30 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Türk sôfîlerinin ileri gelenlerinden büyük mürşid Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, bu risâlesini tasavvufun en ince meselelerinden biri olan cem' ile farkı îzâh etmek maksadıyla kaleme almışdır. Bunun da sebebi, bu meselelerin çok kimsenin ayaklarını kaydıran mevzular olmasıdır. Ekseriyâ tarîkat ehlinin düşdükleri iki büyük varta vardır ki biri ilhâd öbürü ibâhadır. Her şey cem' mertebesine göre değerlendirilirse, ibâhaya düşülür, kulluk ortadan kalkar. Her şey fark mertebesine göre değerlendirilirse o vakit de ilhâda sapılır, zındıklık ortaya çıkar. Her sâlikin, hattâ her mü'minin bu ikisi arasında bir yol tutturması lâzımdır. Aksi takdirde insan ya ilhâd girdâbında yâhud ibâha çukurunda helâk olur. İşte bu yüzden Hazret-i Şeyh eserinin adını "Necâtü'l-Garîk" koymuşdur. Yani bu risâleyi cem' ve fark deryâlarında boğulma ihtimâli olanları kurtarmak maksadıyla yazdığını ifâde etmişdir. Nitekim bu husûsda şöyle buyuruyorlar.
Şunun kim cem'i yok irfânı yokdur
Şunun kim farkı yok ilhâdı çokdur
Gezer cem' ehli deryâlarda galtân
Yürür fark ehli sahrâlarda hayrân
Biri şol Türk'e benzer şehre gelmez
Biri şehr âdemi ki karye bilmez
Hakîkatde kemâl ehli ol oldu
Ki hem deryâyı hem sahrâyı bildi
Şu kim bu vartadan buldu halâsı
Beğim şekksiz ol oldu Tanrı hâsı
Eser Türkçedir ve mesnevî tarzındadır. Bir kaç bölüme ayrılmış olan bu risâle, her eser gibi, Besmele, Hamdele ve Salavât ile başlar. Sonra bir giriş kısmı vardır. Hazret-i Şeyh bu kısımda kâinâtın ve insanın yaradılışındaki hikmeti beyân eder ve Sûre-i Zâriyât'daki "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li yabudûn" âyet-i kerîmesinin tefsîrini verir ve ibâdetden maksadın Hakk'ı bilmek olduğunu, Hakk'ı bilmekden maksadın da tevhîd olduğunu beyân eder. Sonra da tevhîdin üç mertebesini şöylece sayar :
Merâtib üzredir erbâb-ı tevhîd
Tefâvüt üzredir ashâb-ı tevhîd
Kimi efâle ermiş kimi sıfâta
Kimi vâsıl dürür tevhîd-i zâta
Tevhîdi de onun zıddı olan şirki de herkes bilir. Ammâ tevhîdin derin ma'nâları pek bilinmediği gibi, şirkin de gizli bir hâli olduğundan çok kimse haberdar değildir. İşte bu yüzden Hazret-i Şeyh uzun uzun gizli şirkden bahseder. Şirkin alenî olanından kurtulmakla işin bitmeyeceğini, asıl mücâdelenin gizli şirkden kurtulmak için verilmesi gerekdiğini söyler. Zîrâ aksi takdîrde gerçek tevhîd ehlinden olmak mümkün olmaz, tevhîd ehlinde olmayan da necâta eremez.
Meselâ fiilleri mahlûkâta izâfe etmek bir nevi gizli şirkdir. Bu itibarla gerçek tevhîd, bu izâfetleri ortadan kaldırmakla olur. Hazret-i Şeyh bunu şöyle beyân buyurur :
Karındaş anladınsa bu tarîki
Karînin ola tevhîd-i hakîki
Bu ma'nâdan ona kim ire irşâd
Bir işi Zeyd ü 'Amr'e kılmaz isnâd
Muvahhid eylemez pes gayrı isbât
Ki "et-tevhîdü iskâtül izâfât"
Mukallid ger ede da'vâ-yı tahkîk
Olunur hâli bu mîzâna tatbîk
Ki Zeyd ü Amr'e isnâd etdiği kâr
Kaçan olmasa gelmez âna inkâr
Eğer ol işi andan bilmeyeydi
Fevâtından teellüm gelmeyeydi
Teellüm oldu ânın şirkine dâll
Neye vardı 'aceb bildin mi ahvâl
'Azâba bâ'is olan şirk ü şekkdir
Teellüm âna bilirse mihekkdir
Gel imdi zeyd ü amre söğmeği ko
Beyim âsâr-ı şirkden var elin yu
Tevhîd-i ef'âl mertebesini böylece îzâh eden Hazret-i Şeyh, pek güzel bir ölçü de de vermişdir. Gerçek tevhîd ehlinin nasıl anlaşılacağını beyân etmişdir. Eğer kişi başına gelen işden şikâyet etmiyor, kederlenmiyorsa, tevhîd-i ef'âl mertebesindedir. Yok üzülüyor, şikâyet ediyorsa henüz o mertebede değildir.
Hazret-i Şeyh, cem' ve tefrîk meselesini îzâh etmek için en çok amel ve irâde üzerinde durur. Çünkü eğer yalnız cem' mertebesinden bakarsak, bizden sâdır olan bütün ameller, Hakk'ın fiilleridir deriz, o vakit işlediğimiz günahları Allah'a izâfe etmiş oluruz ki bu büyük bir hatâdır. Yine yalnız fark mertebesinden bakarsak, yapdığımız iyilikleri ve sâlih amelleri kendimizden bilmiş oluruz ki bu da büyük bir hatâdır. Hazret, sâlikin edeb gözetmeksi gerekdiğini, günahı nefse, sâlih amelleri ise Hakk'a nisbet etmesi gerekdiğini söyler. Bu, gizli şirk gibi gözükse de tevhîde mugâyir değildir der. Zîrâ Kur`ân'da da buna işâret vardır. "مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ" âyet-i celîlesi bize bu edebi talîm eder.
Hazret-i Şeyh, sâliklerin düşdükleri vartalardan biri olan ameli terk husûsunda pek çok nasîhatlarda bulunur ve ameli terketmenin aslâ câiz olmadığını, Hakk'a vuslatın ancak amelle mümkün olduğunu söyler :
Sakın bâb-ı 'amelden dûr olma
Kuru ümniyyeye mağrûr olma
'Amel oldu mürîde kurbet içün
Vusûl ehline şükr-i ni'met içün
Hazret-i Şeyh eserinin sonuna doğur üç zümreye ayrı ayrı nasîhatlar verir. Sırayla önce pâdişahlara, sonra âlimlere, en sonda da mürîdlere seslenir. Sonra da kısa bir duâ yapar ve eserinin şu hâtime ile noktalar.
Yolunda sâdıkı işbu risâle
Beğim irşâd ide râh-ı visâle
Ger ehl-i halvetde ger celvetde ol
Eğer iz'ân idersen göstere yol
Ana ma'lûm ola hâl-i tarîkin
İre 'ayna vü gide nokta-i gayn
Biz bu eseri yıllar evvel orijinal metniyle yayınlamış, sitemizin kitaplığına da koymuşduk. Bu kıymetli eserin tamâmına şu bağlantıdan erişebilirsiniz. Bu risâle, Dergâh Yayınları tarafından yayınlanan Külliyât-ı Hazret-i Hüdâyî başlıklı kitabın içinde de yayınlanmışdır.
Mürşide ver özünü sen gösterir dîzârını
Siler ol gönlün evinden ol cihân 'ayyârını
Zâkir ol zikret Hakk'ı gel cân ile ey müttakî
Bozamaz Şeytân gelip bu tevhîdin hisârını
Cân gözüyle bakagör cismin içinde cânına
Ten gözüyle kimse görmez tevhîdin envârını
Anladınsa söyledim 'ayne'l-yakîn hakka'l-yakîn
Gel şikâr et hâl ile 'âşıkların ikrârını