Niyazî Mısrî Hazretlerinin Seyr u Sülûk Hatıraları

4 Şubat 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İlim

Niyâzî Mısrî Hazretleri Mevâidü'l-İrfânında buyuruyorlar ki :

Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivâyet etmişdir : "İşte Cümdan, yürüyünüz."

Cümdan, Medîne-i Münevvere'den bir gece uzaklıkda meşhûr bir dağdır. Resûlullah bunun üzerinden geçdiği zaman, "Müferridler öne geçdi" buyurmuşdu. Kâdî, müferridi Ra'nın kesriyle ve şeddesiyle zikrediyor. Diğerleri şeddesiz olarak müfrid diyorlar. Müferrid veya müfrid, bir şeyi tek yapmak demekdir. Peygamber Efendimizden, "Müferridler kimlerdir yâ Resûlallah?" diye sorduklarında, "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır" buyurdu. Hadîsin tam metni İbn Melek'de mevcûddur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşdur : "اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ".

Ben, doğum yerim olan Malatya'da ilk ilim talebinde bulunduğum sırada kalbimde tarîk-i sôfiyyeyi bilmek arzusu vardı. Önce onların meclislerine muhâlif idim, gitmezdim. Fakat sohbetleri bereketiyle günden güne şevkim artdı, nihâyet Halvetî şeyhlerinden birine bî'at etdim. Babam da beni ona gitmekden men' ediyor, kendi şeyhine götürmek istiyordu. O zât Nakşibendiyyeden idi ve bana göre kâmil değildi. Sefer etmem îcâb etdi. Nihâyet bin kırk sekiz yılında ki Bağdad bu yılda feth edilmişdi, ilim talebi kasdiyle Diyarbekir'e sefer etdim. Ama asıl maksadım tarîkat ilmi idi. Orada bir yıl kaldıkdan sonra Mardin'e gitdim. Orada da bir sene kaldım. Diyarbekir ve Mardin'de mantık ve kelâm okudum. Oradan Mısır'a gitdim. Mısır'da Şeyhûniyye Medresesinde Kâdiriyyeden bir şeyh buldum, ona bî'at etdim ve Camiü'l-Ezher'de de derse başladım. Camiü'l-Ezher'de okuyor, o tekkede de yatıyordum. Sıkı çalışıyordum, her iki tarafı da muntazaman yürütüyordum. Bir gün şeyhim bana dedi ki, "Zâhir ilmin talebinden tamâmen vazgeçmedikçe tarîkat ilmi sana açılmaz".

İlimden ayrılmak bana çok güç geldi. Ağlayarak tazarrû' ve niyâz ile Allah'a istihâre etdim ve uyudum. Gördüm ki gûyâ ben büyük bir şehirdeyim, sultâna hizmet ediyorum. Sultân da Şeyh Abdulkâdir Geylânî imiş. Kendisinin avlusu geniş bir sarayı var. Kendisi, nedimlerinden büyük bir cemaat arasında bir tarafda abdest alıyor. Sanki ben de öbür tarafında tereddüd içerisinde duruyor, bana kızacağından korkuyorum. Oradan çıkacak bir yer de bulamadım. Beni gördü ve "Ey sôfî" diye çağırdı. Hemen kendisine döndüm ve önünde durdum. Hâdimlerinden birine, "Buna bir kese getir" dedi. Hizmetçi çabuk çabuk bir kaç adım atmışdı ki, "Gel" dedi "ona kendi cebimden vereyim". Elini cebine sokdu, bir kese çıkardı ve bana uzatdı. Huzûrunda keseyi açdım. İçinde yeni sikkeli dirhemler vardı. Başka bir kese daha gördüm, onu da açdım. Onda da yeni sikkeli dinarlar vardı. "Efendim, bu iki kesenin manâsı nedir?" diye sordum. Cevâben dedi ki, "Dirhemler zâhir ilmidir, öğren ve onunla amel et. Dinarlar tarîkat ilmidir, ona ancak sana takdîr edilmiş bulunan kimsenin yüzünden kavuşabilirsin". Ve bana, "Senin şeyhin bu şehirde değildir" diye işâret etdi. Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.

Rü'yâyı şeyhime söyledim. Bu rü'yâ üzerine beni halîfe yapmak istedi. "Efendim, benim kalbim hilâfete kanmaz. Artık bundan sonra seyahat etmek istiyorum. Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı. Eğer bana izin vermezsen helâk olmakdan korkuyorum" dedim.

İzin verdi. Nasîbimdeki zâtı bulmak arzusuyla yola çıkdım. Senelerce dolaşdım. Arap ve Rum şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine erişdim. Nihâyet, şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devâsı Şeyh Ümmi Sinan Elmalı'nın hizmetine ulaşdım. Kalbimin şifâsını onun hizmeti şerefinde buldum. Mübârek nefesinin kimyasiyle bana Abdulkâdir Geylânî'nin mezkûr rü'yâda bana işâret etdiği her şey hâsıl oldu. Allah'a hamdolsun, Allah'ın lutfuyla telvîn gitdi, temkîn hâsıl oldu. "وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ"

Yine aynı eserde İbrâhim aleyhisselâm hakkındaki şu âyetleri zikretdikden sonra buyuruyorlar ki :

وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ *الْاٰفِل۪ينَ
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ين
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

Bu fakîr kula da Allah'a sülûküm sırasında sülûkün istikâmeti bereketiyle Allah'a şükür, aynı şey vâki' oldu. Ben o günlerde on iki konakdan beşinci konakda idim. Hiç karârım kalmamışdı. Bir yandan öbür yana kaçıyor, mücâhede şiddetinden dolayı bir yerde ve bir hâlde duramadığım için kendimi minâreden yâhud da dağlardan aşağı atacak oluyordum. Sülûk günlerimin ekserisinde gıdam, yirmi dirhem arpa ekmeği idi. Nihâyet bin altmış senesi Muharrem ayının son on gününde dördüncü Cuma gecesinde uyanık iken bir de gördüm ki evin içinde karşımda bir yıldız. Onu baş gözümle gördüğümü zannetdim de gözümü yumdum. Bakdım ki hayır, yine öyle görünüyor. Gözümü açdım, yine önceki gibi karşımda. O zaman anladım ki bu, kalb gözüyle görülüyor. Birkaç gün o yıldız gözümden kaybolmadı. Sonra büyüdü büyüdü ay kadar oldu. Birkaç gün de böyle devam etdi.Sonra gitgide büyüdü güneş kadar oldu. Birkaç gün de böyle gitdikden sonra yine yavaş yavaş büyüdü, yükseldi, altı ciheti kapladı. İlk gördüğüm zamandaki ıztırabım, kalb çalkantım, nûr genişleyip altı yönü kaplayıncaya kadar yavaş yavaş dinmişdi. Artık bundan sonra cesedle mücâdele ve riyâzat yapmadım. Mücâhedeme kalb ve rûh ile ve bunların durumlarına uygun şekilde devâm etdim. Bu hâli, şeyhim, göz bebeğim Elmalılı Ümmî Sinân'a söyledim. Dedi ki, "İbrâhim aleyhisselamdan kalan beşinci menzilin hâli budur. Bu menzil onun ilk makâmı idi. Onun ilk menzili, ittibâ bereketiyle Muhammed aleyhisselamın ümmeti için beşinci menzil oldu. Fakat Allah'ın Resûlü için bir makâm yokdur. Bütün makâmlar onun ayakları altında bir tek adımdan ibâretdir". Sonra buyurdu ki, "Seni İbrahim aleyhisselama lutfetdiği sırât-ı müstakîme ileten ve seni onun izinde gitdiğin için O'na vâris kılan Allah'a hamdolsun". Sonra şu âyeti okudu, "فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ".

Listeye geri dön