20 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Niyâzî Mısrî Hazretleri Mevâidü'l-İrfânında buyuruyorlar ki :
Bil ki sülûk eden nefsin tavırları, hakîkatde sayısız ise de, ehlullah bunu yediye ayırmışlardır. Nefs, her tavırda, bulunduğu tavra münâsib bir isimle isimlendirilir : Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Râdıyye, Merdıyye, Sâfiyye. Sâlik, ilk dört tavırda koyu bir karanlık içerisinde, tehlikeli bâdiyelerde, her türlü haşerât ve yırtıcı hayvanlarla dolu ıssız çöllerde gider. Son üç merhalede ise yavaş yavaş bildiği bir yolda sülûk eder. Bazen hidâyetde gider, bazen dalâletde. Yani önce kalbden yıldız kadar bir pencere açılır, sonra beşeriyyet galebesiyle kapanır. Sonra ay kadar bir pencere açılır, yine kapanır. Sonra güneş kadar bir pencere açılır, yine kapanır. Sonra vücûd-ı zıllî evi, aradan kalkar ve "nerede" sözü ortadan kalkar. O zaman sâlik, kalb yüzünü, gökleri ve yeri yaradan Allah'a döndürür.
Bil ki bu nûr, cüz'î rûhun nûrudur. Kalb penceresinin melekût âlemine ilk açılışında yıldız şeklinde görünür. Sonra ay şeklini, sonra güneş şeklini alır. Sonra sâlik, rûh makâmından hazret-i ıtlâka geçer. O zaman kendisine "fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah" sırrı zuhur eder.
Sülûkden maksad, cüz'î rûhun, küllî rûha erişmesidir. Küllî rûh hakkında Peygamberimiz aleyhi's-salâtü vesselâm şöyle buyurmuşdur, "Allah'ın ilk yaratdığı benim rûhumdur ve nûrumdur ve aklımdır". İşte bütün peygamberlerin ve kâmil velîlerin gitdiği Allah'ın geniş ardı budur. Peygamberlerin rûhları kötü ahlâkdan berî olduğu için sülûkleri mutmainneden başlar. Bunun delîli, Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerinin İbrahim aleyhisselam hakkındaki, "فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ" sözüdür. Fakat peygamberlerden gayrısı, ilk sülûk gecelerinde güneş ve ay şöyle dursun, yıldız dahi göremezler. Tâ ki beşinci makâma ulaşıncaya kadar.
Eğer denilirse ki, "Peki bundan peygamberlere eksiklik gelmez mi?". Deriz ki, "Bundan onların yüce makamlarına hiçbir eksiklik gelmez. Zîrâ onlar, eğer sonlarında erişmiş bulundukları makâmlara başlangıç hâllerinde erselerdi, doğar doğmaz hemen peygamber olmaları lâzım gelirdi. Onlar, nefs-i mutmainneden sülûk edip peygamberlik makâmına ulaşmışlardır. Rüşd ile yolların güzelinden en güzeline terakkî eden kimseye sapıkdır denilemez. Sapık o kimsedir ki açık yolu bırakır da başka yola girer. Fakat açık yoldan daha açık yola giren kimse ne kadar yükselse de sapık olmaz. Bu, Allahu Teâlâ'nın, şu sözüyle bütün mahlûkâtı için vaz' etdiği bir sünnetidir : "وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ". Bunun hikmeti şu ki, marifetleri tam ola. Eğer sâlik, bütün makâmlardan geçmezse, kemâli tam olmaz. Kezâ peygamberler için, "Sülûkleri mutmainneden başlıyorsa ilk halleri ne olacak, onu görmemişlerdir?" şeklinde bir suâl da sorulamaz. Çünkü onların ümmetleri, kendi nefsleri durumundadır. İyi anla. Bu mesele başka bir tarzda On Üçüncü Sofra'da da geçmişdi.
Şeyh Mahmûd el-Üsküdârî, Mecâlis'inde şöyle demişdir : "Bizim şeyhimiz kuddise sırruh şöyle derdi, 'Tevhîdin on iki kapısı vardır. Celvetiyye, bunları tevhid ile geçerler. Çünkü onların seyirleri yakîndedir. Halvetiyye bunları esmâ ile geçerler. Çünkü onlar berzahda seyrederler. Halvetiyyenin seyr etdiği cennet-i efâl, cennet-i sıfat, cennet-i zâtdır. Çünkü İbn Abbas'dan rivâyet edildiğine göre cennet yedidir. Bunlardan dördü yakîn ehli için olursa Celvetiyyeye mahsûsdur. Üçü de berzah ehline yani Halvetiyyeye kalır ki fiiller cenneti, sıfatlar cenneti ve zât cennetidir'."
El-es'ile ve'l-ecvibe risâlesinde, Şeyh Mahmûd, şeyhinden izâfetleri düşürmenin ne olduğunu sorduğunda Şeyh cevâbında, "İnsanlar bu husûsda çok şeyler söylerler, fakîre göre bunun manâsı, ubûdiyyetin kemâlidir" demesine gelince. Bu fakîr der ki, "وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ". Eğer basîret sâhibi isen, mîzânı ağır gelenle hafif geleni bilirsin. Bil ki, her kim izâfetleri düşürüp dar beşeriyyet yurdundan Allah'ın geniş arzının fezâsına hicret ederse, ki bütün nebîler, resûller ve kâmil velîler sülûk ile yavaş yavaş oraya hicret etmişlerdir, ona ya resûl, ya nebî, ya velî, veyâ ârif-i billah denir. Hicret edip de henüz oraya kavuşmayan ama yolda bulunan kimseye ise, ya Halvetî, ya Celvetî, ya Kâdirî, ya Gülşenî, ya Mevlevî, ya Nakşibendî denir ya da diğer bir tarîk ki, Allah'a giden yollar mahlûkâtın nefesleri sayısıncadır. Yolun ilk vâzı'ı ehlullahdan ise biri diğerine tercih edilmez. Vücûd-i mutlak fezâsına vâsıl olan sâliklerin en güzel misâli hacılardır. Hacılar da her tarafdan Kabe'ye gelirler. Şimdi bunlardan bir kısmına hacı denip, ötekilerinin haccında noksan var denir mi? Bunu anladınsa Şeyh'in maksadını da anlamış olursun.