16 Ocak 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Malûm ya, nâz ve niyâz, sevenle sevilen arasında olur. Nâz ekseriyâ, ma'şûkun, niyâz da, âşıkın kârıdır. Nitekim "fazla nâz âşık usandırır" diye bir darb-ı meselimiz de vardır. Şu da var ki nâdiren de olsa âşıkın da nâz etdiği vâkidir. Bu da âşık ile ma'şûk arasındaki kurbiyyete, ünsiyyete yani muhabbetin derecesine bağlıdır. Eğer âşık ma'şûkuna kendisini sevdirdiyse, aşkını isbât edebildiyse, O'nun sevgisine lâyık olduysa, yeri geldiğinde ona nâz edebilir.
Nâz u niyâz yalnız aşk-ı mecâzîye mahsûs değildir, aşk-ı hakîkîde de vardır. Her ne kadar kulun kârı dâimâ Allah'a niyâz etmek, ağlamak, sızlamak olsa da, kullukda ileri giden, âşkında sâdık olup Allah'ın muhabbetini kazanan kullar, yeri geldiğinde Allah'a nâz da edebilir. Tabii bu, ancak büyük velîlere ve bazı meczûbâna mahsûs bir hâldir ve her dâim olmaz, arada bir olur. Meselâ Üveys el-Karenî Hazretleri böyle nâz ehli bir veliyullahdır. O yüzden Resûl-i Ekrem Efendimiz ashâbıyla ona haber göndermiş ve ümmetine duâ etmesini istemişlerdir.
Büyük mürşidlerimizide İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri nâz meselesi hakkında şöyle buyuruyor :
Nâz dedikleri niyâzın mukâbilidir. İki vech iledir. Biri, ehl-i dünyâ yanında nâz ehli olmakdır ki bi hasebi'l-gâlib kişizâdelikden ve gınâ-yı zâhirden nâşîdir. Bu nâz, mu'teber değildir, zîrâ umûr-i zâhire üzerine mebnîdir. Ve biri dahi 'indallah nâzdır ki, Hakk ile hüsn-i mu'ameleye râci'dir. Ve bu nâz makbûldür, zîrâ umûr-i bâtına hasebiyledir. Eğerçi 'abdde hakîkatde nâz olmaz, belki niyâz olur, velâkin bâtına ta'alluk eden nâzın bi-hasebi'l-makâm zarârı yokdur ki, 'ubûdiyyeti münâfî değildir. Zîrâ Hakk ile müste'nis olan kimse, makâmın hükmüne riâyet edüp tarîkden çıkmaz ve mürâât-ı edeb eder. Ve behâlîl ta'bîr etdikleri ki mecâzib makûleleridir, bunlar Hakk ile dâimâ nâz mu'amelesi ederler. Ve bazı kelimât söylerler ki onların gayrıdan sâdır olsa küfr olur.
Bu işlerden anlamayanlar için kulun Allah'a nâz yapması olmayacak bir işdir. Onların hafsalası bunu almaz. Çünkü aşkı ne kendilerinde tatmışlar ne de başkalarında görmüşlerdir. Halbuki evliyâ menkıbelerinde nâz ehli velîlere dâir pek çok misâl vardır. Bunlardan birini Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir defasında şöyle anlatmışlardı :
Öyle insânlar vardır ki bazen Allah'la cümbüşleşir, Allah'la sevişirler, öyle insanlar var yani. Anlatayım mı onu size? Haydi söyleyeyim haydi.
Hazret-i Mûsâ Tûr'a çıkmış. Kıtlık olmuş, yağmur kıtlığı ve yağmur yağmamış. Hazret-i Mûsâ gitdi Tûr'a, duâ etdi, gene yağmur yağmadı. Dedi, "Yâ Rabbi, erhame'r-râhimînsin, kulların hâlini görüyorsun, belki kullar sana karşı âsî oldular ama dilsiz hayvanlar ve masûmlar var, onlar hürmetine yağmur ver" dedi. "Hayır, vermeyeceğim!" dedi Cenâb-ı Hakk, "Benim kullarımdan bir kul var, o gelmedi yağmur duâsına, onu getiriniz, o vakit yağmur vereyim". Bu kıssa Nefahatü'l-Üns'de kayıtlıdır yani bu konuşduğum kıssa. Hazret-i Mûsâ gitdi, buldu o adamı, bakdı, evde oturuyor. "Niye gelmedin yağmur duâsına?" diye sordu. "Gitmeyeceğim" dedi. "Niye gitmiyorsun yâhu! Yağmur vermiyor Allahu Teâlâ sen gelmeyince" dedi. "Gitmem" dedi. "Yakalayın şunu!" dedi Hazret-i Mûsâ. Yakaladılar, karga-tulumba götürüyorlar, "Ben gelmiyorum Yâ Rabbi, beni zorla götürüyorlar" dedi. Meydân-ı matara vardılar ki yağmur geldi. Hazret-i Mûsâ da bu işe şaşırdı. Tûr'da soruyor, "Yâ Rabbi, nedir bu aranızdaki muhabbet" diyor. "Beni sevenlerden o" diyor, "Benden istedi ki, bütün insanlar affolsun, cehenneme girmesinler. Bu benim celâlimin ibtâlidir" diyor. "Onu istedi benden, vermediğim için bana darıldı şimdi". Götürürlerken, "Ben gitmiyorum yâ Rabbi, beni zorla götürüyorlar, ben sana dargınım" diyormuş.
Böyle kullar da var, kullar içerisinde. Her kulu hâmil-i kıl zannetme, kul var. Bazı kul vardır, hâmil-i kıldır o. Yalnız sakalı, bıyığı vardır, saçı vardır. Bir de kul var Allah'a, kul var!