Allah bizi Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmdan ayrımasın. En büyük felâket, en büyük hüsran O'ndan ayrılmakdır. Yarın kıyâmet gününde, cümle enbiyâ O'nun sancağı altına cem olur, livâsı altına cem olur. O'nun izni olmayınca, Cenâb-ı Hakk'a mürâcaat edip şefâat izni çıkmayınca hiç bir nebî şefâat edemez, hiç bir şehîd elini süremez, hiç bir âlim bir tarafdan bir tarafa gidemez. Ne zaman ki Resûl sallallahu aleyhi veselleme taraf-ı ilâhîden şefâat izni çıkar, ondan sonra cümle enbiyâ şefâat ederler. Cümle enbiyâ aleyhimü's-salâtü ve's-selâm de Resûlullah'ın şefâatine muhtâcdır. Ve Livâ-yı Hamd altında enbiyâ-i kirâm hazerâtı, enbiyâ aleyhimü's-selâm, cem olurlar.İnşâallah "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler, bu söze sâdık kalanlar, bu sözü hayatlarında söyleyip, son nefeslerinde söyleyerek, bu hâlle ahrete gidenler, O'nun sancağı altında cem olurlar. O'nun mübârek ellerinden, Âb-ı Kevser'den nûş ederler, içerler yani. Resûlullah'ın iltifâtına mazhar olurlar. Arşın gölgesinde gölgelenirler. Allah ve Resûlüne muhib olanlara, dost olanlara korku yokdur, mahzûniyet yokdur. Ne bırakdıklarından mahzûn olurlar, ne gitdiği yerden korkutulurlar ve korkarlar. Onlar Hakk'ın dostları, Allah onların dostlarıdır. "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah, lâ havfün 'aleyhim velâhüm yahzenûn". En günahkâr bir mü'min de velîdir, Allah'ın dostudur, Resûlullah'ın dostudur, günahkâr da olsa.
Günahlara nedâmet ve tövbe, bu Ümmet-i Muhammed için bir nimet olarak verilmişdir ki günahına tövbe eden günahı yapmamış gibidir. Ve kâle'n-nebiyyü aleyhi's-salâtü ve's-selâm, "et-tâibü mine'z-zenbih, ke men lâ zenbe leh, günâhına nâdim olan, tövbe eden, o günâhı işlememiş gibidir". Bu, Ümmet-i Muhammed'e verilmişdir. Tövbe eden kimseyi Cenâb-ı Allah affeder. Bazen afla da bırakmaz. "Ne kadar günâhı vardı?". Yedi milyon günahı var. "Yedi milyon günâhını sevâba kalb edin" der Hazret-i Allah, Celle Celâluhû Hazretleri. "يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍؕ yübedilullahi seyyiâtihim hasenât", Allah seyyiâtları hasenâta tebdîl eder.
Hattâ sana bir müjde daha vereyim. Bir mü'min, kendi başına namaz kılsa, ki cemaate gelmesi şerâitdendir, yirmi yedi derece sevâbı vardır cemâate gelmenin. Cemâat ve cemiyyet rahmetdir. Firkat, ayrılık azâbdır. Tek başına namaz kılsa bir mü'min, Cenâb-ı Hakk emreder meleklerine, der ki, "Ona ittibâ ediniz". İyi dinle! Kulağını benden yana ver! "İttibâ ediniz ona, tâbi olunuz yani cemaat olun ona, tek kılmasın namazı". Melekler derler ki, "Yâ Rabbi biz masûmuz". Melekler günâh işlemez, onların erkekliği dişiliği yokdur, yemez içmezler, günâh işlemezler, onlar Allah'dan aldıkları emri hemen infâz ederler, hiç itirazları yokdur, derhal. Derler ki, "Yâ Rabbi, biz masûmuz, hiç günâhımız yok. Bu benî âdem günâhkâr". Ne olacak? Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "Onun günâhını kaldırdım, kaldırın günâhını". Günâhı kaldırılır. Namazı kılarlar sonra melekler der ki, "Yâ Rabbi günâhı iâde edelim mi?". Allah der ki, "Ben kaldırdığım günâhı tekrar iâde etmem".
Bunları niçin anlatdım biliyor musunuz? Hazret-i Muhammed'e ümmet olmanın devlet ve şerefini anlatmak için söylüyorum. Bundan büyük bir nimet olamaz kâinâtda. Ne Mûsâ aleyhisselâma ümmet olmak, cümlesi bizim peygamberimizdir ya, bir nûr-ı vâhiddir, ne Mûsâ Peygamber'in ümmeti bu nimete nâil olmuş, ne Îsâ Peygamber'in ümmeti bu nimete nâil olmuşdur. Bu bize verilmiş bir nimetdir.
Ey başımda aklım var diyen! Allah insana bir nimet verir, o nimetin kadr u kıymetini bilmezse elinden alır. İster madde, ister manâ. Bir daha söylüyorum. Allah bir kimseye bir nimet verir, o kimse o nimete şükretmezse, o nimetin şükrünü yerine getirmezse, elinden alır. En büyük nimet, nimetullah da Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Bu islâma biz şükretmezsek eğer, ferdî olarak islâma şükretmezsek, Allah bunu bizim elimizden alır. Ve boşda kalmaz, bir baş bulunur, bir muhterem baş bulunur, o başa o islâmın tacını Allah koyar. Onun da başındaki küfür işâretini onun kafasına koyar, boynuna asar. Binâenalâzâlik, en büyük nimet Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma ümmet olmakdır. Bundan daha büyük bir nimet olmaz.
Şimdi, bu nimeti elimizden kaçırmamak için, maddi nimetlerde de şükür lâzımdır. Birkaçını söyleyeceğim ben. Çünkü derslerde söyleniyor, dinliyoruz fakat yanlış anlaşılıyor, yanlış ifâde ediyoruz. Meselâ sana bir kat elbise verildi. Madde olarak konuşacağım, manâsını sonra. Böyle bazı misâller vereceğim ki karşımda yani içinizde çok kâmil insanlar görüyorum, herkes kendi çapına göre alsın. Beni hoş görsünler çünkü ben ilk mektebden tâ fakülteye kadar olanlara hitâb ediyorum. Herkes anlasın istiyorum ben. Bir zümre anlayıp kalmasın, hepsi anlasın.
Bir elbise verildi sana, o elbisenin şükrü nedir? "Efendim, şükür Yâ Rabbi". Hayır. Bu, "Şükür Yâ Rabbi" demek zikirdir. O elbiseyi muhâfaza etmekdir. Çöpden, çamurdan, yağmurdan muhâfaza etmekdir. Temiz giymekdir yani dikkat etmekdir. Şükrü böyle ifâde edilir.
Mal vermiş Allahu Sübhânehû ve Teâlâ sana, zengin kılmış, ganî kılmış seni. Senin malın değil o, Allah'ın malıdır. Sana kasayı vermişdir, verdiği gibi alabilir. Şimdi bunun şükrü nedir? Bunun zekâtını, sadakâtını, karz-ı hasenini vermendir. Yoksa bu malı kendi nefs-i emmârene uyarak şehvetine sarfetmen, elâlemin iffet ve ırzıyla oynaman değildir. O vakit küfrân-ı nimetdir o. Ne olur? Elinden alır Allah. Almadı. Daha felâket. Dünyâda insan bir belâya mübtelâ olursa, neden geldiğini bilmezse ikinci belâya mübtelâ olur. Dikkat et konuşduğum söze! Başına bir derd geldi, bu derdin nereden geldiğini, ne sebebden geldiğini bilmedin mi, ikinci belâya mübtelâ oldun demekdir. Gelmedi. Daha üzül. Çünkü dünyânın azâbı, muvakkatdir ve fânîdir, âhiretin azâbı ebedîdir ve korkunçdur. Kasa sana verilmiş, bunun nedir şükrü? Allah emreder ki, "Kırkda birini veriniz fukarâya". Bizde hepsini değil, kırkda birin. "Ben daha fazla vermek istiyorum". O senin mürüvvetindir, ona karışmayız. Allah'ın takdîr etdiği sana, kırkda birini vermek fukarâya. Sadakât vermekdir, yardım etmekdir, çoluğunun çocuğunun iffet ve ırzını hıfz edecek bir para bırakmandır geriye. Bak ne diyorum! Hattâ sahabeden birisi geldi, Muaz ibn Cebel zannediyorum, "Yâ Resûlallah, ben malımın hepsini Allah yoluna infâk etmek istiyorum" dedi. "Hayır, olmaz" dedi Peygamberimiz. "Yarısını edeyim". Gene "Olmaz" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Üçde birini edeyim". "Üçde birini et" dedi. O sana âiddir şimdi. Neden? Geriye bırakacağın mal helâldan kalsın, senin vârislerin de, çoluğun çocuğun iffet ırzı kurtulması o da bir sadakâtdır. Acaba anlatabildim mi? Ama senin mürüvvetine kalmış, senin kendi nefsine düşen üçde birdir, sen onu dağıtabilirsin. İster bade'l-vefât, ister kable'l-vefât. Geçiyoruz.
Sadakât, karz-ı hasen, borç verme yani. Borç verme, çok mühim! Yani sadakâtdan karz-ı hasen daha evlâdır. Sadakayı verirsin, defter-i a'mâle yazılır, en ekall bire on yazılır. Bire yetmiş olur, yedi yüz olur, yedi bin olabilir. Yazılır ama. Borç verirsen, borç durduğu müddetçe, her gün sadakât yazılır defter-i a'mâline. Ama fî zamâninâ emniyyet kalkmış, bir kimse gelip senden para istese, hemen kalbin titriyor. Çünkü bir çok adam, senin paranı almış, getirip vermemiş, sözünde durmamışdır yani, münâfıkdır yani. Münâfıkdır, çünkü münâfıkların alâmeti üçdür, söyledim size. Vaad eder, vaadinde durmaz. Mal emânet edersin, ihânet eder. Söz söyler, yalan söyler. Bunlar münâfıkların alâmetlerindendir. Varsa, tathîr et, temizle, çünkü sonra pişmân olursun, yakın zamanda. Yakın zamanda yalnızlık evine girdiğin vakitde pişman olursun. Bu sıfatları terket. Münâfık alâmetleridir. Bir daha söylüyorum. Söz söyler münâfık, yalan söyler. Mal bırakırsın, ihânet eder. Sözünde durmaz, ahdinden döner yani. Kim olursa olsun. Hacı olsun, hoca olsun, şeyh olsun, şu olsun, bu olsun filan, yalancı mı bir adam münâfık alâmetlerindendir. Tövbe istiğfâr et derhal. Çok ağır bir şey. Sonra pişmân olursun, pişmanlığının çâresi olmaz âhiret âleminde. Bu rûhun kabz olunasıya kadardır, pişmanlık. Ondan sonra gitdi mi bir daha ağla, pişman ol, sakalını yol, parmaklarını ısır, faydası yok, faydası yokdur. Geçiyoruz.
Malın şükrü "Şükür Yâ Rabbi" demekle değildir. "Şükür Yâ Rabbi" dersin, Allah'ı zikirdir. Fakat sadakâtını, yardımını, karz-ı hasenini, zekâtını verirsin. İşte bu, malın fiilen şükrüdür. Lisânen şükrü, "Şükür Yâ Rabbi" demek, fiilen şükrü de sadakâtını, zekâtını vermek, hayır hasenâtını yapmakdır. Acaba anlatabildim mi? Yoksa bazısı karnını doyurur, kimseye bir şey vermez, sonra "Şükür Yâ Rabbi, âh Allahım, çok şükür bize verdin" der. Karnını doyurdun, komşun aç, îmânın kemâlde değildir. Vücûdun bir tarafına iğne batdığı vakitde, bütün vücûdun sızlamıyorsa, o iğne batırdığın yer, senin vücûdundan ayrı bir a'zâdır o. Eğer bu vücûdun bir parçasıysa, buna bağlıysa, bu vücûda, mutlakâ acı duyman lâzım gelecek. Ümmet-i Muhammed, yek-vücûd gibidir. Kimi baş mâhiyetinde, kimi sağ göz, kimi sol göz, kimi burun, kimi ağız, kimi mide, kimi çene, kimi sağ el, kimi sol el, filan filan filan filan, bu mâhiyetdedir. Bir mü'mine bir felâket geldi mi, musîbet, sende üzüntü yoksa, eyvâh, hastasın demek ki. Ya o parça senden ayrı, ya sen ondan ayrısın. Cenâzede bile öyle değil mi? Geçiyoruz.
Malın şükrü, zikren "Şükür Yâ Rabbi" dediğin gibi, malı Allah'ın dediği yerlere sarfetmekle olur, isrâfâta değil, fuhşiyyâta değil. Ekseriyâ İblîs bizim sırtımıza biner, "Malı ben kazanmadım mı? Mal benim değil mi?" diye övünürüz. Benim diyenler iblîsdir, şeytândır.
Kendini hayırlı gören de şeytândır. Çünkü evvelâ kendisini Âdem'den hayırlı gören Şeytân'dır. Bir kıyâs-ı bâtıl yapmış ve "أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ ene hayrun minh, halaktenî min nârin ve halaktehû min tîn" demişdir İblîs. İblîs-i pür-telbîs. Yani "Yâ Rabbi, onu toprakdan halk etdin, beni âteşden, ben ondan hayırlıyım" demişdir. Evvelâ kendini yüksek gören İblîs'dir, Şeytân'dır. Onun için bir adam mü'min kardeşinden kendisini yüksek görmeye başladı mı, "ben ondan hayırlıyım" demeye başladığı vakitde, o iblîsleşir, İblîs'in sıfatını alır. Âdemî olursa, toprak gibi, toprakdan halk olundu ya, toprak gibi mütevâzi olur yani. Onun için Allah mütevâzi olanı ref' eder, kaldırır, yüceltir, mütekkebiri de kaldırır, kaldırır, kaldırır, o yükseliyorum zanneder, sonra yukarıdan aşağı bırakır, felâket olur o. Kaldırır, kaldırır, kaldırır yukarı doğru, o zanneder ki, "Allah beni yükseltiyor" der, bırakıverir yukarıdan aşağıya, aşağıda helâk olur. Allah muhâfaza buyursun. Allah'ın gazâbından kork, celâlinden çekin!
Malın şükrü de, "Şükür Yâ Rabbi" dediği gibi mâlen de yani fiilen de şükür bu tarzda olacak yani sadakât, zekât, yardım, ağlayanın gözyaşını silme, açı doyurma, çıplağı giydirme. Fuhşiyyâta gelince bir gecede yirmi bin lira, elli bin lira sarfeder, şu soğuk günlerde, evinde kömürü olmayan, odunu olmayan, hattâ evinin camı kırık olanın camını yapdırmaz. Söylesen, "Aman aman bıkdım" diyor. Bakıyorsun ki akşam üstü gidiyor, haramdan kazandığını harama sarfederek böyle, bir gecede elli bin lira, kırk bin lira veriyor. "Acaba nereden biliyorsun bunu?" diye sorarsan bana, cemaatimden birisi var da, birisi çalgıcıların üstüne para atmış, o da oradaymış, otuz altı bin lira para, çalgıcılara atmış yani. Orada içmiş miçmiş filan, otuz altı bin lira, paraları da fotoğrafçı kapmış kaçmış filan, bir şeyler olmuş. Ondan işittim, duydum yani. Demek ki böyle misâlleri Zeyd, Amr diye söylemeyeceğiz ama böyle misâller olabiliyor. Ama Allah için beş kuruş iste, vermez. "Çalışsın efendim, kazansın" filan der. Kuvvetlidir, çalışamaz, yer bulamaz. Müsâid olmaz, çalışmaya kudreti olmaz. Yâhud müsâid olmaz. Yâhud iş bulamaz.
Her insanın yüz binlerce derdi vardır bu âlemde. Derdsiz insan olmaz kâinâtda. Zenginin de derdi vardır, fukarânın da derdi vardır. Devâ nerede biliyor musun? Devâsını söyleyeyim. Kur`ân'da devâ. Kim Kur`ân'a sarılırsa, ister fakîr olsun, ister zengin olsun, derdine devâ bulur. Zengin sarılırsa, ağniyâ-i şâkirînden olur, Allah'ın katında yüksek bir makâm ihrâz eder. Fukarâ Kur`ân'a sarılırsa, fukarâ-yı sabirînden olur, o da Allah'ın katında, Allah indinde bir yere sâhib olur. Bütün şifâ, derdlere devâ Kur`ân-ı Mübîn'dir. Kur`ân'ın yaprağı, kağıdı değil. Ona da hürmet ediyoruz, ayrı. Asıl manâ-yı Kur`âniyye, hakâik-i Kur`âniyye, hakîkat-i Kur`âniyye, Allah'ın emirleri. Allah'ın emirleri kudsî ve mukaddesdir. Allah'In nehiylerinden kaçmak lâzımdır. Allah'dan korkmak lâzımdır. Geçiyoruz.
Şükürleri gördük ya şimdi, güzelsin. "Yâ Rabbi beni sağlam yaratmışsın, vücûdum yerinde". Bunun şükrü de iffetini ırzını muhâfaza etmekdir. Güzelliğine güvenerek elâlemin iffet, ırz, nâmusuyla oynayan bir adam "şükür" dese de onun şükrü makbûl değildir. E kuvveti var, şehvâniyyeti var, buna şükretmek lâzım. İnnîn olmak güç bir şeydir o. Ama kendi âilesine kadar bu işi kullanması lâzım, helâlına kullanması lâzımdır. Bunun şükrü de, kendi helâlıyla mübâşeret etmesidir. Yoksa elâlemin iffetine, ırzına yan gözle bakarsa zâten böyle kişilerin üzerinden îmân böyle insanın sırtından gömlek sıyrıldığı gibi sıyrılır. Allah muhâfaza buyursun. Var böyle kıyâs eyle. İşte anlattık size. Fiilî şükür, elfâzî şükür.
Cenâb-ı Allah şimdi okumuş olduğum âyet-i kerîmede, bizi takvâya davet ediyor, takvâya davet ediyor. Bunun da bir çok sebeblerini sen görebilirsin bu âlemde. Bak gece, çocuğun çalışkansa, gece titreyerek kalkıyor, derse başlıyor. Birçok fukarâ çocukları var ki evlerinde ateşleri yok, ışıkları yok.
Ey zenginler! Ey ağniyâ-i şâkirîn! Sâhib olduğun mal senin değil, senin üzerine âriyetdir o. Banka müdürü gibisin. Bankadaki bulunan paranın müdüre ne faydası vardır. Bankada milyarlar var ama müdür ancak maaşını alır. Sen de o paranın üzerindesin ama yediğin kadar yersin, başkasını götüremezsin. Buradan içeri gitmesi de kâfî değil, geri de çıkarabilirsin. Yaramaz bazen yediğin şey, maraz da olabilir, hastalık da yapar adama, şifâ olmaz. Binâenalâzâlik bak gör, bazı talebeler gece uyumuyorlar. Çocuğum! Bak sana büyük ibret veriyorum. "Niye uyumuyorsun?" diye soracak olursan, "Baba" diyor, "Çalışmazsam sınıfı geçemem, hocam bana bağırır, yüzünü asar, darılır bana" diyor. Eğer onda yani çocuğun kalbinde haysiyyet varsa, hayâ haysiyyeti, çalışma kudreti, insanlık kokusu varsa kendisinde, bunu düşünebiliyor böyle yavru da. E şimdi sen bu çocukdan ibret almayacak mısın? Allah'dan kormayacak mısın yani? Bak, kendi cinsinden, kendi etinden olan bir kimseden çocuk korkarak imtihan günü için hazırlanmaya çalışıyor. Allah seni imtihana çekecekdir, çağıracakdır seni, azîz dostum! Nereden kazandın nereye sarf etdin? Gençliğini nerde yıpratdın? Vücûdunu, ömrünü nerde çürütdün? İşittiğin ilimle ne amel etdin? Vallâhi, billâhi, sana da bana da soracak Allahu Teâlâ Hazretleri.
"وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin", yarınki gün için ne hazırladın? Yarınki gün nedir? Kıyâmet günüdür, nedâmet ânıdır, ölüm ânıdır. Sen bakma, semâvât yarılır, yıldızlar dökülür, denizler kaynayabilir. Olacakdır bu. Her yapılan şey yıkılacak, her doğan ölecekdir. Bir adamın doğması, ölmesine işâret, bir şeyin yapılması, yıkılmasına alâmetdir. Binâenalâzâlik, senin vücûdun gidecek, senin kıyâmetin var, kopacak olan. Defter-i a'mâlin kapanacak.
"وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin", yarınki gün için ne hazırladın, yarınki gün için? Haydi düşün bakalım!
Koskoca Ömer, radıyallahu anh, Ömer ibn Hattâb, hakkında Resûlullah buyurmuş ki, "Ben son nebî olmasaydım, benden sonra peygamber gelseydi, Ömer gelirdi" diyor. Bir. Peygamberimiz şerefini ilân etmiş. İki. Açın siyerlere bakın. Hadîs kitâblarında da var söylediğim söz. İkinci. Üç aylık yoldan ordularına emir vermişdir. Bakın siyere. "Yâ Sâriye el-cebel!" diye. Kadisiye muhârebesinde, üç aylık yoldan ordularına emir vermiş Ömer ibn Hattâb. Manevî radarlı yani, manevî radar var önünde. Allah radarı var yani Ömer'in. Üçüncüsü. Yemen'de bir ateş zuhûr edip mezrûatı yakıyordu. Gömleğini gönderdi ve selâmını, mektûbunu gönderdi, dedi ki, "Atın bunu ateşin önüne" dedi. Rüzgar, ateşli rüzgar geliyor. Atdılar, rüzgar bir daha gelmedi. Dördüncü. Mısır feth olundukdan sonra, Nil Nehrine bir kız çocuğunu gelin yaparlar suya atarlardı, atmazlarsa nehir taşmazdı, oraya da bir mektûb yazdı, bir daha böyle bir şey yapmadı nehir.
Çünkü kim Allah'a itâat eder, nehirler de ona itâat eder, ateşler de ona itâat eder, kurdlar da kuşlar da ona itâat eder. Allah'a kim mutîdir, bütün mahlûkât ona mutî olur. Allah'a âsî olana, evlâdı da kendisine âsî olur. Düşmanını belinde taşırsın, haberin yok. Oğlun, büyütürsün helâl haram demeden, sonra senin kucağına oturur, senin sakallarını yolar. Onunla bıraksa iyi, arkandan lanet okutur sana. Ölürsün gidersin, gene lanet okutur sana, yapdığı işlerden dolayı. "Allah bunun babasına lanet etsin" derler. Geçiyoruz.
Hazret-i Ömer ibn Hattâb, bir haftadan bir haftaya yapdığı işleri yazar, bir hafta sonra bakardı ne yapdım diye. Allahu Teâlâ'nın emrine âsî oldum mu diye. Ve kendisini tedîb edermiş, cezâ verirmiş kendisine.
İnsan kendi kendine cezâ verir mi? Evet kendi kendine cezâ verir bazen insan. Sen başkasın, senin başka. Sormadan geçemeyeceğiz. Baş senin mi, sen misin? Baş sen değilsin, senin. Ya vücûd sen misin senin mi? Vücûd sen değilsin, senin. Kol sen değilsin, senin. Ayak sen değilsin, senin. Ya sen nesin acaba? Soruyorum. "Efendim hepsi birden benim" dersen eğer, rûhun çıkdı mı seni hiç evde tutmuyorlar. Demek ki sen değilsin gene. Sen değilsin demek ki. Rûh çıkdı mı, en sevgili ahbâbın, yârânın, kardeşin, karın, sevgilin, filan, bir gün iki gün ağlıyorlar filan, sonra "Çıkaralım, evin içerisi kokacak" diyorlar. Hattâ seni götürüp gömdükden sonra, senin öldüğün odaya girmezler, korkudan, gelecek diye. Gelmez halbuki. Bazıları çok büyük para bırakır, üzerine büyük büyük taşlar koyarlar ki çıkmasın bir daha altından diye. Milyonlar sarf ederler, altından bir daha çıkmasın diye. Çünkü kalkarsa malı alacak.
Hani biliyorsun ya, olmuş hâdisât, Sultan Mahmud-i Evvel yani ona Kambur Mahmud derler târihde, gömmüşler, türbesi Vakıf Hanının karşısında, pâdişah dirilmiş mezarda. Meşhûr. Dirilmiş pâdişah, dirilince türbedar koşmuş saraya haber vermeye. Tabii yerine pâdişah olan, türbedârı içeri bir almışlar, bir daha çıkmamış türbedar, gitmiş o da. Sultan da orada ölmüş içerde. Neden? Çünkü o çıkarsa, yeniden tahta oturması lâzım gelecek. Hiç herif tahtını verir mi ona. Onun için çok para bırakırsan, üzerine büyük taşlar koyarlar, çıkmasın diye, elimizden parayı tekrar alır diye.
Makâmına güvenme, bir âriyetdir, gelip geçicidir. Aklına da güvenme, o da âriyetdir. Vücûduna da güvenme, âriyetdir. Ne yapdın şimdiye kadar? Kıyâmet günü için ne hazırladın? Soruyorum sana. Günâhın mı, sevâbın mı çok? Vallâhi, billâhi Allah cümle a'zâyı senin aleyhine şehâdet etdirecekdir. Kolların, ellerin, gözlerin, kulakların.
Hakk korkusu ile kaç gece uykuyu terk etdin? Kaç defa ağladın, gözyaşı dökdün? Soruyorum sana. Hiç gecenin zulmeti, kabrin zulmetini hatırlatmıyor mu? Ağla o vakit. Ağlayamazsan niye ağlayamıyorum diye ağla. Gecenin zulmeti sana kabrin zulmetini hatırlatmalı. Yakında oraya gideceksin, tek başına. Hazret-i Osmân ibn Affân Zinnûreyn Hazretleri, kabirden bahs edildi mi ağlarmış Hazret-i Osman. Mahşerden bahs edildi mi, onda da ağlarmış ama kabirden bahs edildi mi çok ağlarmış Hazret-i Osman, nevha ile ağlarmış yani. Sormuşlar kendisine, demişler ki, "Yâ Emîre'l-mü'minîn, Yâ Zinnûreyn"...
Zinnûreyn niçin diyoruz? Hazret-i Peygamber'in iki kızını aldı. Peygamber'in damadı, iki kızıyla evlendi. "Niçin" demişler, "mahşer sizi pek müteessir etmiyor da kabir denilince daha çok müteessir oluyorsunuz?". Demiş ki, "Mahşer umûmî bir yerdir ama kabirde yalnızız".
Amel sandığı, tek başına kalacaksın. Gecenin zulmeti sana kabrin zulmetini, cehennemin zulmetini, mahşerin zulmetini hatırlatmıyor mu? Ağla. Ağlayamazsan niye ağlayamıyorum diye ağla. Yakın zamanda bu akabelere yürüyeceksin. Üzerindeki rütbe kaldırılacak, masan elinden alınacak, kasana sevmediklerin vâris olacaklar. Sevgililerin ağlayacaklar. Sevmeyenlerin de mal kaldı diye ağlayacaklar, sevgi ağlamasıdır o. Bakarsın o vakit îcâb ederse, gözyaşı soğuksa sevgi ağlamasıdır, sıcaksa yürekden geliyordur yani hakîkaten acıyarak ağlamak demekdir. Çünkü Cenâb-ı Hakk insanın vücûdunu acâib halk etmiş. Soğuk gözyaşı döküldü mü o sevgi gözyaşıdır, sıcak ağlarsa o vakit acı gözyaşıdır. Kulağında bulunsun, lâzım olur bir gün.
Hazret-i Ömer ibn Hattâb bak yazıdırıyor. Kim bu? Aşere-i Mübeşşere. Ne demek o? Bundan bir kaç sene evvel müftülükde imam imtihanına girenlere sormuşlar," Aşere-i Mübeşşere kimlerdir?" diye. Cevâb yazmış imamlığa tâlib olan zât, "cehennemle tebşîr olanlar" diye. Estağfirullahe'l-'azîm ve etûbu ileyh. Aşere-i Mübeşşere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bunları cennetle tebşîr etmiş, "Ne yaparsanız yapınız, ehl-i cennetsiniz" demiş. Allah öyle demiş. Bunlar ma'fuvv. On kişi bunlar. Seyyidinâ Ebabekir, Ömer, Osman, Ali, Saad ve Saîd ve Abdurrahmân ibn Avf ve Ubdey ibn Cerrah, Talha ve Zübeyr. Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn. "Ya Haseneyn hakkında ne dersin Efendi?". O nefs-i Muhammed'dendir, şübbânu ehli cenne ve kurratü a'yüni ehlü'-sünne. "Ya Fatıme hakkında ne diyorsun?". Resûlullah'ın parçasıdır. "Yâ Fâtıme enti bid'atin minnî" buyurmuşlardır. "Ya Ali hakkında?". "Ali ile ben nûr-ı vâhidiz" demiş Cenâb-ı Peygamber. Hepsine ayrı ayrı iltifat etmiş, taltif buyurmuş. Seni de taltif etmiş. Seni de beni de. Bize de taltif var. Mü'minlikle, âşık-ı sâdıklıkla, zühd ile, takvâ ile, irfân ile, cennet ile, cemâl ile, rızâ ile, rıdvân ile. Sen de taltif olunmuşsun çünkü Muhammedîsin, sallallahu aleyhi vesellem.
Bak defter-i a'mâline, iyilik mi yapdın, kötülük mü, hangisi çok, ona göre hazırlığını yap.
Vakit dar olduğu için kesiyorum, bu kadar kâfî. Haftaya gene inşâallah aynı âyetden konuşuruz ve söyleşiriz. Herkes nasîbi olduğu kadar anlatır. Sağ olursak tabii.
Her gece yatarken, tövbe istiğfâr et, vasiyetnâmeni başının altına koy. Bak ne diyorum sana. Sözümü hikâye diye dinleme. Her gece yatarken tövbe istiğfâr eyle ve vasiyetnâmeni başının altına koy yat. "Efendi, vasiyetnâmemi yazdım, kendime de bir kabir hazırladım, çok güzel yapdırdım, otuz bin liraya, elli bin liraya, kırk bin liraya filan". Kendine kabir hazırlama, sen ben öldükden sonra, bir çukur bulur, bizi içine koyarlar, kendini kabre hazırla! Kabir karanlıkdır, oraya nûr ister. Oranın nûru, îmân-ı kâmil, Kur`ân-ı Mübîn, muhabbet-i Muhammediyyedir. Bu sıfatlara mâlik olanların kabirleri nûr içinde kalır.
Pek fazla oyalama cenâzeni yollarda da. Ârif-i billah, vâsıl-ı ilallah ise götür Allah'a takdîm eyle. Ağaç dikdir kabirlere. Bir çocuğun olduğu vakitde, götür kabristana bir ağaç dik, hazırlık olsun. "Aman Efendi napıyorsun?" Tabii ya! İşitmedin mi? Çocuğu alıyoruz, sağ kulağına ezan okuyoruz, sol kulağına kâmet ediyoruz. Dikkat buyur, bak ne dedim, sana ne söylüyorum. Çocuğu elimize alıyoruz, kıbleye karşı dönüyoruz, bilenler tabii, bilmeyenlere sözümüz yok, sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet ediyoruz. Bunun manâsı ne demek? Ezanla kâmetin arası çok yakındır, değil mi? İşte ezan, kâmet, namaz. Bak ezan okundu, şimdi kâmet edip namaz kılacağız. Diyoruz ki yavruya, "İşte ezanını sağ kulağına okuduk, sol kulağına da kâmet etdik, ya namazın, musallâda kılınacak, yakın bir zamanda". O kadar yakın. Hayat bu.
Onun için, hemen, hemen! "Gencim, mencim, filan". Bunları bırak, bırak bu kafaları. Allah'a sıkı sarıl. Bütün cihân kâfir olsa, îmânını fedâ etme. Sana evvelâ lâzım olan, dinlenen dinlenir, dîn sâhibi olmandır, dîn de Allah indinde İslâm Dînî'dir, ve îmân sâhibi olmandır. Kim dînlenirse o dinlenir. Dînsiz dinlenemez. Îmân sâhibi o, îmânına sarıl iyicene. Yakın bir zamanda görmediğin âleme gideceksin. Allah seni görmekde, huzûrdasın ama sen farkında değilsin. Bir huzûra gideceksin ki Allaaah! Allah o günde bize yardımcı, Resûlullah bize şefî' ola, Kur`ân şefâatkâr ola.
Hemen hazırlan, namazlarını kıl. "Efendim, bazen işimiz var, memuruz filan". Kazâya kalırsa akşama kılarsın. Dersin ki, "Yâ Rabbi, işte hâlimi görüyorsun, böyle oldu, kıldım ben Beni affet yâ Rabbi, nâkısım ben" dersin. Zinhar namazı bırakma! Akıllı kişi namazı bırakmaz. Çünkü kıyâmet gününde ilk hesâb namazdan sorulur. "Bırakıyoruz filan". Allah affetsin cümlemizi. Kılmayanlara Allah tattırsın ve kıldırsın. Sakın gafletde kalıp da namazlarınızı terk etmeyiniz. "Efendim, ben memurum, orada namazı kılamıyorum filan". Kılamazsan, akşam eve gidince kazâ edersin. "Yâ Rabbi, işte görüyorsun vaziyetimi, geldim şimdi yapabildim, senden atâ bizden hatâ" dersin.
Abdestsiz gezme. Dâimâ hazır ol, geliciye. O gelici, ansızın geliyor. Hiç haber vermez. Verir ama görmezsin, farkına varmazsın. Ağrı yapıyor dizin mizin değil mi? Gözün görmüyor, miden hazmetmiyor filan, habercilerdir bunlar. Konunu komşunu almışdır, dedeni babanı almışdır, bunlar da habercidir ama farkına varmazsın sen, bana yok zannedersin. O, ansızın gelir. Abdestsiz gezme. Sakın cünüb basma yere ayağını. Hem maddî cünüblükden, hem manevî cünüblükden. Maddî cünüblük, kadına temas, yâhud gece rüyâ azması ile olur, veyâhud başka türlü şeyler de var, fıkıh kitâblarında sebebleri, burada anlatacak değilim. Manevî cünüblük de Allah'ı unutmakdan olur. Kim Allah'ı unutursa, isterse günde yedi defa denize girsin çıksın, yine cünübdür o. Allah'ı unutuma! Maddî cünüblük ma'lûm, insan âilesi ile tekarrüb eder, yâhud rüyâsı azıtır, yâhud başka hâl olur, gusül abdesti almak îcâb eder. Bu maddî cünüblük bu yıkanmakla gider. Bir de manevî cünüblük vardır ki, Allah'ı unutmakdır. Allah'ı unutduğun vakit cünüb olursun, haberin olmaz bu cünüblükden senin. Her yerde, her mekânda, her zamânda, Allah de! Allah diyen mahrûm olmaz. O'nu zikret ki Allah seni zikreyleye. Çünkü Allah Kur`ân'da va'd etmişdir, "fezkürûnî ezkürküm, beni zikredin ki ben sizi zikredeyim".
İnsanlara hayırhâh ol. Bütün mahlûkâta merhametli bulun. Ağaçların dahi dalını kesme, koparma. Çiçeği bile koparma yerinden. Sula, yetiştir, karşıdan seyret çiçeği, koparma çiçeği yerinden. O güzelliği sen veremezsin ona. Koparma onu. O, dalındayken güzeldir, senin elinde kirleniyor o. Hattâ ikinci sefer koparmaya gitdiğin vakit, senden kaçıyor, sen görmüyorsun, kendini topluyor böyle, senden kaçıyor. Senden kaçıyor, koparacak beni yine diye. Hissiyâtı var. Çünkü O da Allah'ı zikreder, Allah'ı zikretmeyen hiç bir şey yok kâinâtda. Taşlar, ağaçlar, hayvanlar, insanlar, melekler, her şey her şey Allah'ı zikretmekde. Asıl mahâret nedir? Bunu duymakda ama biz bunu duyamayız, duyanlar duyuyorlar, görenler görüyorlar. Hakk ağız, Allah der. Hakk göz Hakk'ı görür, Hakk kulak Hakk'ı dinler.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.