Niçin Herkes Eşit Yaratılmadı?

8 Haziran 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Muzaffer Efendi Hazretleri, ABD'deki bir sohbetlerinde, dinleyicileriden birisinin "Mâdem Allah âdildir, öyleyse insanları niçin eşit yaratmamışdır?" meâlindeki sorusuna cevâben şu beyânâtda bulundular :
Allah bir kulunu kör yapıyor, bir kulu kötürüm, bir kulu akılsız yaratıyor. Allah âdil değil mi? Onu niye öyle yarattı, sana bana göz verdi de, ona vermedi. Bir köpek var, kemik versinler diye kasabın önünde bekliyor. Başka bir tânesi kadillak arabada bonfile yiyiyor. Allah'ın âdil olması için herkes kadın olacak, yâhud herkes erkek olacak, herkes bir şekilde, bir güzellikde olacak, öyle mi? Servetde hep müsâvî mi olacak? Yani fukarâ, zengin olmayacak mı?
Adâlet nedir? Onu bana tarif etsin, o vakit konuşacağım onunla. Adâleti anlıyor mu bakayım. Şimdi, adâlet nerde olur, bak anlatacağım şimdi onu.
Çıkardım ona ben, bin dolar verdim. Dedim ki, "Burada on kişi var, bunlara âdilâne dağıt, mütesâviyen" dedim. On kişiye yüzer dolar verirse, o vakit âdilâne iş yapmış demekdir. Ve öyle de yapması lâzımdır. Çünkü ona ben dedim ki, "Bu para senin paran değil, benim param. Bu bin doları sana veriyorum, buu on kişiye dağıt" dedim. O parayı öyle dağıtmakla mükellef o. İşte bu âdilânedir. 
İkincisi, karşıma on kişi aldım ben, birine dokuz yüz dolar verdim, diğerlerine onar dolar verdim. Mal benim ama. Şimdi ben âdil değil miyim? Ama para onun değil, benim param. Buna sekiz yüz dolar verdim, ona yüz dolar verdim, ötekilere onar dolar verdim. Ama mal benim, ben dağıtıyorum. Yani ihsân ediyorum. İhsân başka adl başka. O ihsânla adli birbirine karıştırıyor. 
Ona bir adam, "Şu parayı mütesâviyen dağıt" diye verdiği vakit, mütesâviyen dağıtmazsa, yani müsâvî şekilde, o vakit zâlim olur. Ama mal benim, ben istediğime on bin, istediğime üç bin, istediğime üç veririm, istediğime hiç vermem. Allah da böyle, bu kâinâtı yaratmış, her şey Allah'a âid, istediğine verir, istediğine vermez. Kimini deli yapar, kimini akıllı, kimini hasta yapar, kimini sıhhatli. Bir şey söyleyemezsin ki. Söyleyecek olsan hayvanlar ortaya çıkarlar bu sefer. Fare der ki ben niye fare olayım, ben de insan olmak isterdim. 
Köpekleri niçin misâl getirdim? Köpeklerin hiç bir dahli yok, hiç bir sa'yi de yok, yani çalışmak, okumak, mektebe gitmek filan. İki köpek doğdu. Birisini alıyor sâhibi seviyor, onu alıyor bağrına basıyor, evinde yatırıyor, otomobilinin arkasına koyuyor, önüne bonfile koyuyor. Öteki de köpek, onun ne kabahati var? O, yatacak yer bulamıyor, bir parça kemik alacak, öteki beriki tekme vuruyor. Ne o öyle istedi, ne o öyle istedi. Ama Allahu Teâlâ ne yapdı? Birimizi akıllı, birimizi zengin, birimizi, birimizi fakir, birimizi hasta, birimizi sıhhatli, böyle yarattı. Neden? Müsâvî yaratsaydı, tadı çıkmazdı kâinâtın. Sıhhatli hastayı görecek ki Allah'a şükretsin, zengin fakîri görecek ki verilen nimete şükretsin.
Rusya'da çar, İslâm âlimini çağırdı, ona dedi ki, "Niçin herkes bir dinde olmadı, niçin herkes bir renkde olmadı?". Çar söylüyor bizim İslâm âlimine. "İşte insanlar böyle rengârenk, kimi sarı, kimi kırmızı, kimi siyah, kimi beyaz, kimi esmer. Niye müsâvî olmadı? Herkes müslüman olsaydı, herkes hıristiyan olsaydı, herkes mûsevî olsaydı yani bir olsaydı. Herkes bir güzellikde olsaydı, niye Allah böyle yapmadı?". O İslâm âlimi dedi ki, "Sen söyle, buraya bando mızıka getirsinler" dedi. Çar irâde etdi, oraya bando mızıka geldi. Bando mızıkaya dedi ki, "Siz çalmayacaksınız, yalnız basso çalacak" dedi. Vuoop. Vuoop. Vuoop. İllallah yeter diyesiye kadar çaldı. "Nedir bu?". Dedi ki, "Herkes müsâvî olsaydı işte bu ses gibi olurdu". Sonra hepsine emretdi, ince-kalın fila, bir âhenk oldu. İşte kâinât da böyle. Tezadlar içerisinde bir adâlet zuhûra geliyor, tezadlar içinde. 
Meselâ ikimiz seninle zenginlikde müsâvî olduk, senin helân tıkandı,kendin yapamıyorsun, beni çağırıyorsun, ben de yapamıyorum. Bir fukara buluyorsun, geliyor fukarâ mecbûren senin işini görüyor. Zenginsin ama fukarâya muhtâcsın, fukarâ da zenginin malına muhtâc. Onun için tezadlar içerisinde bir âhenk oluyor. Bando mızıkanın âhenkle çaldığı gibi. 
Onun için Cenâb-ı Hakk kâmil olan kişileri az yaratdı, kemâle az kişi erdi. Herkes elektriği keşfedemedi, Edison keşfetdi. Edison'a verilen kudret, herkese verilseydi, herkes elektriği keşfederdi. Ne kıymeti kalırdı Edison'un? Bir kıymeti kalmazdı. Onun için Allah herkese bir kâbiliyyet vermiş, herkese isti'dâdı mikdarı ihsân olunmuşdur. Bendeki olan hissiyât onda yokdur, ondaki olan hissiyât bende yokdur. Hattâ kedideki hassâsiyyet bende yokdur. Benim cebime fare girse ben duymam, kedi daha o karşıda oynarken fareyi gider yakalar. 
Peygamberler bile öyle. Îsâ Peygamber'in durumu ayrı, Hazret-i İbrâhîm'in ayrı, Mûsâ'nın ayrı, Hârûn'un ayrı. Hepsi de peygamber ama hepsinin makâmı ayrı. Onun için biz de saydığımız vakit, Hazret-i Muhammed aleyhisselâma kadar, iki yüz yirmi dört bin peygamber gelmiş, saydığımız vakit şöyle sayıyoruz, Âdeme ve Nûhan ve İbrâhîme ve Mûsâ ve Îse'bni Meryem ve Hazret-i Muhammed Mustafâ. Hepsi peygamber ama, bunlar ayrı. Çünkü Allah onları birbirine fazîletli kıldı. Hepsine bir hassâsiyet verdi. Mûsâ'ya kelîmullah dedi, onunla konuşdu. Îsâ'ya rûhullah dedi, ona kendi rûhundan verdi Allahu Teâla, onu babasız olarak ihyâ etdi. Allah'ın dostu İbrâhim halîlullah. Görülüyor ki peygamberler arasında bile, hattâ ulü'l-azim peygamberler arasında bile, hepsine ayrı ayrı tecelliyât olmuş, hepsi müsâvî olmadı.
 Ey Vâhid ü Ferd ü Ehad ey "lem yelid ve lem yûled"
Sensin kamuyu vâr eden Hallâk-ı halksın hem Samed
Sensin semâyı ref' eden sensin bu dağları diken
Sensin zemîni döşeyen hîç çekmeyen hem ta'ab u kedd
Sensin bu dolabı kuran sensin bize rızkı veren
Sensin 'Azâzil'i süren hem Âdem'e kılan meded
Sensin bizi insân eden hem kâbil-i 'irfân eden
Bî-had ni'am ihsân eden veren nevâlar bî-'aded

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön