Sadakallahü'l-azîm.
Allah'a inanmak nimetine ve lutfuna erenler, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma îmân etmek ve O'nun risâletini tasdîk etmekle, bu âlemden cennete dâhil olan ve cemâl-i Hakk'ı görmeye lâyık olan mü'minler!
Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri bu kâinâtı bir sofra gibi yaymış ve açmışdır. Ve yaratdığı mahlûkâtın kâfiri, mü'mini, muvahhidi, âşıkı, sâdıkı, fâsıkı, hepsi Allah'ın kullarıdır ve hepsi bu sofra-i ilâhiyyeden nimetdâr olurlar. Yani yiyecek rızık bulurlar. İçecek su bulurlar. Yaşarlar. Fakat bu böyle devâm etmez. Çünkü Allah âlemlerin rabbidir fakat "ve'l-âkıbetü lil müttakîn", âkıbet, nihâyet, son, ebediyyet, saâdet, necât, felâh, mü'minlerindir, müttakîlerindir.
Yani müttakî demek, bir iş yapacağı vakitde, bu iş Allah'ın indinde hoş mudur, güzel midir, yoksa çirkin midir, aramasını bilen ve Hakk'dan korkarak çirkinliklerden uzaklaşmak, Allah'ın yasaklarına yaklaşmamakdır. Ve Allah'ın emirlerini seve seve başına sertâc etmek ve Hakk yoluna boyun koymakdır ki buna ittikâ derler. Bunun bir fevki daha vardır, ona verâ derler.
Allah müttakîler hakkında Kur`ân-ı Azîmü'ş-şânında, Sûre-i Hucurât'da, esteîzübillah, "يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ yâ eyyühe'n-nâsü innâ halaknâküm min zekerin ve ünsâ ve ce'âlnâküm şu'ûben ve kabâile li te'ârefû, inne ekremeküm indallahi etkâküm". buyurmuşdur. Manâsı, "Ey insanoğulları, sizi bir kadınla bir erkeğin çiftleşmesinden türetdim, çoğaltdım, kabîle kabîle, millet millet sizi ayrıdım. Fakat içinizde hiç kimsenin, hiç bir kabîlenin, hiç bir milletin benim yanımda bir mertebesi yokdur, ancak benim yanımdaki mertebesi takvâ iledir". Allah'dan korkmak ile, Allah'ı sevmek ile.
İşte hutbenin başında okuduğum "el-hamdü lillahi rabbi'l-âlemîn", Allah kâinâtın rabbidir. Kâfirinin, mü'mininin, fâsıkının, zâliminin, âdilinin, mutîsinin, âsîsinin, hepsinin Allah rabbidir. Rabbidir ama, "ve'l-âkıbetü lil müttakîn", âkıbet, nihâyet, müttakîlerindir, mü'minlerindir, âşık-ı sâdıklarındır.
Onun için bir iş yapacağın vakitde, "Acaba benim yapacağım bu iş, Allah indinde makbûl müdür yoksa merdûd mudur" diye düşünmen lâzım gelir. İttikâya dâhil olursan, âkıbetin hayırlı olur. Yani Allah'dan korkmaya. Allah'ın yasaklarına riâyet eder, emirlerine mutî' olursan, istikbâlin için çok iyi olacakdır. Yoksa kâfirler ölüm ânına kadar bu sofra-i ilâhiyyeden istifâde ederler. Ölüm ânı geldiği vakitde, sofra dürülür. Ondan sonra nimetler, nikmet olur. Ve hattâ dünyâda yediği nimetlerin her birinin hesâbını Allah'a vermekle mükellefdir. Kazandığın para helâl ise, hesâbı vardır. Harâm ise azâbı vardır. Yediğin nimetin helâl ise, hesâbı, harâm ise, azâbı vardır. Hiç unutma! Hiç bir ferd unutulmaz. Modelsiz ve plansız Allah bizi halk etdiği gibi, bundan sonra halk etmesi daha kolaydır. Allah için müsâvîdir ya, senin anlaman için söylüyorum bunu. Onun için hepimizin rızkını verdiği gibi, hepimizi Huzûr-ı İzzet'de, Huzûr-ı Rabbü'l-âlemîn'de hesâba çekecek, vermiş olduğu nimetlerin hesâbını so-ra-cak-dır!
İlk nimet, Hazret-i Muhammed'dir, O'ndan sorarlar, sallallahu aleyhi vesellem. Çünkü Fahr-i Risâlet Efendimiz yani bizim peygamberimiz, bütün peygamberlerin peygamberi, meleklerin de peygamberi, iki cihânın da peygamberi olan Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi vesellemden sorulur. Çünkü Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem, nimetullahdır. Allah'ın en yüce nimeti O'dur. O'na tâbi olan, O'nu seven, O'nun ehl-i beytine, ashâbına mutî' olan kişiler, doğru cennete dâhil olurlar. O'nu dinlemeynler, O'na âsî olanlar, O'ndan yüz çevirenler, onların da yolları cehenneme düşecekdir.
Cehennem denildiği vakitde, öyle kolay iş değildir yani. İstersen bir dene. Günah işleyeceğin vakitde hatırına getir, ateşe ne kadar tahammül edeceksin, onu düşünerek günah işle. Elini ateşe bas, ne kadar tahammül ediyorsun bakayım. Hattâ bunlar, daha mübtedîler içindir. Âşık-ı sâdıkân için Hazret-i Muhammed'in cemâline bir adam hasret olursa, onun için en büyük azâbdır. Yani Fahr-ı Risâlet sallallahu aleyhi vesellem ona cemâlini göstermezse, onu civârında iskân etmezse, Livâ-i Hamd sancağı altında onu cem' etmezse onun için daha büyük azâbdır. Anlayan için.
Şimdi okuduğum âyet-i kerîmeden, denizden bir katre, şemsden bir zerre olmak üzere bahsedeğim. "قُلْ هُوَ الَّذ۪ي kul hüvellezî", "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, habîbim, mahbûbum, mergûbum, resûlüm, mebde-i âlem, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammedim, söyle onlara, kullarıma söyle".
O Allah ki, hiç eskimez, ihtiyarlamaz, kudretinden düşmez. Rabbimiz Celle Celâluhû Hazretleri. O'nun varlığıyla biz varız. Bir "kün" emriyle halk eylemiş, bir "kün" emriyle yok edecekdir. Birer birer geldik birer birer gideceğiz. Okuduğum âyet öyle gösteriyor zâten. Her şeye kâdir u kayyûm. Ölüleri dirilten, dirileri öldüren, sıhhatlileri hasta eden, hastalara şifâlar veren, azîzi zelîl, zelîli azîz eden, semâları üzerimize direksiz, kâfirleri yüreksiz halk eden, kürre-i ardı altımıza döşeyen, bir buğdayın içerisine yüz bin buğday koyan, bahçe bir, bahçıvan bir olduğu hâlde, toprak bir, su bir, güneş bir olduğu hâlde, rengârenk çiçekler veren, ayrı ayrı tatlarla bize taamlar yetiştiren ve ikrâm eden Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri.
Görmüyor musun, hepsi bir tencerede pişiyor. Bahçeyi bir tencere farz et, içerisinde tatlısı var, acısı var, ekşisi var, mayhoşu var, güzeli var, çirkini var. Toprak bir, su bir, güneş bir, harâret bir. Neden acaba rengârenk oluyor, tatları ayrı ayrı oluyor? Halbuki kuvvetler bir olunca hepsinin bir olması lâzım gelirdi. Geçiyoruz.
Bize bunları ikrâm etmiş, ihsân etmiş. Annelerimizin kalblerine bize karşı şefkat ve rahmet vermiş. Babalarımızın kalblerine bizim için merhamet vermiş. İzân vermiş, irfân vermiş, göz vermiş, kulak vermiş, dil vermiş, burun vermiş, el vermiş, ayak vermiş, hâfıza vermiş, akıl vermiş, nutuk vermiş. Vermiş oğlu vermiş. Elbet ki O'na karşı ibâdet ve tâat etmemiz lâzım gelecek. Elbet ki O'na karşı mutî' olmamız lâzım gelecek. Elbet ki O'nu dinlemeyenler mutlakâ hesâba çekilecekler ve azâba uğrayacaklardır.
"Habîbim Muhammed, söyle". Sallallahu aleyhi vesellem. "Hüvellezî", O Allah ki, "zeraeküm fi'l-ardi", sizi kürre-i arddan zer edecek. Yani nasıl ki ilkbahar geldi mezrûât meyvasını verdi, sarardı yazın, sonra ne yapdı çiftçiler, mezrûâtı zer etdiler, topladılar yani. Onun gibi bizleri toplayacak. "Hüvellezî zeraeküm f'il-ardi", bizi kürre-i arddan böyle biçecek.
O'nun bir memûru vardır, ismine Melekü'l-mevt derler. Yani Azrâil aleyhisselâm. Onunla arayı iyi yapmaya çalış. Onların hediyeleri vardır, o hediyeleri hazırla. Sabah namazını kılan mü'minlerin ölümü kolay olur. Öğle namazını kılan mü'minler, Hazret-i Melekü'l-mevt'in hediyesini vermiş olurlar.
Namazdan ne haber? Kalbin temiz değil mi? Namaza gelmiyorsun, kalbim temiz diye. Allah emrediyor sana, namaza gel diye, çağırıyor seni. Davetiyesi elinde, görmüyor musun? İşte okudu şimdi müezzin efendi. "Allahuekber Allahuekber, eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne Muhammede'r-Resûlullah, işte ben Allahım, benden başka tapılacak ilâh yok, Muhammed benim resûlüm ve sevgilim, mahbûbum, mergûbum. Ey bana ve habîbim Muhammed'e inananlar! Hayyealessalâh, namaza geliniz". Allah çağırıyor, müezzin ağzıyla. Sen hâlâ kalbim temiz diyorsun. Sonra arkasından, "Hayyealelfelâh" diyor, "Felâha koşun" diyor. Felâh, felâh! Namazda felâh var çünkü, saâdet var, selâmet var. Sonra, acaba bu daveti kim yapdı? Şübhe ediyorsan, altında imzâsı var, "Allahuekber Allahuekber Lâilâheillallah" diye. Ezan, davet-i ilâhiyye. Müezzinin ağzıyla Allahu Teâlâ okur ezanı. Allah seni çağırır câmiye yani. Hâfızın ağzıyla Kur`ân'ı okuyan Allah'dır, Celle Celâluhû Hazretleri, sana hitâb eder. Anlarsan eğer. Anlamak lutfuna erdinse.
Öğle namazını kılanlar Melekü'l-mevt'in hediyesini vermiş olurlar. Yani öğle namazı kılan mü'minlere Melekü'l-mevt güleryüzle gelir. Elinde bir çiçekle gelir, bir gülle gelir. Konuşursun, "Nedir elindeki?". "Bu gülü kokla" der. Koklarsın, tereyağından kıl çeker gibi canın, rûhun bedeninden ayrılır. Öyle olmazsa felâket! Kâfirlerin ölümleri. Allah'ın beyân etdiğine göre Kur`ân'da, kâfirlerin, münâfıkların, zâlimlerin ölümleri felâketin büyüğü. "وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ velev terâ izi'z-zâlimûne fî gamarâti'l-mevti ve'l-melâiketi bâsitû eydîhim ahricû enfüseküm" yâhud "وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا * وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ve'n-nâziâti garkan ve'n-nâşitâti neştâ". "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem. Allah Peygamberine hitâb ediyor, bize söylüyor. "Sen zâlimlerin, kâfirlerin ölümünü bir görsen!".
Sen bakma, rütbesi ne kadar yüce olursa olsun, dünyâ rütbesi, hepsi kabrin hâricinde kalır. Pâdişahı, kıralı, emîri, âmiri, memûru. Kaç fakülte okudunsa hepsinin diploması kabrin hâricinde. Ne kadar para kazandınsa, dünyânın biri ucundan bir ucuna sâhib oldunsa, onların hepsi kabrin hâricinde kalır. Ellerin boş gider âhirete. Ancak Allah diyenler kurtulurlar. Allah'a inananlar kurtulurlar. Resûlullah'a gönül verenler, Resûlullah'a salât ü selâm edenler, Allah'a ibâdet edenler, onlar nimete ererler. Ondan gayrısı hepsi gitdi, hepsi yalan başdan aşağı, bir hayalden başka bir şey değil, bir rüyâdan başka bir şey değil.
Kabirden kalkdığın vakitde Allah'ın arşının gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, İkindi namazını kıl. Câmiye koş.
Ey patron!
Mal sâhibi mülk sâhibi hani bunun ilk sâhibi
O yalan bu yalan biraz da sen oyalan
Ey patrona hizmet eden, hizmet gören kişi! İşçi! Senin baban işçi değildi, zengindi. Sonra o fakîr oldu, sen işçi oldun. Ey patron! Senin de baban patron değildi. "Patrondu". Deden patron değildi. Allah zenginleri fakîr, fakîrleri zengin eder, azîzleri zelîl, zelîlleri azîz eder. Bir minvâl üzere duran Hazret-i Allah'dır Celle Celâluhû Hazretleri. Onun için ibâdete koş. Ebedî sultanlık istiyorsan, ebedî saâdet, ebedî sultanlık, Allah'ın ibâdetine koş. Hiç vaktini boş geçirme. Her nefesde Allah de. Her nefesde. Hiç bir zaman Allah'ı unutma. Ne otururken, ne yatarken, ne kalkarken, ne gizli, ne âşikâr, ne halk arasında, ne münferid kaldığın vakitde. Unutma, O seni görmekde. Sana senden yakın Allah. Eğer zikredersen o da seni zikreder sonra. Diyor ki Allah Kur`ân'da, "fezkürûnî ezkürküm, beni zikrediniz ki ben sizi zikredeyim".
Meşrû işlerde "Bismillâhirrahmânirrahîm" demek zikirdir, meşrû işlerde. Gayr-ı meşrû işlerde Besmele çekilmez. Bazı beyinsizler var öyle. Allah'ın menhiyyâtına bir adam Besmele çekse, korkulur ki îmânı elinden gide. Meselâ içki içen bir adam içkiyi Besmele ile içse, îmânı elinden gider. Neûzübillah. İstihzâ çıkar çünkü. Allah'ın harâmına helâl muâmelesi yapdığı için dînden dışarı çıkar. Onun için meşrû işlerinde dâimâ, otururken, kalkarken, hattâ yüznumaraya girerken bile dış tarafda "Bismillah" deyip içeri girmelidir. Dışarı çıkınca, "Elhamdülillah" demelidir. "Efendim, yüznumaraya da Besmele ile mi gireceğiz?" Evet, Besmele ile tabii. Dışarı çıkınca, "Elhamdülillah" demek lâzım. Tıkanırsa eğer iki taraf, yâhud iki tarafdan bir tarafı, felâket olur sonra iş. Bütün cihânı versen kurtaramazsın yakayı. Senin haberin yok Allah'ın nimetlerinden. Böyle rahat rahat idrar etmen, su dökmen bir nimetdir. Rahat rahat yüznumaraya çıkıp rahatlaman, bir nimetdir. Yemek yemen, bir nimetdir. O yemeği çiğnemen bir nimetdir. Bir yudum suyu yutman bir nimetdir. Bir bakıp kâinâtı görmen, bir nimetdir evlâdım. Ağzın var, yemeye kudretin yok, bütün emlâk senin olmuş, neye yaradı. Yedin, dışarı çıkaramadın, o neye yaradı. Soruyorum sana. Allah'a hamd etmeyecek misin hâlâ, Allah'a şükür yok mu?
"قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ kul hüvellezi zeraeküm fil ardi", bizi kürre-i arddan Allah zer edecek, toplayacak. Geldiğimiz gibi gideceğiz. Toplandık, dağılacağız. Dâimâ söylüyorum. Toplanan dağılır. Yapılan yıkılır. Doğan ölür. Genç olan ihtiyar olur. Baba olanın babası olur. Merhametli olana merhametli olurlar, "irhamû men fi'l-ard yerhamüküm men fi's-semâ", "Men lâ yerham lâ yurham", merhamet etmeyene merhamet edilmez. Merhamet edene merhamet edilir. Yardım edene yardım edilir. Anaya babaya itâat edene evladları itâat eder. Anaya babaya âsî olanlara evladları âsî olurlar. İyi dinliyor musun! Hiç bir şey boşda kalmaz. Ne yapdığın ibâdet, ne yapdığın kabahat, ne yapdığın isyan, ne yapdığın merhamet, hiç bir zaman boşda kalmaz, bir gün bir şekle bürünerek senin önüne gelir konur.
Haramdan mı kazandın? O kazandığınla menî mi yapdın beline? Sonra ya zinâda harcarsın onu sen yâhud bir evlad verirse Allah sana hayırsız olur. Seni döver o, sana itâatkâr olmaz. Seni sevmez. Çünkü haramdandır onun vücûdu. Haramdan yemeyeceksin, helâldan yiyeceksin, helâldan kazanacaksın. Helâldan kazandığından seve seve vereceksin. Yiyeceksin, yedireceksin. Bak Allah sana, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ yâ eyyühellezîne âmenû külû min tayyibât" diyor. Yani müslümanlar her şeyin en kötüsünü yiyecekler manâsına değil. En iyi şey senin. Tayyibât senin. Tâhir değil, tayyibât senin. Ama bu demek değil ki Allah'ın men etdiklerine el uzatasın. Yok içki içmek, bilmen ne filan, böyle şeyler yok. Sofranda israf etmemek şartıyla kazancına göre çoluğuna çocuğuna, sevdiklerine, ahbâb u yârânına, yetîmlere, yoksullara, esirlere it'âm edersin. Hem de karşılığında teşekkür istemezsin. Çünkü Ehl-i Beyt-i Mustafâ böyle yapdılar. "وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا * اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ve yut'ımûne't-ta'âme 'alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ, innemâ nut'imüküm li vechillâhi lâ nürîdü minküm cezâen velâ şükûrâ". Yetîmlere, yoksullara, esirlere yedirdiler. Esirlere, esirlere! Gayr-i müslimlere yedirdiler. Allah için yedirdiler. Müslümansın sen, mü'minsin, hayvan değilsin. Onlar sana her türlü cezâyı lâyık görebilirler. Çünkü herkes, bakdığı vakitde, herkesin bakdığı kişi kendi aynasıdır. Bakan kendini görür. O hayvan olduğu için kendisi, mü'min onun aynasıdır, hayvanı hayvan görür o. İnsanı hayvan görür. Kendini görüyor çünkü.
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا. Miskîn demek, burnunun sümüğü akan manâsına değil. Akşama yiyeceği olmayan. Kazançsız. Garîb. Çalışmak istiyor. Bir de var ki kendisine dilenciliği, istemeyi âdet edinmişdir. Onların yüzlerinin etleri olmayacak yevm-i kıyâmetde.
Geçen gün ben Eskişehir'e gitmişdim, orada bir meczûba para verecek oldum, parayı kabûl etmedi benden. "Niçin" dedim, "haram mı benim param?". "Ondan değil" dedi. "Ben annemden işittim ki" dedi, meczûb söylüyor bunu, "bir kişinin evinde üç günlük yiyeceği varken, yardım kabûl etmek, yevm-i kıyâmetde rezîl olmaya işâretdir, onun için alamam Efendi Hazretleri" dedi. "Al başkasına ver" dedim, "Yok" dedi, "aldım sana verdim" dedi, gerisin geri bana verdi. Acaba anlatabildim mi?
Haram helâl demeden toplayanlar, karınca gibi biriktirenler, sonra yemeden gidenler! Hesâbını vereceksiniz! Hesâbını vereceğiz. E ne yapalım? Hep zorluk mu? Hayır, islâm dîni kolaylık. Allah'a teslîm oldun mu, Fahr-i Âlem Muhammed Mustafâ'ya sarıldın mı her şey kolaylaşır. Namaz sana zorluk vermez, gusül abdesti almak zorluk vermez. Gusül abdesti, namaz abdesti, senin için nimet olur. Allah seni severse eğer. Namazdan istikrâh etmezsin, üşenmezsin namaz kılmaya, koşarsın namaz kılmaya. "Eyvâh!" dersin, "Allah bize namazı farzetmeseydi bizim hâlimiz nice olurdu" dersin. "Nerden etmiş" demezsin. Oruç için de öyle, "Nerden oruç farz oldu" demezsin, "Nerden harb, kıtâl bize farz oldu" demezsin, kerih görmezsin, koşa koşa gidersin. Çünkü Allah kabûl etmişdir.
"وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ve ileyhi tuhşerûn". Evet, zer edilir ve ambarlara yerleştirilir. Nasıl çiftçi tarlayı biçdi ve buğdayı ambarlara yerleştirdiği gibi, Allah da bizi birer birer böyle Melekü'l-mevt vâsıtasıyla, söyledim az evvel, zer eder, biçer, bizi ambarlara yerleştirir. İnsanların ambarları neresidir bakayım? Kabirdir. Ekin ambarları, ekin ambarlarıdır. İnsanların ambarları kabirlerdir. Sonra orada kalırlar mı? Kalmazlar. "وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ve ileyhi tuhşerûn", bir gün gelir nefha üfürülür, herkes kabrinden kalkar ve huzûrullaha varır, Allah'a haşr olunur. Bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a verirler.