Namazla alâkalı edeblerden biri de selâm verdikden sonra hemen yerimizden kalkmayıp, sanki namazdaymışız gibi, istiğfâr, tesbîhât ve duâ ile meşgûl olmakdır. Kılınan her namazdan sonra istiğfâr etmenin lüzûmunu ve bu istiğfârın hikmetlerini "Namaz Sonunda Okunan İstiğfârın Hikmetleri" başlıklı yazımızda beyân etmeye çalışmıştık. O yazıda zikrettiğimiz hikmetler bir yönleriyle tesbîhât, duâ ve farzlardan sonra kılınan sünnetler için de geçerlidir. Bu hikmetleri şu teşbîhlerle daha iyi anlatabiliriz :
Sevdiğimiz, saydığımız birine bir hediye verdiğimiz vakit, hediyemiz ne kadar kıymetli olursa olsun, boynumuzu bükerek "Bu size lâyık değil ama lutfen kusûruma bakmayınız" diyerek veririz değil mi? Namazlardan sonra yapılan istiğfâr ve tesbîhât da tıpkı buna benzer. Yani "Yâ Rabbi, bu ibâdeti sana lâyık yapamadım, ne olur kusûrumu affet" demekdir.
Büyüklerden biri bizi evine veya iş yerine davet etse, görüşmemiz bittiğinde o zâtın odasından ya da makâmından kaçar gibi ayrılmayız değil mi? "Efendim, sohbetinizle şerefyâb oldum, kıymetli vaktinizi aldım, başınızı ağrıttım, lutfen kusûruma bakmayınız" gibi nâzikâne sözler söyler, o zâtı medh ü senâ eder, sonra kendisinden müsâade ister ve öyle ayrılırız. İşte selam verip namazı bitirdikden sonra, hemen yerimizden kalkmayıp önce istiğfâr, sonra tesbîhât ve duâ ile meşgûl olmak da buna benzer.
Farz namazlardan sonra kılınan bütün sünnetler de aynı ma'nâya gelir.