Ölmeden Evvel Ölenlerin Ahvâli

6 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Ölmeden Evvel Ölmek

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Tamâmü'l-Feyzinde buyuruyorlar ki :

Şerî'at ehli ile şerî'atle hakîkati cem' eden kimse arasında çok fark vardır. Çünkü berzah ve haşır mevtınlerinin ve cehennem derekelerinin cümlesi mecâzî vücûd ehlinin ıslahı için hazırlanmışdır. Çünkü onlar, hakîkî vücûdlarının cevherini gizli şirk kirinden temizlememiş kimselerdir. Hakîkî vücûd ehli ise böyle değildir, onlar gizli şirkden kendilerini korumuşlardır. Onlar dünyada iken o mevtınleri şerî'at ve tarîkate uygun bir şekilde, 'ilim ve 'amel ayaklarıyla geçmişlerdir. Onlar için ancak rûhlarının bedenlerinden ayrılması, sonra da Melîk-i Muktedir'in katında hazırlanmış makâmlarına ulaşmak kalmıştır. Bu böyledir, zîra onlar, varlık evsâfını ihtiyârlarıyla terk etmişlerdir yani ölmeden evvel ölmüşlerdir.

Onlar, kendilerini zorlayan bir şey olmaksızın, herhangi bir şeye ihtiyaç duymaksızın Hakk'a dönmüşlerdir. "وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ" âyetindeki, "te"nin fethasıyla "terci'ûn" şeklindeki kırâate göre, bu mânaya işaret vardır. Kim ölürse, onun kıyâmeti kopmuşdur. Zîrâ ölüm zamanı, dünya zamanlarının sonu ve âhiret zamanlarının başlangıcıdır. "Kim kıyâmet kopmadan önce ölürse onun kıyâmeti kopmuşdur" sözü şu manâya gelir. Onun ölüm zamanı kıyamet zamanına bitişmiş demekdir, tıpkı dünyadaki zamanların birbirine bitişmesi gibi. Bu, zâhir itibariyledir.

Hakîkat itibariyle ise şöyledir. Kim nefsine varlık izâfe etmekden fânî olursa, onun kıyâmeti kopmuş ve onun için mecaz köprüsü aşılmış demekdir. Âriflerin kıyâmeti ise dâimîdir. Gâfilleri dehşete düşüren sûrî ölüm, onlara göre en kolay şeydir. Hatta kudret helvasından daha tatlı ve bıldırcın etinden daha hoşdur. Peygamber'in şu hadîsinde buna işâret vardır : "Safer ayının çıkışını müjdeleyen kimseye ben de cenneti müjdelerim".

Saç telinin kökünden ölümün çıkdığı bir kimse, ölümden nasıl elem çeker? Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşdur : "لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ". Onlar için ölümde bir elem olduğu düşünülse bile onlar, ölüm ânında, cemâl tecellisi nisbetinde cemâl nûrlarının mütalaası, Melik ve Müteâl olan Allah'ın sûrî ve mânevî nimetlerindeki letâifin mükâşefesi ile meşgûl olduklarından bunu hissetmezler. Onların dereceleri, Yûsuf'u gördüklerinde ellerini kesen ama bunun farkında olmayan kadınlardan daha aşağıda değildir. O kadınların, his libâsından tamâmen sıyrıldıkları ve Yûsuf'un güzelliğini mütalaa etmekle nefslerinden geçdikleri için ellerinin acısını hissedecek şuurları kalmamışdı.

Yine onlar için kabir fitnesi de yokdur. Çünkü onlar îmânlarını ihsân, îkân, şühûd ve 'ıyân delilleriyle tahkîke erdirmişlerdir. Allah, onları hem dünyâ hayâtında hem de âhiretde sabit bir sözle sağlamlaşdırmışdır. "يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ". Onların ayaklarını sırât-ı müstakîm üzerinde sâbit kılmışdır. Onların bu hâli bâtınlarından zâhirlerine sirayet etmiş ve böylece bedenlerinin sûretleri bozulmakdan korunmuşdur. Zîrâ hakkânî tevhid, bölünüp parçalanmayı zorunlu kılan bozulmayı ortadan kaldırır. Böylece cesedleri olduğu gibi düzgün bir şekilde kalır. 

Yine onlar için mîzan da yokdur. Çünkü onlar, mîzânın hakkını îfâ etmişlerdir. Mîzândan kasdetdiğim şudur. Şerî'at ve tarîkat ayakları üzerinde yürümek ve her ikisini de dengede tutmakdır mîzân. Nitekim şöyle denilmişdir : "İki adım atınca vâsıl oldun demekdir". Bu adımlardan birini atıp diğerini atmazsan mîzânı eksiltmiş olursun. Bu yüzden mîzânında noksânı bulunmayan için nasıl mîzân kurulur? Şâyet kurulsa bile bu ancak onun üstünlüğünü izhâr etmek içindir. Bunu iyi anla!

Sonra yine onlar için sırât da yokdur. Çünkü dünyâda sırât-ı müstakîm, "فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ" âyetinde murâd olunan istikâmet üzere olmak, ifrat ve tefridden kaçınarak orta yolu tutmakdır. Allah bir şeyi emretmişse onunla 'amel etmeyi de mümkün ve muvaffak kılmışdır. Onlar hem hareketlerinde hem de sükûnlarında müstakîmdirler. Sözlerinde, fiillerinde, ahlâklarında ve bütün hâllerinde itidal üzeredirler, mutedil olanla 'amel ederler. Çünkü onların mîzânları cemâl, celâl, lutuf, kahır, rahmet ve gadap bakımından itidâl üzeredir. Kim dünyada iken bu ince ve keskin yolda yürürse, bu dünyâda onun üzerinde yürümeyenlerin âhiretde yürüdükleri gibi, sırâtın üzerinde yürümekden sâlim olur.

Ve yine cennet onların kalbidir. Zîrâ kalb, sıfat ve zât tecellîlerinin mahallidir. Kevser, onların sâhib olduğu hakîkat ilimleri ve ilâhî mârifetlerdir. Cennetlerde ne varsa ancak onların kavlî, fiilî veya hâlî eserleridir. 

Kim onların yolunu tutarsa onların her mevtında ulaşdığı şeye ulaşır. Böylece Allah'ın onlara her mevtındaki muamelesini anladıysan onun diğer insanlara karşı muamelesini de bilmiş olursun. Aynı şekilde kim bir hayır bulursa, hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin ve Hakk ile nefsinin şerrinden sakınsın. Bunun dışında bir şeyle karşılaşan da ancak nefsini yerip kötülesin ve nefsi sebebiyle Hakk'dan korksun. Kuşkusuz sana öğüt verdim. Sen sakın "قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ" diyenlerden olma!

Hayât-ı câvidânî nidüğün şeyhden suâl etdim
Ölmeden evvel ölmekdir deyince intikâl etdim

Listeye geri dön