Nasîhat Kime Fayda Verir?

1 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İrşad
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Kaddesallahu Sırrahul-Âlî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Cenâb-ı Hakk, "وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ "buyurmuşdur. Yani Kur'an okununca susun ve dinleyin, Muhammed aleyhisselâm size Kur`ân okurken, vahyi söylerken işitmeye, dinlemeye koyulun, hiç soru sormayın ki merhamet edilesiniz buyurmuşdur. Bu dinlemenin bereketiyle cem aynası olun, susun da size acısınlar, sizi bütün vehim ve kuşkulardan arıtsınlar. Çünkü kul ancak Allah'ın rahmetiyle vehim ve kuşkudan kurtulabilir, dedikoduyla değil.
Görmüyor musun, kelâmcılar, sayısız mes'elelerle dolu bir çok kitaplar tasnif etmişler, sözü incelikde öyle bir hadde vardırmışlar ki, binlerce aklı eren talebeden biri bile, onların yazdıkları, bahsettikleri mes'elelere yol bulamaz. Öyle olduğu halde kendileri, hâlâ şübhe ve vehim karanlığından çıkamamışlardır. Bunu gör de iyi bil ki, kulu, vehimden ve kuşkudan, ancak Hakk'ın rahmeti çıkarır. "وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka kimse gaybı bilmez".
Nice kişiler vardır ki, dedikoduyla uğraşmadılar, cân kulaklarını, kemâl ehlinin sözlerine dikdiler, onların sözlerini dinlediler de bütün şübhelerden, vehimlerden kurtuldular. Ancak şübheden, vehimden kurtulmak istemeyenler, buna erişemediler. Çünkü onlar, dedikoduyla oyalanmayı huy edinmişlerdir. Onların zevki, soru-cevap satrancını oynamakdır. Tıpkı kendisini kaşıyan uyuz gibi. Uyuz, uyuzlukdan kurtulmak için kaşınmaz, maksadı kaşınmakdaki tadı tatmakdır. Hekim, hastasına, "Sen bu kaşınma ile iyileşemezsin, gel ben sana bir ilâç süreyim, sürdüğüm yeri kaşıma, koyduğum ilâcı yerinden oynatma, orası gene kaşınır ama ilâcı yerinden oynatmazsan, o kaşıntı tamâmen gider ve bir daha hiç kaşınmazsın" der. Kâmil mürşidin sözü, soru-cevap kaşıntılarının ilâcıdır, dedikodu ise, insanı tâ doğuya, batıya iletir. Çünkü söz, özün özüdür, kabuğun kabuğu değil. Özün özünden sıhhat  ve âfiyet meydana gelir, bütün soru ve cevaplar, bütün şüphe ve vehimler, bütün inkâr ve zulmetler kalkar gider, insanın gönlündeki, bütün illetler, bütün hastalıklar, yok olur, insanın dînine, îmanına âfiyet ve selâmet gelir. İnsan bu sözle âfiyete ve selâmete ulaşır. "وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ Biz Kur`ân'dan, inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmekdeyiz".
Allah, Resûlü vahyi bildirirken, Kur`ân okurken "susun!" buyurdu. Muhakkak ki, sahabe, Peygamber Kur'ân okurken birbirlerine masal söylemiyorlardı, hikâye anlatmıyorlardı, soru soruyorlardı. Şu halde "susun!" buyruğunun anlamı, "O size söz söylerken soru sormayın!" demekdir. Bu âyet geldikden sonra sahabe demişdir ki, "Resûlullah söz söylerken, biz başlarımıza kuş konmuş gibi bir hâle gelirdik". Hani bir kuş, uçar gelir, birisinin başına konar da, o kimse, o kuş uçup gitmesin diye, ne elini oynatabilir, ne başını kıpırdatabilir, ne de bir söz söyleyebilir ya. Hele o kuş, bir hümâ kuşu ise, inâyet kafından gelmişse, insan artık o kuşun gölgesinden faydalanmak ve müşküllerini sözsüz halledebilmek için kılını bile kıpırdatmaz. O, bir av değildir ki tutasın da, o yana bu yana koşasın. Eğer böyle sanırsan, hayâle kapılmış olursun. Şimdi sana, "o, bir hayâldir" deseler de, delîl getirseler de, bunu sana söyleyenin, delîl getirenin sözünü kabûl etmezsin. Ona "Hayâle kapılan sensin" dersin, çünkü bu sözü kabul edecek istidad yokdur sende.
Nitekim önce çocukdun, çocuklar oyun oynayacaklar da sen oyundan kalacaksın diye çocuklara koşar, oyuna dalardın. "Bu bir hayâldir, aslı yokdur, ondan eline bir şey geçmez, ne karnın doyar, ne giyecek bir şey elde edersin" derlerdi de hiç mi, hiç dinlemezdin hattâ söyleyene de düşman kesilirdin, ondan kaçardın. Büyüyünce, aklın başına gelince, aklınla fikrinle, yavaş yavaş bildin ve anladın ki o oyunun aslı yokmuş, bir hayâlden ibâretmiş. "Peşinden koşduğumuz şeyin gerçekden de aslı yokmuş, öğüt verenler doğru söylüyorlarmış" dedin. Şunu iyi bil ki, içinde azıcık bir aydınlık dahi olmayana, dışardan verilen öğüt fayda vermez. Âriflerin sözleri, içinde az da olsa ışık bulunan kişinin kulağına girer, o sözler o ışıkla bağdaşır. Hani gözünde görme nûru bulunmayan kimseye güneşin nûru hiç fayda vermez ya. Güneşin ışığı gözünde ışık olan kişiye fayda verir, güneşin ışığı, onun gözündeki görüş ışığıyla birleşir. Zîra iki ışık da aynı cinsdendir. Işık, ışığın bulunduğu yere gider.
Işık yüz binlerce şeyi görse de
Hepsine bir bir temas etse de
Yoksa eğer aslından bir nebze 
Karar etmez aslâ öyle bir yerde
Listeye geri dön