31 Ocak 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Nizâmülmülk'ü duymayan yokdur herhalde. Bu zât, Büyük Selçuklu Devletinin en muktedir vezîridir, neredeyse hükümdar kadar geniş yetkilere sâhib olmuşdur. Üstelik sâhib olduğu devlet dârât kadar hayırsever bir insandır da. İlme de çok düşkündür, âlimlere çok kıymet vermişdir. Nitekim kendi adıyla anılan Nizâmiye Medreselerinin kurucusudur. Bütün vasıflarını gözönünde bulundurursak, bu zât, İslâm âleminde gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir diyebiliriz. Zâten Nizâmülmülk ünvânı da kendisine bunun için verilmişdir. Asıl adı unutulmuşdur. Diğer lakabları da hep onun büyüklüğünü ve fazîletini gösterir. Kıvâmü'd-Devle ve'd-Dîn, Tâcü'l-Hazreteyn, Vezîr-i Kebîr, Hâce-i Büzürg, Atabekü'l-Cüyûş, Gıyâsü'd-Devle, Şemsü'l-Mille, onun lakablarından bazılarıdır.
İşte bu büyük devlet adamı, bu yüceliğe bir veliyyulahın bereketiyle erişmişdir. Bunu bizzât kendisi ifâde etmişidir, "Ben ne bulduysam, Şeyh Ebû Said'den buldum" demişdir. Malûm ya, Ebû Saîd Ebu'l-Hayr Hazretleri, sôfîlerin ileri gelenlerindendir, tasarruf sâhibi büyük velîlerdendir. Nizâmülmülk'e Hazret-i Şeyh ile alâkasını sorduklarında hikâyesini şöyle anlatmışdır :
Bir gün Şeyh'in mahallesinde atıma biniyordum, ardımdan gelen biri bana, "Seni davet ediyorlar" dedi. "Kim davet ediyor?" dedim. "Seni Şeyh'in hankâhına davet ediyorlar" dedi, ben de oraya gitdim. Şeyh Ebû Said'i gördüm, bana "Hoş geldin" dedi, hâlimi hatırımı sordu. Sonra Şeyh elimden tutdu ve bana, "Sen hayırlı bir insan olacaksın" dedi. Kendisine hürmetlerimi arz etdim ve izin isteyip ayrıldım yanından. Ertesi gün tekrar Şeyh'in hankâhına gitdim. Bu sefer beni göremeyeceği bir yere oturdum, bir direğin arkasına geçdim. Şeyh sohbete başladı. Sohbetini bitirince oradaki cemaate hitâben, "Hasan'ın borcu var" dedi. O sırada şımarık gençlerin bellerine sarmayı âdet edindikleri gibi benim de bir kemerim vardı. Kemeri çıkarıp Hasan'a verdim. Hasan kemeri Şeyh'e götürdü. Şeyh kemeri eline aldı, parmağını bir halkasına sokdu, kemeri bir kaç defa döndürdü ve dedi ki, "Ey bu kemeri veren genç adam! Çok geçmeden önünde dört bin kemer bağlanacak, kemerlerin hepsi altından olacak". Aradan biraz zaman geçdi, öyle bir mevkiye geldim ki, hakikaten de emrime dört bin altın kemerli adam verildi. İşte bunun için diyorum, ben her ne bulduysam Şeyh Ebû Said'in bereketiyle buldum diye.
Hasan, Hazret-i Şeyh'in bir bendesi olup, onun bendegânı ve hankâhı için yapılan harcamaları idâre eden kişidir. Bu zât, ihtiyaçları gidermek için ekseriyâ veresiye alışveriş yapar, yâhud zenginlerden, hâli vakti yerinde olanlardan borç alır, sonra hayırseverler yardımda bulunur yâhud hâli vakti yerinde olanlar bu borçları kapatırmış. Hazret-i Şeyh, "Hasan'ın borcu var" demekle, orada bulunan ehl-i mürüvvetden masraflara katkıda bulunmalarını istemiş oluyor. Nizâmülmük'ün süslü kemerini çıkarıp vermesi bundandır.
Bu hikâyeden de anlaşılacağı gibi, ehlullah hazarâtı, bâhusûs büyük velîler, bereket ve sâadet menbaıdır, hem maddî hem manevî. Kim onlara yakın olursa, kim onlara hizmet ederse, kim onların kalbine girerse, berekete ve saâdete nâil olur, hem dünyâda izzet bulur yani yükselir, yücelir, hem âhiretde mesûd olur. Târihde misâlleri pek çokdur.