28 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Âlem-i cennet tabî'at-ı latîfe üzerine binâ olunmuşdur. Yani tabî'at-ı melâike gibi nûr üzerine matbû'dur. Zîrâ kürsî-i kerîmin sathıdır ki fevki 'arş-ı 'azîmdir. Ve bu iki felek kemâl-i letâfetden ötürü 'âlem-i emre mülhakdır. Ve 'âlem-i emrden olan kerrûbiyân ve müheyyimân fenâ bulmadığı gibi onlar dahi fenâ bulmazlar. Pes cennet dahi fenâ bulmaz. Pes bi'l-farz fenâ bulsa onun i'dâm ve îcâdı halk-ı cedîd sırrına dâirdir. Ve fi'l-cümle tegayyür bulmak dahi, "كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ küllü şey'in hâlikün illâ vecheh" sırrını tahkîkde kâfîdir. Nazar eyle ki melâikenin mevtleri gaşy makûlesidir. Nitekim ekâbir-i muhakkikîn zâhib olmuşlardır. Onun için fenâ bulmazlar, zîrâ unsûrî değillerdir. Semâvât-ı seb' ve sâir unsûriyyât ise ekvân-ı fâsidedendir. Velâkin zamânede bu mes'elenin sırrına vâkıf olmuş kimseye rast gelmedim. "Vallahu 'alîmun habîr".
Ve sâbiku'z-zikr olan cennet-i ma'neviyye ki, 'ulûm, me'ârif ve müşâhedâtdır. Ol tecellî-i kalb-i insân olmakla, 'âriflerin cennet-i mu'acceleleri kalbleridir. Onun için dünyâda hoş-hâtır olup otururlar. Eğerçi zâhiren hâristân-ı bilâdı mesken tutmuşlardır. Onun için hadîsde gelir : "huffetü'l-cennetü bi'l-mekârih ve huffetü'n-nâru bi'ş-şehevât". Yani mekârih, tab'an mekrûh ve menfûr olan derdler ve belâlardır ki cesede dâirdir. Pes cesed, cennet-i kalbin hârdan havlusu gibi olur. Ve kezâlik a'mâl-i şer'iyye dahi böyledir. Zîrâ ıslâh-ı vücûd etmeyenlere meşakkatli gelir. Ve her birinde tecellî-i ilâhiyye var idüğün bilmez. Ve a'mâlar mehâbibden bî-haber oldukları gibi onlar dahi mehâsin-i a'mâl ve mekârim-i ahlâkdan teneffür eder. Ve cihet-i hüsnünü görmez. Zîrâ sırr nedir bî-haberlerdir. İşte mekân iki türlü olduğu gibi şehevât dahi ona kıyâs oluna. Zîrâ şehevâtdan murâd lezzât-ı bedeniyye ve ef'âl-i seyyiedir ki bunlar nâr-ı tabî'atın hükmüdür. Nazar eyle eşyânın mahcûbluğuna ki, sabırla cennete girmek dilemez ve cehenneme duhûle isti'câl eder. Pervânenin şu'le şu'le diye ihtirâka 'acelesi gibi.
Gel imdi 'âşık olup, nâr-ı 'aşkda sûzân ol, bâri yandığına değsin. Zîrâ yandığı nâr içinde nûrdur. Neylersin nâr-ı şehevâtda yanmağı ki 'âkıbet nûrsuz kalırsın.