir piç yapmış, ne yapsın bu piçi? Rezîl ve rüsvâ olacak kendisi. Piçin kabahati yok. Piç dolayısıyla ebeveynin yani ananın yâhud erkeğin, onların suçu ortaya gelir. Çocuğun ne kabahati var, fakat maalesef o çocuk piçlikle damgalanır. Ona piç denmekle onun annesinin zinâ etdiği, babasının zinâ etdiği meydana gelir yani ortaya çıkar. Yani Allah setri kaldırır. Ne yapsın kadın, hurma sirkesine atmış çocuğu, eritmiş ve bunu da halka satmış. Bir incelik var onu söyleyeceğim. Belki dinlediniz bu kıssayı fakat burada bir incelik var ki en mühimi o. Bunu cehâletle yapmış, sonra îmânı yakîne gelmiş, yapdığına nâdim olmuş, 'Eyvâh! Ben ne yapdım! Suç üzerine suç işledim. Yapdığım bir zinâ idi sonra o çocuğu katl etdim. Sonra onu da böyle toprağa gömmedim, ibâdullaha bunu içirdim ben. Benim hâlim nice olacak?" diye aklı başına gelmiş.
Tekrar ediyoruz, dikkat buyur! Cehâleten suç işlersen, günah işlersen Allah'a rücû et, tövbe et Allah'a. Allah' a tövbe demek, yalnız "Tövbe Yâ Rabbi" demek değildir. Ya nedir? Yapdığın fiili, Allah'ın men etdiği o fiili bir daha yapmamak üzere, o yasağı bir daha yapmamak üzere, ağlayarak sızlayarak kalbin kasdıyla terk etmesine tövbe-i nasûh derler. Öyle bir tövbe müstecâb olur. Îmân yakîne gelince, insanlar cehâlet vaktinde yapdıkları suçları önlerine dökerler, hesâba.
Zâten Allah seni hesâba çekmeden sen kendini hesâba çek! İki cihan sultânı, cümle enbiyânın serdârı, Hakk'ın mir'âtı olan Muhammed aleyhissalâtü vessselâm Efendimiz Hazretleri, "Hâsibû kable en tuhâsebû, Allah sizi hesâba çekmeden siz nefisleriniz hesâba çekiniz" buyuruyor. Akşam eve gitdiğin vakit, on dakîka, on beş dakîka tefekküre ayır bakalım. De ki "Bugün ben Allah' a yarar ne iş yapdım? Ne kötülük yapdım?" Bir düşün bakalım. Böyle bir şey yapıyor musun? Yapmıyorsun. Bir saat tefekkür, altmış senelik nâfile ibâdetden Allah'a daha sevgilidir. Düşüneceksin. Hazret-i Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh hafta başında bir defa kendini hesâba çeker, yapdıklarını hatırlar ve birçok zaman hasta olurdu ve kendisini darb ederdi. O meşreb-i Ömer, sen yapamazsın onu. Ama sen de hiç olmazsa üç günde bir haftada bir akşamları kendi kendine kaldığın vakit, "Bu güne kadar ben neler yapdım? Fidan gibi bir delikanlıydım, saçlarım ipekler gibiydi, yüzüme bakan bir daha bakıyordu, güller benden utanıyordu, şimdi belim büküldü, dişim döküldü, ne yapdım bugüne kadar ben? Bu ömrümü nerde geçirdim, bu ömr-i azîzimi? İsyanda mı itâatda mı? Kula düşen vazîfe Allah'a itâat etmekdir, isyan değil". Düşün. Allah Ganî'dir, Kerîm'dir, Rahîm'dir, hemen dön Cenâb-ı Hakk'a. Hemen affeder. Vallahi affeder. Şirkden gayrisini dilerse affeder. Kapısını çaldın mı, "Allah" dedin mi, "Lebbeyk kulum" der. Yani cevap verir. "Fezkürûnî ezkürküm, beni zikredin ben sizi zikredeyim diyor Hazret-i Allah. Tövbeyle zikret, mağfiretle seni zikreylesin. Ayakda zikret, kıyâmet gününde nâs kabirden ayağa kalkdığı vakitde seni zikreylesin. Oturarak zikret, Allah'ı tefekkür et, istiğfar et, Allah'ı zikret, kıyâmet gününde, cemî enbiyâ o günün şiddet ve dehşetiyle dizlerinin bağı sökülerek yere çökdüğü vakitde, Allah seni zikreylesin. Yatdığın vakit Allah'ı zikreyle, yakın bir zamanda amelinle başbaşa kalıp, kabre koyacaklar seni, Hakk orda seni zikreylesin. Yakın zamanda! Yazık ölümünü düşünmeyen, Allah'ı unutuna! Allah'a âsî olana veyl olsun! Vay olsun ona! Allah cümlemizi afv u mağfiretine nâil etsin.
Kadının aklı başına geldi, tövbe etdi ve huzûr-i saâdete geldi. "Yâ Resûlallah ben bir fuhşiyatda bulundum, ne olacak benim hâlim?" diyor, ağlıyor. "Nedir?" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Çok mühim yâ Resûllah. Yapdığım şeyi, insan sûretindeki kimse yapamaz". "Ne yapdın?". "Ben böyle çirkin bir iş yapdım. Bir çocuk dünyaya getirdim. Hısım akrabamdan etrafdan utandım, o çocuğu öldürdüm, sirkede eritdim, halka içirdim" dedi. Efendimiz buyurdu ki, "Tövbe istiğfar et, vakt-i câhliyyetde yapdığın için, daha İslâm neşr olunmadan evvel". Sonra o kadın Peygamber'e sordu, çok mühim, en mühim yer burası işte, anlatacağım yer. "Yâ Resûlallah, böyle suçlar ve günahlar benden niye zuhûra geldi, niye benden zuhûra geliyor böyle suçlar ve günahlar?" Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Zannediyorum ki sen bazı bazı ikindi namazının farzını kazâya bırakıyorsun. Kim namazı kazâya bırakırsa, Allah'ın ibâdetinden dönerse, onun başına böyle musîbetler gelir" buyurdu. Çok mühim! Burası mühim! Onun için senin Allah'a tâatın yok, başına musîbet geliyor, "niye başıma musîbet geliyor?" diye sorma. Tâatın yok ki musîbet def ola. Acabâ anlatabildik mi? Anlatdığım yer de belli, isteyen açar bakar, Rûhü'l-Beyân Tefsîrinde Ve'l Asr Sûresinin baş tarafında. Bugünlük bu kadar kâfî.
Bu sûre-i celîle üzerinde duracağız, inşâllah haftaya da bir mikdar bir şeyler daha anlatacağız. Bitmez, kıyâmet gününe kadar da anlatsak. Bizde laflar biter, melekler yazsa onlar yorulur, kalemler tükenir, denizler mürekkep olsa nihâyete varır, Allah'ın sûrelerine, Allah'ın kelâmına, Allah'ın kitâbına nihâyet yokdur. Her anlatan, anladığını anlatır. Her anlayan da kâbiliyyeti kadar anlar. Her bakan görmedi, mutlakâ bakan gördü. Her bakan görmedi, mutlakâ bakan gördü. Onun için kalb gözünün aynasını sil. Kalb gözün çapaklı olursa göremezsin. Kalb gözünün çapağını silmek de Kur`ân iledir. "Kad câeküm basâirün min rabbiküm, Rabbinizden size basâir geldi, göz geldi diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Onu gözüne koymayan adam, Kur`ân'la hareket etmeyen adam, o adam, a'mâdır. Bu âlemde a'mâ olan, öteki tarafda da a'mâ olur. Ammâ sâhibimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Îmânı kurtarırsak şefâatlarıyla kurtulabiliriz. Ne kadar cezâya da çarptırılsak cezâdan sonra gene rahmete ereriz. Ama korkarım ki, son nefesde îmân nasîb olmaya. Âsîlere, ibâdetsizlere, tahâretsizlere, densizlere ve donsuzlara, korkarım ki, îmân nasîb olmazsa, o vakit, felâket iş. Ama îmânlı göçersen velev ki zerre kadar îmânın olsun, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, müncîmizdir, kurtarıcımızdır, bizi mutlakâ azâb-ı ilâhîden kurtarır. Çünkü rahmeten-lil-âlemîndir. O'nun izni olmayınca peygamberlere bile şefâat izni çıkmaz. İlle Resûlullah'ın izni olacak. Allah'ın izni ile REsûlullah şefâat etdikden sonra cümle enbiyâya şefâat izni verilir. Öyle bir Peygamber'e sâhibsin. Gece gündüz Resûlullah'a salât ü selâm oku. Sünnet-i seniyyesinin en küçüğünden en büyüğüne kadar yapmaya gayret et. Peygamber'i sevenler O'nun sünnetine riâyet ederler. Resûlullah'ın sünnetine riâyet edenler de Resûlullah'ın sevgilisi olurlar. Îmân ve islâmın tadı Resûlullah'a muhabbetdedir.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 28 Ağustos 1981 (27 Şevval 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.