Efendi Hazretleri "Burası bir zamanlar bir akademi gibiydi" buyurdukları meşhûr dükkânında
Muzaffer Efendi Hazretleri, târihî hâdiselerde ibret alıncak hususlara sık sık dikkat çekerlerdi...Birçoğumuzun hikâye gibi okuyup geçtiğimiz hâdiselerin üzerinde dikkatlice durur ve bizim teşhis edemediğimiz yönlerini, hikmetlerini, ders alınması gereken taraflarını beyân ederlerdi..."Târihden ibret almayan târihe ibret olur" buyururlardı...Bazen de kitaplarda rastlamadığımız "nevâdir" kabîlinden târihî hikâyeler lutfederlerdi ki işte bunlardan biri de meşhûr âlim Nasîruddîn Tûsî ile Abbâsî Halîfesi Musta'sımbillah arasında geçen ve görünüşde basit ama netîceleri itibarıyla oldukça mühim ve son derece ibret verici şu hâdisedir... Meşhûr Şîî âlimlerinden Nasîrüddîn Tûsî, Astronomi alanında bir kitap yazarak devrin halîfesi Musta`sım'a takdîm etmek üzere Bağdad'a gelir...Saraya geldiğinde halîfe havuza ayaklarını uzatmış keyif çatmakdadır...Halîfe, kitabı o sırada yanında bulunan şeyhülislâma uzatarak, eser hakkındaki fikrini öğrenmek ister...Şeyhülislâm, kitabı alır ve muhtelif bölümlerini gözden geçirir ve görür ki, eser cidden çok yüksek bir kıymet taşımakdadır. Bir an şöyle düşünür...Tûsî'nin eserini halîfenin huzûrunda medhederse, müellifi birdenbire büyük bir teveccühe mazhar olacak ve belki de kendi yerine şeyhülislamlığa getirilecekdir...Hasedine mağlûb olarak eseri kötülemeye karar verir...Şeyhülislam, şahsî menfaatleri endîşesiyle ilmin ve insanlığın haysiyyetini bir anda unutur ve Nasîruddîn Tûsî'ye dönerek, hakâretâmiz bir tavırla :
"Bu kitabın yerine, Mâverâünnehr'in meşhûr öküzlerinden bir çift getirmiş olsaydın, daha çok makbûle geçerdi"
diyerek yanındaki halîfeye Tûsî'nin eserinin değersizliğini îmâ eder...Bu hakâret Tûsî'ye çok ağır gelir, bu haksızlığa dayanamaz ve şöyle der :
"Biz, Mâverâünnehir'den öküz getirmesini de biliriz"
Tûsî'yi talebeleri ile birlikte tasvir eden bir minyatür
Ne yazık ki, Tûsî de, şeyhülislam gibi hislerine mağlûb olur ve intikam hırsına düşer ve doğruca Hülâgû Hân'ın yanına varır ve "Bağdâd, çok zengin bir ülkedir. Halîfe Musta'sım'ın hazîneleri de dünyâya bedeldir" diyerekonu Bağdad üzerine yürümeğe teşvîk ve tahrîk eder... Hülâgû Hân, gök tanrıya tapan putperest bir kâfir olduğu halde Tûsî'ye şöyle söyler : İyi-güzel söylüyorsun ammâ ben Bağdad'daki halîfe üzerine varamam. Zîrâ halîfe Musta`sım, Peygamber sülâlesindendir. Bu sülaleden birisiyle cenk eder ve kan dökersem, gök tanrı yağmur vermezmiş... Tûsî, ısrar eder :
Hâkânım! Bağdad halîfesi, Peygamber aleyhisselamın bilmem kaçıncı nesil amca oğludur. Halbuki İmâm Hüseyn Muhammed aleyhisselâmın torunu idi. Hicretin 63. yılında onu, evladını ve akrabâlarını Kerbela'da katlettikleri halde gök tanrı yağmurunu kesti mi?...
Hülâgû Hân, düşünür ve Tûsî'ye hak verir ve ordusuyla Bağdad üzerine yürür, şehri dört yandan kuşatır. Nasîrüddîn Tûsî, büyük bir şaşkınlık içinde bulunan halife Musta`sım'ın şeyhülislâmına haber gönderir ve şöyle der :
Yazdığım ve halîfeye takdîm ettiğim kitabı beğenmemiş ve benden Mâverâünnehrin öküzlerinden getirmemi istemişdin, ben de sana onları getireceğimi va'detmişdim. İşte sözümde durdum ve size o öküzleri getirdim...
Arabuluculuk vazîfesi verilen halîfe Musta`sım'ın şiî olan vezîri de mezheb gayretiyle efendisine ihânet eder ve Hülâgû Hân ile anlaşır. Sulh ve anlaşma çârelerini araştırmak maskesi altında ziyâret ettiği Hülagu Han'ın ziyâretinden dönünce halîfeye de ki :
Yâ Emîre'l-mü'minîn! Müjde!...Anlaşma ve sulh çâresini buldum...Efendimizin oğluna Hülâgû Hân'ın kızını nikahlayacağız, hemen hazırlanalım, kız istemeğe gidelim, derhalnikah kıyılsın ve bu iş olsun, bitsin...
Kendisine müdhiş bir suikasd hazırlandığından haberi olmayan halîfe, maiyyeti erkânı ile Hülâgû Hân'ın yanına gitmek üzere yola çıkar çıkmaz, hazırlanan tuzağa düşerler. Maiyyet erkânı hemen oracıkda kılıçdan geçirilir. Bîçâre halîfeyi de bir çuvala koyarlar, çuvalın ağzını sıkı sıkı bağlarlar ve tâlihsiz hükümdârı süvârîlere çiğnetmek sûretiyle feci' şekilde öldürürler. Böylece Moğol askerleri, ellerini kollarını sallayarak şehre girerler. Bağdad'ı başdan sona yakıp yıkarlar, yerle bir ederler, sekiz yüz bin masum insanı katlederler. Şehri talan ederler, islam maarifinin şâheserleri olan nâdîde kitapları Dicle nehrine atarlar. Nehrin suyu günlerce kitap mürekkeplerinin boyası ile renkli olarak akar...
"Hased, iyilikleri, tıpkı ateşin odunu yediği gibi, yer" Hadîs-i Şerîf
Görülüyor ki, şeyhülislamın hasedi ve yersiz endîşesi Tûsî'nin intikam ve ihtirası, en yüksek dereceye kadar çıkmış olan vezîrin ihâneti netîcesinde islam milletinden yüz binlerce kişinin böylesine korkunç bir katliama uğramasına yol açmış ve bu üç zâlimin ihtirâsı nâhak yere müslüman kanı dökülmesine sebeb olmuşdur... İbrete şâyândır ki, Hülâgû Hân kendi devlet ve milletine ihânet eden bu vezîre hiç yüz vermemiş ve o da katlolunarak cehennemi boylamışdır. Ehemmiyetine binâne şu husûsu da ilâve edelim ki, katlolunan sekiz yüz bin müslümanın içinde, intikam hırsına ve mezheb gayretine yenik düşen vezîr ile Tûsî'nin mezhebdaşları olan Şi'îlerden de sayılamaycak kadar çokdur... Efendi Hazretleri, sohbetlerinde de lutfettiği bu ibretli hâdiseyi İRŞAD adlı meşhûr eserinin 3. Cildinde de (sayfa 685) kaydetmişlerdir... Hased ve intikam hislerinin mazarratına dikkat çektikleri aşağıdaki kısa ses kaydında ise aynı hâdiseyi mücmel olarak lutfetmişlerdir...