4 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İkincisi emîru'l-mü'minîn, halîfe-i halîfe-i Resûl-i Rabbü'l-'âlemîn, mu'âvinü'l-islâm, zahîru'l-müslimîn, mu'lin-i me'âlim-i millet, râti'-i a'lâm-ı ümmet, bânî-yi mebânî-yi celâlet, mi'mâr-ı maksûre-i 'adâlet, kâsir-i Kisrâ vü gâlib-i Kayser, fâtih-i Mısr u gâzî-yi bahr ü ber, feth-kûnende-i memâlik-i islâm, ahkâm-kûnende-i şerâyi' ü ahkâm, güşâyende-i Medâyin, yağmâ-künende-i hazâyin, âmir-i diyâr-ı ehl-i îmân, hâdim-i bünyâd-ı şirk ü tuğyân, mukannin-i kavânînü'l-gazvi ve'l-cihâd, mümehhid-i mevâyidü'l-'adâleti fi'l-bilâd, vâzı'-ı kavâidi'l-ihtisâb, mu'addil-i mîzânü'l-'adli ve'l-hisâb, mükemmilü'l-'ilmi ve'l-'amel, münâdî-yi yâ ûsâme el-cebel,
Pîşvây-ı milk ü millet muktedâ-yı 'akl û dîn
Mazhar-ı fazl-ı kemâl ü ma'den-i 'ilm-i yakîn
Emîrü'l-mü'minîn Ömer bin Hattâb bin Nufeyl bin Abdüluzzâ. Şekkerellahu mesâiyehû fi'd-dîn ve bevve'e lehû mekânehû fî a'lâ illiyyîn.
Milk-i 'adlin mîr ü sultânı Ömer
Dîn-i Hakk'ın seyf ü burhânı Ömer
Fazl u dâniş çeşmesinin menba'ı
Lutf u cûdun ma'den ü kânı Ömer
Geldi gerçi mü'minîne çok emîr
İçlerinden anların kanı Ömer
Ol Ömer'dir ki, İslâm dîni zuhûr bulmağa zahîr oldu ve müslimânlık âyîni anın ile sûret buldu. Ol gelmeyince ashâb-ı resûl âşikârâ yürüyemezdi ve ol müslimân olmayınca, çok müslimân dînini peydâ idemezdi. Ol gelmeyince âşikâre ezân okunmadı ve ol dîne girmeyince erkân-ı dîn belirmedi.
Bir sultân-ı pehlevân-ı şerî'at idi ki, adli dirresini hükmü eline alsa, şeytânın ne zehresi var idi ki vesvese bâzârında tarrârhk edebile. Bir merd-i meydân-ı tarîkat idi ki, eğer Hazret-i Risâlet'den gayrı ol asırda peygamber olsa, ol olurdu.
Bir mûbârek-kadem idi ki, nite ki ol mülimân olmayınca a'lâm-ı dîn zâhir olup, milket-i İslâm sûret ü şevket tutmadı, gene ol halîfe olmayınca etrâf-ı memâlik feth olup, ümmet-i Muhammed aleyhisselâm tamâm kesret bulmadı. Bir hak-gûy-idi ki, hîç müdâhene ve müdârât gözlemez idi. Bir yek rûy idi ki, hiç nifâk u mürâ'ât bilmez idi.
İcrâ-yı hükümde dikkat edüp, kılca eksik komazdı, imzâ-yı şer'de tasallüb edüp, ulu kiçi fark etmezdi. Siyâset-i şer'iyyeyi tamâm ederdi ve ahkâm-ı dîniyyeyi hep itmâm ederdi. Emr-i dînde hîç müsâhele etmezdi, hükm-i şer'de hîç müsâmaha bilmezdi.
Kavânîn-i adli cihânda ol kodu ve bisât-ı ma'dileti 'âleme ol döşedi. Bunca hilâfet içinde iken, eğninde bir eski palâs idi, ol yunmalu olıcak, geydiği âriyeye libâs idi. Bunun bir ile mehâbeti 'âlemi tutmuş idi ve cihânı heybeti kaplamış idi ki, selâtîn-i Rûm u Acem havfından titrerdi, husrevân-ı Türk ü Deylem nâmından korkardı. Zâhirde dervîş ü ma'nâda sultân idi, sûretde fakîr fi hakîkatde hân idi.
Hilâfet maslahatlarının çoğunu kendisi ederdi ve emâret emirlerinin ekserin eliyle işlerdi. Dulları vü yetâmâyı dâimâ riâyet ü ta'ahhüd ederdi ve memleket ucunda olan fukarâyı her vakit tefakkud ederdi. Gece ile fakirlere arkasıyla un taşırdı, dünle ile karılara destiyle su getirirdi.
Hilâfetde bir dirlik dirildi ki, kimse ancılayın dirilmedi, adâletde bir tarîka sülûk etdi ki kimse eserince gidemedi. Hakk Te'âlâ birine bin ivaz mesûbât ve bir iyiliğine hezârân hezâr hasenât edüp, Cennet-i Firdevs'de zümre-i enbiyâ ile celîs, menzil-i kudsde ervâh-ı mukaddese ile enîs ede.
Sinan Paşa