30 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Nefsin üçüncü mertebesidir. "فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ" âyet-i celîlesi bu mertebeye işâret eder. Mülhime'nin belli başlı alâmeti, salih amellerdir. Yani Mülhime ehli, ibâdet ve tâatına dikkat eder, günahlardan kaçınır. Tövbesinde sâbitdir. Üstelik farzlarla da yetinmez, nâfile ibâdetlerle de meşgûl olur. Beşe beş katmaya başlar. Bir önceki mertebede nefse ağır geldiği için güçlükle yapılan ibâdetler, bu mertebede kolaylaşır. Nerede bir hayır varsa ona koşar, nerede bir sevâb varsa onu elde etmeye çalışır. Ne var ki bütün bu ibâdet ve tâatler, hayır ve hasenât, hep cennet arzusu ile ve cehennem korkusu ile yapıldığından hâlis değildir ve bu yüzden de Hakk katında mekbûl değildir. İşte bu sebeble bunlara İsm-i Hû zikri telkîn edilir. İsm-i Hû, ism-i zâtdır, yani bu isimde sıfatlar sözkonusu değildir. İsm-i Hû zikrine devâm eden sâlik, "Benim maksadım ancak Allah'dır, tek gâyem onun rızâsıdır, O'nun muhabbetidir" demiş olur. Bu da onu ihlâsa ve muhabbetullaha götürür. Muhabbetullah ilk defa bu mertebede peydâ olur.
Bu mertebeye erişen sâlik, her ne kadar zâhirde sâlih bir insan görünümündeyse de, hakîkatde henüz tehlikelerden kurtulamamışdır. Bunun birinci sebebi ihlâssızlıkdır. İhlâs ile yapılmayan ameller merdûddur, Hakk katında makbûl değildir. İkincisi, kişi her ne kadar günaha, isyâna gitmiyorsa da nefsinin arzularını henüz yenmiş değildir. Ağır bir imtihan onu yoldan çıkarabilir. Üçüncüsü, ki en tehlikelisi de budur, ucubdur. Zîrâ ibâdet eden ve günahlardan kaçınan kimse hemen kendisini beğenmeye başlar, ucuba düşer. Şeytan ona fısıldar, "Bak bütün millet fısk u fücurda, sen ise câmide en ön safdasın, hiç bir ibâdetini kaçırmıyorsun" filan der ve onu ucuba düşürür. Pek çok sâlik, bâhusûs hocaların ve âlimlerin çoğu işte bu ucub batağına batarak cehenneme yuvarlanmışlardır.
Ucub belâsından kurtulmanın çâresi, ibâdet ve tâatı kendimize izâfe etmemekdir. "Allah lutfetdi, Allah yapdırdı" diyerek bütün hayırlı amelleri Hakk'a izâfe etmekdir. Yine yapdığı ibâdeti eksik görmek, kusurlu görmek, onlar için istiğfar etmekdir. "Sana lâyıkıyla ibâdet edemedim Yâ Rabbi, beni affet" diye yalvarmakdır. Yine yapılan bütün hayırları dâimâ Allah rızâsı için yapmakdır, sevâb kazanma arzusuyla, cennete tamah ederek yapmamalıdır. Nefs-i Mülhime'nin ilaçları bunlardır.
Bu vesîle ile çokça merâk edilen ve ekseriyâ yanlış bilinen bir husûsu da îzâh etmek istiyorum. Bir kimse kendi gayretiyle bu mertebeye kadar gelebilir, yani nefsini emmâreden alıp mülhimeye kadar getirebilir, bu mümkündür ve pek çok misâli de vardır. Ancak bundan öteye gidebilmesi tek başına mümkün değildir. Onun için muhakkak bir mürşid-i kâmile ihtiyâç vardır.