"Olacak Olan Olmuşdur" Ne Demekdir?

22 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Kader, ilmullahdır, kazâ ise, o ilmin zuhûru yani ortaya çıkmasıdır demişdik. İlmullah ezelîdir, zamandan, tegayyürden, tebeddülden berîdir. Bu âlemde meydana gelen şeyler ise zamanla ve mekânla mukayyeddir. İşte kader meselesinin bir kilidi de buradadır. Zamansızlığı ve mekânsızlığı tasavvur edemediğimiz için, kaderi anlamakda zorlanıyoruz. Zîrâ biz her şeyi zaman ve mekân çerçevesinde idrâk ediyoruz. İşte bu yüzden Mi'râc gibi fevkalâde hâdiseleri de akılla kavrayamıyoruz. 

Büyük mürşidlerimizinde İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde bu mevzuya temâs ederek buyuruyorlar ki :

Yerde medfûn olan dâneler "وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَاۙ" mûcebince zuhûr etdikleri gibi herkesin ömrü içinde kesb etdiği a'mâl-i mahsûsa dahi hayran ve şerran zuhûr ister. Velâkin her nesne vakt-i merhûnunda zuhûra gelir. Onun için Dehr ve Dîhâr ve Dîhûr denildi ve esmâ-i ilâhiyyeden kılındı. Zîrâ ezmine-i muhtelifenin mebdei esmâ-i mezkûredir ki hakâyıkı ân-ı gayr-ı münkasimdir. Ve inkısâm devre-i 'arşiyyeden nâşî olup kazâ ve kaderi ta'yîn içindir. Zîrâ her makzî olan nesne vakt-i vâhidde zuhûr etmez. Zîrâ 'âlemin ibtidâdan intihâya dek müddet-i ma'lûmesi vardır ki makdûrât bu müddet-i ma'lûme içinde tedrîc ile zuhûr eder. Eğerçi emr-i ilâhî ânî ve lemhîdir ki kesret-i 'avârız ve ecsâm ve tertîbi silsile-i kâinât onun emrinin vahdânî olmasına mâni' değildir. Belki bu 'âlem memdûd iken maksûr ve maksûr olduğu hâlde memdûddur. Nitekim bu sırr-ı ilâhî kümmel-i evliyâda vâkı' olmuşdur ki Ebû Mûsâ es-Sedrânî kuddise sırruh bir gün ve bir gecede yani yirmi dört sâatde yetmiş bin hatm ederdi ki ona bast derler ve beş yüz yıllık yolu bir hatve yani bir adım ederdi ki ona kabz derler. Ve leyle-i mi'râcda vâkı' olan sür'at-i hareket ve tayy-i makâmât ve menâzil dahi bu kabîldendir. El-hâsıl bu sırr-ı ilâhîden ötürü "Dünyâ bir lemhadır" dediler. Çünki netîce-i zamân bir lemha ve bir ân oldu, acele etmek kesrete nazarın netîcesi oldu. Bu sebebden Hakk Teâlâ 'aceleden nehy etdi. Zîrâ 'acele hakîkatü'l-hâle 'adem-i vukûfun netîcesidir. Ve Kur`ân'da gelir ki, "بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟". Yani Hakk Teâlâ hallâk olduğu cihetden 'ale'd-devâm îcâd ve i'dâm üzerinedir. Ve ân-ı gayr-ı münkasim yokdur ki bu ma'nâ bulunmaya. Velâkin ziyâde-i sür'atinden hâl-i vücûd devâm üzerine görünür. Ve bir vücûd ki 'ale'd-devâm teceddüd üzerine ola, onun 'adem-i ânîsine muttali' olan onun vücûduna vücûd vermez ve belki kıyâmeti hâzır bilir.

Bu lisâna âşina olmayanlar için kısaca îzâh edelim :

Nasıl ki ekilen tohumlar zamanla meyva veriyorsa, insanın amelleri de, gerek hayır gerek şer, zamanla ortaya çıkar. Her işin bir vakti vardır. Onun için Dehr ilâhî isimlerden kılınmışdır. Zamanı meydana getiren bu isimdir. Bu ismin hakîkati, bölünemeyen bir ândır. Bu ânın sonradan parçalara ayrılması yani hâdiselerin zaman içinde cereyân etmesi, kazâ ve kaderi tayîn etmek içindir. Çünkü ezelde takdîr edilen şeylerin hepsi tek bir vakitde meydana gelmez. Bu kâinâtın belli bir müddeti vardır, her şey o müddet içinde birer birer, sırayla meydana gelir. Emr-i ilâhî ânîdir, yani zamanla mukayyed değildir. Bu âlemde görülen kesret, cisimlerin düzeni filan Hakk'ın emrinin ânî ve vahdânî olmadığını göstermez. Bu âlem geniş iken dar, dar iken geniş olur. Nitekim bu sır bazı büyük velîlerde zâhir olmuşdur. Kimi evliyâ, bir günde yetmiş bin hatim indirir, kimisi de bir gecede dünyânın öbür ucuna gider gelir. İlkinde,  zaman genişlemişdir, diğerinde ise yer dürülmüşdür. Mirâc gecesinde olan zaman ve mekan yolculuğu da bunun gibidir. Bu ilâhî sırra nisbetle, "Dünyâ bir ândır" demişlerdir. Çünkü zamanın netîcesi bir ândır. Acele etmek kesrete aldanmakdandır. Bu yüzden Allah aceleyi yasaklamışdır. Zîrâ acele hâlin hakîkatini bilmemekden ileri gelir. Hakk Teâlâ hallâk olması hasebiyle, dâimâ yaratmakda ve yok etmekdedir. Hiç bir ân yokdur ki bu olmasın. Lâkin bu yaratıp yok etme o kadar süratlidir ki biz her şeyi yerli yerinde görürüz. Bir valık ki devamlı yenilenmekdedir, onun her ân yok oluşunu idrâk eden, onun varlığına aldanmaz. Bilakis kıyâmeti hazır bilir.

İşte "Olan olmuşdur, olacak olan da olmuşdur" sözünün hikmeti budur.

Listeye geri dön