24 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Şu mübârek velînin huzûr-i nûrânûrunda konuşmak değil, edeben huşû' içinde sükûta varmak ve ancak gönül diliyle yalvarmak gerektiğini bilmez değilim. Fakat dînî olduğu kadar da millî bir âdet-i müstahsene sûretinde asırlardan beri devâm edegelen mi'râciyye râsimesi vesîlesiyle Mi'râc-ı Resûlullah'a dâir, fakîrinize emredilen söz açma hizmeti karşısında, "el emrü fevka'l-edeb", buyruk töreden üstündür, diyorum. Hazret-i Pîr'in rûhâniyyetine sığınıyorum, mevzû'un azameti yanında aczimi bilhassa itiraf ederek söze başlıyorum.
"Mi'râc nedir?" suâlinin cevâbını, "Hazret-i Muhammed kimdir?" suâline cevâb almadan vermek, verebilmek müşküldür, yalnız müşkül değil bil ki gayr-i kâbildir.
Hazret-i Muhammed kimdir?. İnsan mı? Evet. Lâkin gelmiş ve gelecek insanlar içinde, hayır hayır!, gelmiş ve gelecek insanlar üstünde, en büyük insan. Öyle bir insan ki, aynı zamanda Resûlullah-ı zî-şân. O öyle bir insân ki, "vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-âlemîn" iltifâtına mazhar. Ve O öyle bir resûl-i zî-şân ki, beyân-ı muhakkakın "levlâke levlâk lemâ halaktül eflâk" hitâbıyla server, "vemâ yentiku 'anil hevâ"nın deryâsıdır, "in hüve illâ vahyün yûhâ"nın müşahhas ma'nâsıdır. Hakîkat güllerinin bağıdır, "sıbgatallah,ve men ahsenü minallahi sıbgah" feyzinin kaynağıdır. "Ve inneke le alâ hulukin azîm" âyeti O'nun şânına delîl, "innemâ ba'istü li etemmi mekârimü'l-ahlâk" hadîs-i vâcibü't-tahdîsi risâlet muammasını halleden bir tarîk-i celîldir.
Habîb-i Kibriyâ'dır, sultân-ı enbiyâdır, burhân-ı asfiyâdır, şefî'-i rûz-i cezâdır. Sevgi de saygı da herkesde ziyâde O zâte, fahr-i kâinât'a sezâdır. Nûr-i Kur`ân, Nûr-i Rahmân O'nda müncelîdir. Havâssü'l-havâssı, havâssü'l-havâss ahibbâsı, Ebûbekri's-Sıddîk, Ömerü'l-Fârûk, Osmân-ı zi'n-nûreyn ile Esedullah Alî'dir.
Bağlanmak o zî-şâna insanlar için devlet, kul olmak o sultâna sultânlar için devlet. O'nu bir kerre gören zerre görür hurşîdi. O'ndadır O'nda rehâ râhı, necât ümmîdi. Dil-hastalar dermânı O, şevk u şefâat kânı O, sultânların sultânı O, cânânların cânânı O, vallahi cânlar cânı O. Âriflerin irfânı O, âlimlerin burhânı O, Hakk'ın hakîkat ummânı O, cânânların cânânı O, vallahi cânlar cânı O. Dîbâce-i Kur`ân O'dur, sermâye-i îmân O'dur, Allah'dan ihsân O'dur, cânânların cânânı O, vallahi cânlar cânı O. Minhâcdır, sertâcdır, şâhenşeh-i mi'râcdır, her ferd O'na muhtâcdır, cânânların cânânı O, vallahi cânlar cânı O. Peygamberânın serveri, binbir velînin rehberi, meydân-ı abdiyyet eri, cânânların cânânı O, vallahi cânlar cânı O.
Ulemâ Mi'râc'ın naklî delîl-i celîlini, hukemâ aklî burhân-ı cezîlini arayadursunlar, "Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksâ" sırrını zemîne âsûmâna sorsunlar, zihin yorsunlar, nazariyyeler, faraziyyeler kursunlar. Kitaplar bunlarla dolu fakat Mi'râc hepsinden ulu.
Mi'râc'a cismânî diyenler de var, rûhânî diyenler de var. Kesâfet ehline göre o, rûhânîdir, cismânî değil. Letâfet ehline göre, o, rûhânîdir, cismânî değil. Cismâniyyet-i Muhammediyyedeki azamet karşısında Mi'râc, elbette cismânîdir, rûhâniyyet-i Ahmediyye karşısında Mi'râc, elbette rûhânîdir. Öyle bir cismâniyyet ki rûhâniyyetinden ve öyle bir rûhâniyyet ki cismâniyyetinden ibâret.
Bir deste kağıdın ardını göremeyiz. Destede tabaklar azaldıkça karşımızda şeffâfiyyet artar. Tek kağıt, inceliği nisbetinde, verâyı aksettirir. Kağıt hep aynı kağıt, madde hep aynı madde, cisim hep aynı cisim olduğu halde, cismâniyyet-i Ahmediyye beşeriyyet tabakaları arasından sıyrılınca, rûhâniyyet feyzine ermiş, "kâbe kavseyni ev ednâ" âlemine girmişdir. Mekândan müezzeh olana mekândan, zamândan münezzeh olana zamândan sıyrılmadıkça ulaşmak mümkün değildir. Cismâniyyet ve rûhâniyyet arasındaki fark, ancak bu sıyrılma ile zâil olmuşdu. Mi'râc cismânî olmasaydı, bu imkânlar üstü hâdiseyi tasdîkde bir ân bile tereddüd etmeyen Ebûbekr'e Sıddîk ünvânı verilir miydi? Bu cismâniyette ilâhî bir rûhâniyyet bulunmasaydı, Cenâb-ı Hakk, "Sübhânellezî esrâ bi abdihî" buyurur muydu?
Mi'râc, yerdekinin göğe, göklere ağması olduğu kadar, göklerin rahmet yağmuru hâlinde yerdekinin nübüvvet ve risâlet meydânına sağnak hâlinde yağmasıdır. Mi'râc, Hakîkat-i Muhammediyyenin makâm-ı ehadiyyetten feyz alması, ummân-ı rahmetden yükselen risâlet ve abdiyyet emvâcının sâhil-i insâniyyete vurup durmasıdır. Allah, o dalganın damlalarından insanlığı ve insanlığın kemâl mertebesi demek olan müslümanlığı mahrûm bırakmasın. Resûlullah'ın rûhâniyyeti gönüllerimize mi'râc olsun. Kitâbullahın samedâniyyeti Türk milletinin, İslâm ümmetinin ve insanlık câmiasının başında ebediyyen tâc olsun. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluhu".
Şu kısa duâ ile söz burda biter ve râsimeye başlarız.
Bize lutf eyle ilâhî, ulu dîn hürmetine, nûr-i Kur`ân-ı mübîn feyz-i yakîn hürmetine, mazhar-ı sırrın olan mutlu zamân hürmetine, vecd-i vahyinle dolan kutlu zemîn hürmetine, kalem-i affını çek defter-i ısyânımıza, Mustafâ aşkına, ashâb-ı güzîn hürmetine. Elimiz boş, yüzümüz kapkara Allahım! Kerem et, merhamet et, arş-ı berîn hürmetine. İhtirâsın, hevesin, nefsin elinden kurtar, biz sen Tâ ile Hâ, Yâ ile Sîn hürmetine. Dinle şekvâmızı ey Rabb-i Kavî! Ka'bende dökülen yaş, edilen âh u enîn hürmetine. Koma Kur`ân'dan uzak bizleri Allahım amân!, onu senden getiren rûh-i emîn hürmetine. Lillahi'l-Fâtiha.