8 Eylül 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin ilk mürşidi, Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî Hazretlerinin Muharrem ayına dâir te'lîf buyurdukları bu eser ilk defa 1327 senesinde Arapça harflerle neşredilmiş olup, uzun yıllar sonra ilk defa 2016 senesinde Artuklu Akademi Dergisindeki bir makâlede ve Hazret'in dîvânını da ihtivâ eden "Uşşâkî'de Bul Aşkı" başlıklı eser içinde yayınlanmışdır. Hazret-i Şeyh, eserine Muharrem ayının kıymetini beyân eden bir Mesnevî ile başlamış, sonra son derece şâirâne bir uslûb ile Kerbelâ Fâciasını anlatmış, arkasından da uzun bir Mersiye yazmışdır. Hazret, eserini Muharrem ayının başında ve Aşr-ı Muharrem'de okunacak duâlarla tamamlamışdır.
MESNEVÎ
Muharremdir tecellîgâh-ı Mevlâ
Muharremdir cemâle râh-ı kusvâ
Muharrem oldu mâtem-gâh-ı sâdât
Muharremdir 'ibâdet-gâh-ı zîbâ
Muharremdir bahâr-ı hüzn ü endûh
Muharrem maşrık-ı necm-i belâyâ
Muharremdir mehârimden muharrem
Muharremdir şuhûr içre mükerrem
Muharremdir şehâdet mihr ü mâhı
Muharrem itdiren 'uşşâka âhı
Muharremde zuhûr itdi beliyyât
Hevâ-yı Ehl-i Beyt’e geldi âfât
Muharremdir iden çeşmânı çeşme
Muharrem itdiren fettâne fitne
Muharremdir şuhûrda mâh-ı mâtem
Olurlar 'âşıkûn müstağrak-ı gam
Muharremde şehîd oldu imâmeyn
Muharremde garîb oldu hümâmeyn
Muharrem ağlatır 'uşşâkı her dem
Muharrem bahş ider 'uşşâka mâtem

KERBELÂ
Bî-hudûd bir rikistân. Dâmân-ı semâ kanlı perdelerle ufku örtmüş. Çölde vahşî bir tûfânın kızgın nefesi dalgalanıyor. Uzaklarda sanki karanlıkların a'mâk-ı nihânına gömülmüş bir serâb-ı zehrîn. Semâ, mevhûm nazarlarla bu kum sahrâsının aîne-i 'ukûrundan kabaran girdâb-ı tegâllübü bel' ediyor. Kumların her zerresinden bir şerâre-i seyyâlin dehân-i muhteriki yükseliyor. Güneş, bu elvâh-ı mütenekkirenin fevkinde 'azÎm bir âteş harâretiyle sarsılıyor.
Garîb bir hurma ağacının havza-i kabûlünde İmâm Hüseyn Hazretlerinin hayme-i şehâmeti, bir yanda muhadderât-ı Ehl-i Beyt, onların âgûş-i 'ismetinde Hazret-i Hüseyn'in evlâd-ı mükerremi, bir yanda da hiss-i sadâketle ma'iyyet-i Ehl-i Beyt'de bulunan sahâbe ve tâbi'în-i muhtereme. Çölde köpüren vahşî nazarlardan herkesde bir tehâşî var. Muhadderât-ı Ehl-i Beyt, günlerden beri susuz. Bütün sahâbe 'atşân. Cenâb-ı Hüseyn'in evlâd-ı müctebâsı feryâd ediyor : "Yâ ebetî el-'ataş". Sahâbe harbe hazırlanmış, İmâm Hüseyn Hazretleri büyük bir 'azm ve tevekkülle yalnız bir kuvvete istinâd ediyor : HAKK
Bir tarafda Yezîd'in bî-muhâbâ leşker-i 'udvânı, karşılarındaki levha-i 'ismet ve 'azametden tehâşî eden ümerâ. Daha ötede Ehl-i Beyt'e kanlı nazarlar gönderen yüz binlerce a'dâ.
Harb başlamışdı. Oklar, mızraklar, gürzler, kum sahrâlarının cehennemî harâretleri içinde uçuyor, parıldıyor, yükseliyor. İmâm Hüseyn'in levha-i saltanatına uzanan eller, etbâ'-ı mükerremin gazanfer pençeleriyle parçalanıyor. Atılan mızraklar, kalkanların elvâh-ı haşmetine çarparak mahv oluyor, yükselen gürzler, demir kolların kuvve-i galebesiyle yerlere iniyordu. Cenâb-ı Hüseyn'in muhadderât-ı islâmiyye arasında kalan sıbyânı hâlâ feryâd ediyordu : El-'ataş, el-'ataş.
Fırat, düşmanların hutût-i bâgıyyesiyle mesdûd idi. Meleklerin bile rûhunu tehzîz eden bu levha-i rikkat düşmanların sem'-i denâetine çarpmıyordu. Onlarda yalnız bir maksad vardı : Hazret-i Hüseyn'i şehîd, evlâdını esîr etmek.
Sahâbe haymegâh-ı se'âdeti saran düşmanların salvet-i harîsânesine kal'a-i âhenîn gibi göğüs germişdi. Fakat a'dâ-i düşman siyah bir bulut gibi etrâfı kaplamış, 'akûr nazarlarla hücûm ediyordu. Ellerindeki şemşîr-i besâleti kuvve-i vâhibe-i sübhâniyye ile düşmanın sîne-i 'adâvetine saplayan bütün sahâbe-i güzîn, takdîr-i 'Azîz-i 'Allâm ile birer birer şehîd oldu. Hâlâ muhadderât-ı islâmiyye arasında bulunan evlâd-ı Hüseyn, "Yâ ebetî el-'ataş", feryâdlarıyla çırpınıyordu.
Şimdi meydân-ı vegâda 'azamet-i Hakk'ın tecellîsine müstağrak olan İmâm Hüseyn, muhadderâtın hayme-i 'ismeti önünde yüz binlerce muhâcime göğüs geriyor, Zülfikâr satvetiyle a'vân-ı Yezîd'i tedmîr ediyordu. Kızgın güneşin cehennemî harâretleri altında Hazret-i Hüseyn saatlerce düşmanla mübâreze etdi. Fakat bu esnâda cism-i pâk-i enverlerinde müte'addid cerîhalar hâsıl olmuş, bir tarafdan seyelân eden kanın, diğer tarafdan günlerce devâm eden susuzluğun te'sîriyle tâb ü tuvânları kalmamışdı. Kıblegâh-ı muhadderât-ı Ehl-i Beyt, dü dîde-i Resûl, nuhbe-i Fâtımatü'l-Betûl, necl-i nâil-i rızâ-yı Mevlâ, Cenâb-ı Hüseyn-i Müctebâ Hazretleri atından düşdü. Bir tarafdan Ehl-i Beyt'in vâveylâ-yı mâtemi, diğer tarafdan eytâmın feryâdü'l-'ataşı arasında Şimr hâininin gaddâr hançer-i mesmûmu o cism-i pâki şehîd etdi. O zaman rikistân-ı mütehevvirenin azgın kasırgaları, 'akûr-i girdbâdları kanlarla çalkandı, semâda hûnîn kavs-ı kuzahlar, mâtemîn hâleler teressüm etdi.
Kâfile-i Yezîdân tabl-ı zafer çalarken âl-i Hüseyn'in nevhât-ı endûhu kumların kanlı tozları arasında tebâh oluyor, susuzlukdan bî-mecâl olan eytâmın kurumuş dudakları yalnız bir kelime söylüyordu : Vâ ebetâ vâ ebetâ...

MERSİYE-İ KERBELÂ
Seyyidü’l-kevneyn Muhammed 'âlemin sultânına
Kâinât yüz sürmeğe geldikde âsitânına
Sen ne yüzle varacaksın âhiret meydânına
Çünki kıydın nûr-ı çeşm-i Mustafâ'nın cânına
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Evliyâlar Ehl-i Beyt’in yüz sürer akdâmına
Kâinât hürmet ider hep nesl-i Ahmed nâmına
Virmedin bir katre âbı Ehl-i Beyt eytâmına
Zulm ile kasd eyledin Âl-i 'Abâ i'dâmına
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Dediler ki ceddimiz peygambere hürmet edin
Benzi sararmış olan ma'sûmlara şefkat edin
Ciğerimiz yandı susuzlukla merhamet edin
Taş mıdır kalbin bu vâveylâya lînet etmedin
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Zulm ile kânlar döküp 'âlemde Ceyhûn eyledin
Mustafâ vü Murtazâ’yı bil ki mahzûn eyledin
Tâ-be-mahşer 'âşıkînin kalbini hûn eyledin
Nefsine mağlûb olup İblîs’i memnûn eyledin
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Bir tedâvî mümkin olmaz yâre açdın 'âleme
Hep semâvât ehlini müstağrak etdin mâteme
Fâik oldu zulm ü ısyânın senin her zâlime
Fikr-i bî-insâfa çekdin büsbütün sen hâtime
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Var mı söyle hâk-i pây-ı Mustafâ’ya hürmetin
Hem veliyyü’l-Müctebâ’ya Murtazâ’ya rağbetin
Şer'-i Ahmed’de görülseydi senin ciddiyyetin
Ehl-i Beyt’e mutlakâ olmazdı hiç zıddiyyetin
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Böyle mahzûn eylemek mi maksadın Peygamberi
Yoksa dil-hûn eylemek mi sâkiyân-ı Kevser'i
Vâris-i kutbiyyet-i Ahmed olan bir dilberi
Zulm ile kıydın nasıl bu gonce-i nâzik-teri
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Böyle midir Ehl-i Beyt’e hürmet-i şânın senin
Böyle mi âyet hadîse dîn ü îmânın senin
Yok mudur Kur’ân’da ayâ haşr ü mîzânın senin
Böyle mi âlûde vahşetlerle vicdânın senin
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Ceddi Peygamber Muhammed Mustafâ fahr-i Hudâ
Vâlidi Haydar Aliyyü’l-Murtazâ bedr-i 'ulâ
Mâderi hayru’n-nisâ olmuş iken Zehrâ ana
Sen ne yüzle lâyık oldun bey'ate ey bî-hayâ
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Bilmedin mi anların bâkîde hünkâr olduğun
Bezm-i vahdet gülşeninde verd-i bî-hâr olduğun
Hürmet-i Âl-i Abâ’da nice âsâr olduğun
Nass ile zâlimlerin la'ne sezâ-vâr olduğun
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
Hakk'a îmânı olan vicdân bunu etmez kabûl
Ahmed’e ümmet olan insân bunu etmez kabûl
Ehl-i Beyt kadrin bilen 'irfân bunu etmez kabûl
Sâmiyâ 'âlemde hiçbir cân bunu etmez kabûl
Vâcib iken hürmet etmek Ehl-i Beyt’in şânına
'Âkıbet girdin neden Âl-i 'Abâ’nın kânına
MUHARREM'DE ON GÜN OKUNACAK DUÂ
اللھم أنت الأبدي القدیم الأول
وعلى فضلك العظیم وجودك المعول
وھذا عام جدید قد أقبل
نسألك العصمة فیھ من الشیطان وأولیائھ وجنوده
والعون على ھذه النفس الأمارة بالسوء والإشتغال
بما یقربني إلیك زلفى یا ذالجلال والإكرام
وصل لله على سیدنا محمد وآلھ وصحبھ وسلم
Allahümme entel ebediyyül kadîmül evvel.
Ve 'alâ fadlikel 'azîm ve cûdikel mu'avvel.
Ve hâzâ 'âmun cedîdun kad akbel.
Nes'elükel 'ismete fîhi mineş şeytani ve evliyâihî ve cünûdih.
Vel 'avne 'alâ hâzihin nefsil emmârati bis sûi vel iştigâl,
bimâ yukarribunî ileyke zülfâ yâ zel celâli vel ikrâm.
Ve sallallau 'alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve sellim.
YEVM-İ ÂŞÛRÂ'DA OKUNACAK DUÂ
حسبنالله ونعم الوكیل نعم المولى ونعم النصیر
سبحان لله ملأ المیزان ومنتھى العلم ومبلغ الرضا وزنة العرش
لاملجأ ولامنجأ من لله إلا إلیھ سبحان لله
عدد الشفع والوتر وعدد كلمات لله التامات كلھا
أسئلك السلامة برحمتك یا أرحم الراحمین
ولاحول ولاقوة إلاباﻟﻠہ العلي العظیم
وھو حسبي ونعم الوكیل
نعم المولى ونعم النصیر
وصلى لله على محمد خیر خلقھ
وعلى آلھ وصحبھ أجمعین
Hasbünallahi ve ni'mel vekîl ni'mel Mevlâ ve ni'men nasîr.
Sübhânallahi mil'el mîzân ve müntehal 'ilmi ve meblager rızâ vezinetel arş.
Lâ melcee velâ mencee minallahi ileyh.
Sübhânallahi 'adedeş şef'i vel vitr ve 'adede kelimâtillâhit tâmmâti küllihâ.
Es'elükes selâmete bir rahmetike yâ erhamer râhimîn.
Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil 'aliyyil 'azîm.
Ve hüve hasbî ve ni'mel vekîl
Ni'mel Mevlâ ve ni'men nasîr.
Ve sallallahu 'alâ Muhammedin hayri halkihî,
ve 'alâ âlihî ve sahbihî ecma'în.
Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî