Nefsin Mertebeleri ve Sırr-ı İnsan

18 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Ruh

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde buyuruyorlar ki :

Ve nefsin evvel mertebesi, zulmet-i leyl gibidir ki sevâd-ı mahzdır. Ondan levvâme mertebesi, fecr-i sâdık ve ondan mülheme mertebesi, vakt-i Hanefî ve ondan mutmainne mertebesi, vakt-i işrâk ve nihâyet-i mutmainne, vakt-i duhâ gibidir ki vakt-i duhâda irtifâ'-ı şems tâmm ve kâmildir. Ve mutmainne sâhibine bir dahi leyl yokdur. Zîrâ kıyâmetden sonra bir dahi dünyâya 'avdet olmaz ki dünyâ hâl-i istitâr ve ihticâb ve âhiret hâl-i incilâ ve inkişâfdır ki tecellî-i bâtın orada zâhir olur. Ve tecellîde istitâr olmaz, meğer ki tecellî-i izâfî ola. 

Kıssa-i İbrâhîm'de aleyhisselâm tulû'-i necm ve kamer ve şems gibi ki bunların cümlesi gâribdir. Şol cihetden ki necm akıl ve kamer kalb ve şems rûhdur. Sırr-ı insân ise bunların mâverâsındadır ki onun inkişâfına gurûb yokdur. Zîrâ gaybü'l-guyûb mertebesinde olan isimdir ki müsemmânın onunla ta'ayyün-i mahsûsu yokdur ki gâh şârık ve gâh gârib ola. Belki mine'l-ezel ile'l-ebed şârıkdır. İşte "lâ leylü velâ-nehâr" dedikleri 'âlem budur. Yani bu bir 'âlemdir ki onda leyl ve nehâr izâfeti gibi izâfet yokdur ki şurûk ve gurûb i'tibâr oluna. Belki onun hâli tecellî-i mutlak-ı dâimdir. Gel imdi kuyûd-ı esmâdan ve mertebe-i esmâda olan küşûfdan ve kerâmât-i kevniyyeden geç ve onun mâverâsı olan müsemmâya ve gaybü'l-guyûba terakkî edip 'ilm-i ilâhî keşfine er ve kayddan halâs ol. İşte merdân-ı meydânın tefâvütü burada olur ki dâhil-i dâiredir. Yoksa hâric-i dâire ki kevniyyâtdır, ona iltifât yokdur. Ve her kim ki kevniyyâta iltifât etdiyse hâric-i dâirede kaldı. Eğerçi kendini merkez-i dâire oldum sandı. Heyhât! Ka'be'ye ermeyen hacı olmadığı gibi zâta vâsıl olmayan dahi tâif-i harem-i ilâhî olmadı.

Ve haremlerin ihtilâfı sırrı buradan ma'lûm olur. Yani Mescid-i Aksâ ki Harem-i Süleymânî'dir, kalbi afât-i alâikden selîm olanların haremidir. Ve Harem-i Nebevî, rûhu ma'rifetullâh ile müzeyyen olanların haremidir. Ve Harem-i İlâhî, sırrı nûr-i müşâhede ile münevver olanların haremidir. Ve her kimde ki bu üç haremin sırrı müctemi' oldu, ona mecmû'a-i kübrâ denildi ki hakîkat-i vahdet budur. Ve Harem-i İlâhî'ye nüzûl mertebe-i "ev ednâ"ya 'urûcdur ki bu 'urûcun nüzûlü mertebe-i kalbde nihâyet bulur ki mertebe-i hilâfet ve da'vet ve teblîğdir. Yani halîfe-i Hakk bu mertebede mülk ve melekûtun libâsını giyer ve her yüze bir yüzden görünür ve irtibâtını tahkîk eder. Zîrâ mazhar-ı ism-i a'zam olur. İsm-i a'zamın ise esmâya teveccühü berâberdir. Onun için bu makâma nifâk-ı ekber dediler ki nifâk-ı hakîkîdir. Zîrâ vahdetin suver-i muhtelife ile tenevvu'u mertebesidir. Ve Hakk'ın yevm-i kıyâmetde suver-i muhtelifeye tahavvülü bu mertebenin sûretidir.

Hemân sırrını fehm edegör ve sırrını keşf etmeyegör. Zîrâ eğer keşf etdiğin kimse berrânî ise sözün hârice gider ve tarhın sûret vermez. Zîrâ mahall olan cesedde tahâret yokdur. Ve eğer cüvvânî ise gerçi sözün dâhile gider, fe-emmâ dâhil hâric olmayıcak hâsılı tahsîl gibi olur. Meğer ki tarh etdiğin fi'l-cümle cüvvânî ola. Bu sûretde keşfin setr hükmünde olup zarar vermez. Nazar eyle ki cümle-i kâinât libâs ile halk olunmuşlardır. Nitekim ağacın kabı ve meyvenin kışrı ve insânın libâsı olur. Zîrâ kenz-i mahfînin zuhûru esmâ libâsıyladır. Pes, bî-perde olmak sıfat-i cünûn ve sâhibi zindâna makrûndur.

Listeye geri dön