17 Haziran 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Birisi bize gelip, "İbrâhim peygamberin kıssasını anlatıyorsunuz. İbrâhim Peygamber oğlu İsmail'i götürmüş, kesmeye yatırmış. Sonra İsmail'e bedel olarak Allah tarafından bir koç gönderilmiş ve oğlu yerine o koçu kesmiş. İyi güzel de binlerce sene önce olan bu hâdiseden bana ne? Bunu bana niye anlatıyorsunuz?" dese ne cevap vermek lâzım?
Müslümânların geri kalmalarının sebeblerinden biri de şudur ki, müslümanlar Kur`ân-ı Kerîm'i okuyor fakat âyetleri klişe olarak alıyor, "Acabâ Cenâb-ı Hakk'ın bu âyetlerden murâdı nedir? Bizim buradan çıkarmamız gereken dersler nelerdir?" diye hiç düşünmüyorlar.
İşte Kurban Kıssası ile size bunun bir misâlini vereceğim. Bu kıssa bize şunu anlatıyor :
Baba, Allah'a itâatde İbrâhim peygamber gibi olmalı. Babaya itâatde de İsmail gibi olmalı yani İsmail'in babası İbrâhim aleyhisselâma افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ /if'al mâ tü'mer setecidünî inşâallahu me'a-sabirîn" yani "Emrolunduğun gibi yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" diyerek teslîm olduğu gibi teslîm olmalı. Her baba İbrâhim Nebî gibi en kıymetli varlığını dahî Allah yolunda fedâya hazır olur her çocuk da İsmail gibi babasına itâatkâr olur, isyân etmezse Allah onlara ikrâm eder. Allah tarafından gönderilen koç işte bu ikrâmın remzidir.
İşte bu kıssadan alacağımız dersler bunlar olmalı ama müslümanlar bu derslerle hiç ilgilenmiyor, anlatan bunu bir hikâye olarak anlatıyor, dinleyen de bir hikâye olarak dinliyor ve hiç istifâde edemiyor.Efendi Hazretleri, çoğu insanın anlatılanları anlamadığı ve alınması gereken dersleri alamadığı gibi bazılarının da anlatılanları tamâmen yanlış anladığını şu zarîf nükte ile anlatırlardı :
Bir hocaefendi bayramın birinci günü bu kıssayı anlatmış. Bayramın dördüncü günü bir sarhoş çıkagelmiş. İki göz iki çeşme ağlayarak "Hocam! Bayramda bir vaaz ettiğiniz, hâlâ o vaazın te'sîriyle ağlıyorum" demiş. Hoca hayretle, "Neye ağlıyorsun? "deyince sarhoş adam "Hani, Şam'da bir kadın kızını kesmeye yatırdı da sonra yer titredi yerden bir keçi çıkdı ya işte bunu düşündükçe ağlıyorum" demiş. Hoca "Hay Allah cezânı versin! Şam değil Mekke, kadın değil İbrâhim aleyhisselâm, kızı değil oğlu, keçi değil koyun, yerden çıkmadı gökden indi. Ulan hangi birini düzelteyim!" demiş.Efendi Hazretleri okuduğunu anlama mes'elesinde şu kıssayı anlatırlardı :
Vaktiyle bir hocaefendi, kendisinden yıllarca ders okuyan bir talebesine icâzet vermeden önce şöyle demiş :
"Sana bir soru soracağım. Eğer bu soruma doğru cevap verebilirsen sana icâzet veririm. Çünkü bunca yıldır okuduğun dersleri gerçekden anlayıp anlamadığın bu soruya vereceğin cevapla belli olacak. Düşün ki memleketine gitmek üzere yola çıkdın ve yolda karşına köpekler çıkdı ve etrafını sardılar. Bu köpeklerden nasıl kurtulursun?"
Talebe, "Elimdeki sopayla" demiş ama Hoca "Sopayla en fazla birini ikisini bertaraf edebilirsin, diğerleri seni parçalar" diyerek bu cevâbı kabûl etmemiş. Talebe, "Taş atarım" demiş ama Hoca "Birisine atarsın ikisine atarsın bir sürü köpek var, diğerleri seni mahveder. Demek ki sen bunca yıl okuduklarından bir şey öğrenememişsin. Bu durumda ben sana nasıl icâzet vereyim ki" deyince talebe hocasına yalvarmaya başlamış. Hoca demiş ki, "Eğer sen benden okuduğun dersleri tam ma'nâsıyla anlasaydın bu soruya doğru cevap verirdin. Eğer böyle bir şey olursa köpeklerle uğraşılmaz, hemen çobana bağırılır. Köpekler çobanın sesini duyunca kuzu gibi olurlar. Bu soruyu sormakdan maksadım da şuydu. Sen yarın halkı irşâda kalkacaksın, bir takım zâlimler sana musallat olacak, onlarla uğraşmaya kalkarsan başın belâdan kurtulmaz, iki yakan bir araya gelmez. Zâlimler Allah Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin köpekleridir. Öyleyse onlarla uğraşmak yerine Allah'a ilticâ etmek gerek. Eğer Allah'a ilticâ edersen Allah, o zâlimleri bertarâf eder.Efendi Hazretleri, Sûre-i Cuma'daki "مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ" âyet-i kerîmesine işâret ederek "Okuduğunu anlamayan, kitap yüklü eşekden farksızdır" buyururlardı. Günümüzde bilgi çoğalmış, bilgiye erişim de çok kolaylaşmış olduğu halde okuduklarını anlayabilenler maalesef çok azalmışdır. Ma'lûmâtın ilim, ma'lûmât biriktirmenin de ilim öğrenmek olmadığını idrâk edebilenler de maalesef pek azdır. Ezberi kuvvetli, telefon rehberi gibi birbiriyle alâkasız bilgileri ezber eden ma'lûmatfuruşlar âlim zannedilmekdedir. Halbuki bilmek, ezberlemek demek değil, bilinen şeyin hakîkatine nüfûz etmek demekdir. Bir şeyi bilmekden elde edilecek fayda da, o hakîkate vâkıf olmakla mümkündür. Resûl-i Ekrem Efendimizin ümmetine ta'lîm ettiği duâlardan biri olan "اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ Allahım, faydasız ilimden sana sığınırım" duâsı da bu hakîkate işâretdir.